Mart’ta başlayan ve hâlâ devam eden karantina koşullarında düzenimiz, yaşam tarzımız ve sorumluluklarımız bir anda alışılmışın dışına çıktı.
Bazılarımız ailemizin yanına döndü, çalışmak zorunda olanlar anın belirsizliğiyle ne yapacağını şaşırdı, bazılarımızsa sadece olayın paniğine kapıldı. Bu kaosun yaşanmasında tabii ki de 11 Nisan gece yarısı yapılan açıklamanın katkıları hayli fazla. Evet bir kaos yaratıldı ama sonrasında bunu yok etmeye yönelik bir düzenleme yapıldı mı diye sorarsak, yanıtımız hayır… Kaldı ki bu başlatılan kaos sadece bununla da bitmedi, bir anda altyapısız bir şekilde uzaktan online eğitime geçildi. Bazı üniversiteler süreci öğrencilere video yollayarak yürütüyor, ötekisi canlı ders yaparak; kimi öğrencileri delice ödevlere boğarak, kalanıysa tüm eğitim hayatı durmuş gibi bir sorumluluk almaktan kaçınıp hiçbirini yapmıyor ya da yetersiz imkanları yüzünden yapamıyor. Öte yandan önümüze sunulan bu yöntemler asla öğrencilerle ortaklaşmaya girilmeden, içinde bulunduğumuz durumun bize sunduğu şartlar düşünülmeden atılan adımlar ve hangisini tutmaya çalışsak elimizde kalıyor.
Başta bahsettiğim gibi kimimiz ailelerimizin evine döndü ve bunun üzerimize otomatik olarak yüklediği, olağan hayatımızın ve alışılmışlığımızın dışında getirileri var. Okul döneminde KYK’da kalan bir öğenci üzerinden konuşmak gerekirse; yemekleri, temizliği ona sunulan bir hizmetti ve günlük rutini içinde bunları yapma zorunluluğu yoktu. Sabah 8’deki dersi için 7’de kalkıp kahvaltıya inmesi, sonra bulaşık gibi bir şey düşünmeden okula gitmesi gayet normaldi ama şu an günlük rutini çok daha farklı (anın getirileri sonucu) ve birçok sorumluluğu var; bulaşık yıkamak, yemek yapmak, bozulan araç gereçleri tamir etmek, kendinden büyük/küçük insanlarla ilgilenmek, ailesine vakit ayırmak, aile bütçesine katkıda bulunmak gibi gibi… Bunlara rağmen hâlâ bu ögrenciden 8’deki online derse aynı motivasyon ve özveriyle gelmesini beklemek ne kadar sağlıklı, tartışılır!
Kaldı ki psikolojik durumumuzu da asla es geçmemek gerekiyor. Uyum süreci kolay değil; yaşadığımız belirsizlik, korku ve panik, olaylara verdiğimiz tepkileri de fazlasıyla etkiliyor. Önümüzü görememek umudumuzu da söndürüyor; salgın iki ay sonra, on ay sonra, iki yıl sonra, hatta on yıl sonra bitecek diye bir öngörümüz yok; olamaz da! Bitti diyelim, hiç kimse “bu son” diyemiyor, diyemez de. Bu da hepimizde gelecek korkusu yaratıyor. Bizi olduğumuzdan daha depresif bir hâle sokuyor, karamsarlaşıyoruz, mutsuzlaşıyoruz ve bıkkınlık durumuna giriyoruz ve açıkçası çoğumuza bu motivasyonsuzluk içinde verilen ödevler, işlenen dersler, olduğundan çok daha ağır, çok daha fazla geliyor.
Üzerine düşünülmeyen ve asla umursanmayan bir başka nokta ise aramızdaki yaşam farkı. 7 milyon üniversite ögrencisinin hepsi şehir merkezlerinde, her zaman internet erişiminin olduğu yerlerde yaşamıyor; hepsine ait özel bir bilgisayar yok. Yaşadığımız ülkenin gerçeklerinden fazlasıyla uzak bir şekilde, öğrencilerden birçok şey isteniyor. Online ödevlerin zamanında teslim edilmemesi durumunda bunun vize notumuzu etkileyeceğiyle korkutuluyoruz. Online derse geç katılınıldığı zaman acımasızca yargılanıyoruz. Yaşadığımız ülkenin gerçekleri, yaşadığımız durumun koşulları ve bizim psikolojik durumumuz asla düşünülmeden ortaya çıkan bu uzaktan eğitim modeline uyum sağlayamadığımız zaman da biricik üniversitelerimizin bize sunduğu yöntem okulumuzu dondurmamız ve eğitimimize ne kadar olacağı belirsiz bir süre ara vermemiz. Peki ya bu pandemi sürecinde, bizim yaratmadığımız ve bizim elimizde olmayan koşullar yüzünden hayatımızdan çalınan bu zamanın hesabını bize kim verecek?
Rana Yılmaz