1909'un 13 Nisan'ında başlayan olaylarda Adana'da binlerce Ermeni 'isyan etti' denilerek öldürüldü. Bu olaya ilişkin Osmanlı döneminde yazılmış raporlar ilk defa Türkçe'ye çevrildi. Oxford Üniversitesi doktora öğrencisi Ari Şekeryan'ın çevirdiği ve 1909 Adana Katliamı: Üç Rapor adlı kitapta topladığı raporlar, olayın bugüne gizlenen karanlık yüzüne ışık tutuyor.
Ermeniler için Nisan ayı sadece 1915’i simgeleyen “24 Nisan” ile değil, 1909’daki Adana Katliamı ile de acı hatıralara sahip. 106 yıl önce, 1909’da Paskalya’dan iki gün sonra 13 Nisan’da başlayan olaylarla ilgili Aras Yayıncılık daha önce Türkçe basılmayan raporları “1909 Adana Katliamı: Üç Rapor” adlı kitapta buluşturdu. Bazıları ilk kez yayınlanan fotoğraflarla birlikte…
Raporları derleyen ve Osmanlıca’dan çeviren, Oxford Üniversitesi doktora öğrencisi Ari Şekeryan’a göre bu raporların daha önce yayınlanmamış olmasının tek nedeni Adana’daki Ermenilere yönelik katliamı yansıttıkları için resmi tarih tezine karşı olmaları…
Şekeryan, raporların içeriğini Radikal'den Serdar Korucu'ya anlattı.
Üç rapordan ikisi ilk kez Türkçe’de. Adana Katliamı hakkında bu kadar çalışma varken neden bu raporlar yaklaşık bir yüzyıl boyunca ortaya çıkmadı, kitaba dönüşmedi?
Osmanlı Meclisi tarafından bölgeye gönderilen heyette yer alan Tekirdağ Mebusu Hagop Babigyan'ın “Adana Raporu” yine Aras Yayıncılık’tan çıkan “Yıkıntılar Arasında” kitabının arkasında yer almıştı. Diğer ikisi Garabet Çalyan’ın “Adana Vakası ve Mesulleri” ve Artin Arslanyan’ın “Adana'da Adalet Nasıl Mahkûm Oldu?” raporları dediğiniz gibi ilk kez Türkçe’de. Aslında katliamlara Adana'da tanıklık eden Çalyan ve Arslanyan’ın raporlar gizli değildi. Osmanlıca olarak kütüphanelerde bulunabiliyordu ama çevrilmeme ve yayınlanmama sebebi belli. Çünkü bu raporlarla resmi tarih tezine karşı bir tablo ortaya çıkıyor.
Özellikle de katliamın faili olarak istibdat yani 2. Abdülhamit yanlılarının gösterilmesi değil mi?
Evet. Resmi tarih tezi Ermenilerin isyan ettiğini, bunun üzerine İstanbul’dan ordu gittiğini savunuyor. Her olayın arkasında bir ayaklanmayı neden gösteren zihniyet bu raporları göz ardı etmiş olsa gerek. Halbuki bu raporlar dönemin kamerası gibi. Tarih yazımının eksiklerini tamamlıyorlar.
Hatta olaylar öncesinde Türklerle Ermeniler arasında iyi ilişkilerin olduğunu vurguluyor.
Evet, Garabet Çalyan, Türklerle hiçbir sorunun olmadığını yazıyor. Ermenilerin çocuklarını Türklere, Türklerin Ermenilere bıraktıklarını belirtiyor. Çalyan Ermenilerle Türklerin o kadar çok birbirine benzediğini söylüyor ki, sırf bu nedenle katliam sırasında saldırganların kendilerini ayırt etmek için sarıklarına beyaz bez bağladıklarını ifade ediyor.
Olayların fitili nasıl ateşleniyor?
Adana’da bu işi organize eden bir grubun hazırlığı var. Her an olay çıkartmak için fırsat kolluyorlar. Garabet Çalyan Mart ayında İstanbul’dan, Tophane-i Amire’den 30 ton kadar barutun bölgeye gönderildiğini yazıyor. Mühimmat Adana’daki baruthane müdürlüğü üzerinden istibdat yanlılarına dağıtılıyor. İstanbul’da 31 Mart Olayı başladığı anda, yani 13 Nisan’da mekanizma işlemeye başlıyor.
Kim düğmeye basıyor?
Bu sürecin İttihat ve Terakki merkez yönetimi ile ilgisi yok. İstibdat yanlısı bir grup tarafından düzenleniyor. Bu nedenle olaylar sırasında “şeriat isteriz” diye bağırılıyor, o dönem Adana’da bulunan, meşrutiyeti temsil eden zafer takı “Padişahım çok yaşa” nidalarıyla yıkılıyor.
Ancak katliamı yapanlar arasında İttihat ve Terakki üyelerinin de etkili olduğu biliniyor.
Doğru ancak İttihat ve Terakki merkez yönetimi ile işbirliği yok. Bir kişinin taşrada İttihat ve Terakki üyesi olması onun İttihatçı olduğu anlamına gelmiyor o dönem. Bunu en iyi Garabet Çalyan şöyle açıklıyor: “Kurulan teşkilatta görev alanlardan biri olarak u¨zu¨lerek itiraf ederim ki, kapıyı çok fazla açık bıraktığımızdan, hırsız, despot, milliyetçi, ru¨şvetçi ve şeriatçılardan birçoğu içeri girdi ve Meşrutiyet taraftarları azınlıkta kaldı.” İstibdat yanlıları İttihat ve Terakki’nin içine sızmış durumdalar. Mesela olayları provoke eden İtidal gazetesinin sahibi İhsan Fikri istibdat yanlısı olsa da İttihat ve Terakki içinde yer alıyor, 1908’de bölgede açılan bürolarda çalışıyor. Pek çok kişi de onunla aynı durumda. Sadece nüfuz edinmek için bunu kullanıyorlar. İttihat ve Terakki çatısı altında Adana’da bir Ziraat Kulübü açıp planlamayı orada yapıyorlar. Tabi bu planlamada basın yoluyla provokasyon da önemli yer tutuyor.
Türk Tarih Kurumu İtidal gazetesinin sayılarını yayınladı. Bu gazetenin Adana Katliamı’nda işlevi ne?
İtidal gazetesi Ermenileri sürekli hedef gösteriyor. Ermenilerin Kilikya Krallığı kurmak istedikleri iddia ediliyor, yalan haberlerle ortam provoke ediliyor. Çalyan da bu durumdan bahsediyor. Mesela iki kişi Adana’da cami avlusuna pisliyor. İtidal gazetesi bunun Ermeniler tarafından yapıldığını öne sürüyor. Fakat soruşturma sonucunda bu iki kişi olayı Ermenilerin üzerine atmak için yaptıklarını açıkça ifade ediyorlar.
Ama belli ki bölgede buna uygun bir zemin de var değil mi?
Meşrutiyet’in ilanı Müslümanlarla gayrimüslimlerin eşitliği anlamına geliyor. Bu da halk içindeki istibdat yanlılarını rahatsızlık yaratmış durumda. Ermeni gençler Müslüman kızlarla evlenebilecek, Müslüman kadınlar Ermeni dükkanlarında yüzlerini açmak zorunda kalacak diye propaganda yapılıyor.
Bir de ekonomik nedeni yok mu?
Var tabi. O dönem resmi kayıtlara bakarsak Adana’da 60 bin Müslüman, 30 bin Ermeni, 5 bin Rum, bin kadar da Süryani yaşıyor. Ancak Ermeniler şehrin ekonomik olarak güçlü kesimlerinden. Bitlis, Van ya da Erzurum’daki Ermenilere göre çok daha zenginler. Avrupa ile sürekli temas halindeler. Bölgedeki misyoner okullarından mezun olanlar Avrupa dillerini öğrendikleri için uluslararası ticaret yapıyorlar. Böylece bölgeye tarım alanında modernleşmeyi getiriyorlar. Yeni makineler gelince Müslümanlar ekonominin Ermeniler tarafından ele geçirileceğine inanmaya başlıyorlar.
Katliam öncesinde bölgede nüfus tarım işçileri nedeniyle de artmış durumdaydı değil mi?
Evet. Çukurova, Anadolu’nun en bereketli bölgesi. Bugün olduğu gibi o zamanda da mevsimlik işçi nüfusu yoğun olarak bulunuyor. Çapa dönemi ile katliamın fitilinin ateşlendiği süreç aynı olduğu için bölgede yerel Müslüman nüfustan farklı bir topluluk da bulunuyor.
Sonradan Adana’ya yerleşenler de rahatsızlık yaratıyor muydu?
Tarım işçilerinin yanı sıra, bir de imparatorluğun farklı bölgelerinden gelip Adana’ya yerleşenler bulunuyor. Bu kesim bazı bölgelerde Ermenilerin tarlalarına girip “artık burası bizim” diyor, mahsule el koymak istiyorlar. Burada yerel yönetim sessiz kalıyor.
Zaten Adana Katliamı sırasında da en çok eleştirilen kesimlerden biri yerel yönetim.
Yerel yönetim bu sürece göz yumuyor. Valilik İttihat ve Terakki yanlısı değil, Meşrutiyeti de savunmuyor. Bu nedenle de yaşananlara göz yumuluyor. Mesela o dönem Cebelibereket olarak anılan Osmaniye’den bir Ermeni gencinin öldürüldüğü haberi gelse de Vali Cevat görmezden geliyor. Saldırılar başladığında kendisine neden müdahale etmediğini soran Amerikalı misyoner Chambers’a “Madem ki Meşrutiyet var, halk nasıl isterse öyle yapar, ben müdahale etmem” diyor.
Osmanlı coğrafyasında bu olaylara duyarlı olan yerel yönetimler de var değil mi?
Konya’da benzer bir durumla ilgili duyum alınıyor. Bir ilçede 5 bin kişilik bir Ermeni çetenin kıyım yaptığı iddiası yayılınca Adana’dan farklı olarak Konya Valiliği duruma müdahil oluyor. Söylentinin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkartılınca halk sakinleştiriliyor.
Adana’da tek sorumlu yerel yönetim mi?
Eski rejimi (istibdat) getirmek isteyen İstanbul’daki istibdat hareketi ile bağlantılı geniş bir organizasyon olduğu söylenebilir. 13-15 Nisan arasındaki olaylarda Adana içinde çok küçük bir tabur var. Ancak Çalyan’a göre bu tabur bile olayları bastırabilirdi. Çünkü söylediğine göre Adana halkı askere büyük saygı duyuyor. Ama olmuyor. Olayları ilk aşamada durduran İngiliz ve Fransız kruvazörlerinin Adana’ya yaklaşması.
Müdahale mi bekleniyor?
Katliamı düzenleyen bu organizasyon öyle sanıyor. Ancak krüvazörler hiçbir şey yapmıyor. Çünkü o dönem bu devletler Osmanlı’nın bağımsızlığına saygı duyuyor. Sonrasında katliamda ikinci aşamaya geçiliyor. Bu dönemde Osmanlı ordusu Adana’ya gelmiş durumda. Şehir merkezine askeri çadır kampı kuruluyor. Fakat şehrin merkezine kurulan askeri çadıra ateş ediliyor. O dönem saldırının Ermeni kilisesinden yapıldığı hemen bu grup tarafından iddia ediliyor. Fakat askeri birlik Adana’yı hiç bilmiyor, şehrin yapısı hakkında bilgileri çok zayıf. Doğal olarak yerel yönetime danışıyorlar. Yerel yönetim de orduyu Ermeni mahallesine yönlendirince askerler kendilerini Ermenilere saldırırken buluyor. Daha sonraysa mahkeme raporlarında ortaya çıkıyor ki bu tamamen yanlış bir yönlendirilme. Garabet Çalyan askerlerin kandırıldıklarını fark ettiklerini anlatıyor.
Bölgedeki kargaşa nasıl bastırılıyor?
Olayların ardından Vali Cevat değiştiriliyor. Bir başka vali atanıyor. Ancak o da yerel yöneticilerin etkisi altında kalıyor. Bunun üzerine Cemal Paşa atanıyor. O nispeten daha ılımlı. 4 Ermeni asılırken, 55 Müslümanın idamına karar veriliyor. Dul ve yetimlere çeşitli yardımlar organize ediyor. Cemal Paşa rakamlarda da daha açık. Resmi tarih tezi 3-4 bin Ermeni derken, o 20 bin Ermeni’nin öldürüldüğünü açıklıyor.
Fakat geride faillerin tamamı cezalandırılmadığı tartışması kalıyor.
Evet, bu çok tartışmalı bir konu. Ermeniler her zaman destek verdikleri İttihat ve Terakki’ye güveniyor. Bölgede İttihat ve Terakki büroları açanlar da Ermeni gençler. Zaten raporu hazırlayan Garabet Çalyan da İttihat ve Terakki üyesi. Ancak 1909 yılındaki İttihat ve Terakki iktidarı yeterince güçlü olmadığı için cezaları sert uygulayamıyor. Anadolu’daki Müslüman ahalinin tepkisini çekmekten korkuyor. Sonraki yıllarda hem Anadolu’nun Müslüman halkı, hem de Anadolu Ermenileri nezdinde İttihat ve Terakki desteğinin yükseldiğini gördüğümüze göre bu dönemi kendi açılarından “başarılı” geçirmiş sayılırlar.
Aslında o dönem Ermeniler “yetmez ama evet” diyorlar.
Evet. İttihat ve Terakki bu algıyı çok iyi yönetiyor.
Halbuki Babigyan’ın ölümü ardındaki sır perdesi de aralanmıyor.
Evet, bu da büyük bir soru işareti. Ermeni kimliğinden çok, iyi bir İttihatçı olduğu için Ermeni nüfusunun çok da yoğun olmadığı Tekirdağ’dan mebus seçilen Babigyan raporunu Meclis’e sunacakken vefat ediyor. Nasıl öldüğünü de kimse bilmiyor. Kayıtlara kalp krizi olarak geçmiş durumda.
Bütün bunlara rağmen Ermeniler İstanbul’a inanmaktan vazgeçmiyor mu?
Olay sonrasında Ermenilerin ruh hali şöyle: “1894 oldu, 1909 oldu. Artık kurbanlarımız Meşrutiyet’i taçlandırsın. Bu son olsun.” Ermeniler Türklerle birlik içinde Meşrutiyet’te birlik istiyorlar.
Ermenilerin tamamında bu bakış açısının hakim olduğunu söyleyebilir miyiz?
Tarihte örneğine az rastlanır şekilde Taşnaklar da, Hınçaklar da bu konuda hemfikir. Ermeniler o kadar bir arada yaşama bilincine sahip ki bunu Artin Arslanyan şu sözlerle ifade ediyor: “Tek arzumuz Meşrutiyet’in sağlamlaştırılması ve bu sayede namus, mal, can gibi kutsal olan şeylerimizin güvence altına alınmasıdır. Çünkü, iyi biliriz ki, mümkünsüzün mümkünüyle Türkiye’de bir bölünme hareketi olsa, bundan Araplar, Bulgarlar, Arnavutlar istifade ederler. Bize yine bir şey yok. Herkes ayrıldıktan sonra biz kalacağımızdan, Türklerle çok çok mezar arkadaşı olabiliriz.”
Bu kadar güvenilen İttihat ve Terakki 6 yıl sonra, 1915’teyse farklı bir politika izlemeye başlıyor.
İttihat ve Terakki değişim geçiriyor. 1909 yılındaki İttihat ve Terakki ile 1914 yılında savaşın başladığı yıllardaki İttihat ve Terakki siyasi güç bakımından çok farklı.
Yani iktidarında muktedirliğe geçince ilk işi ortaklarını yok etmek mi oluyor?
İttihat ve Terakki cemiyetiyle Ermenilerin ilişkilerini iyi analiz etmek gerekiyor. 1912 yılına kadar İttihat ve Terakki’nin sağ kolu Taşnaksutyun partisiydi. Aralarında bazı anlaşmazlıklar olsa da ittifak halinde olduklarını söyleyebiliriz. 1912 Balkan Savaşları imparatorlukta travma etkisi yaratıyor. Büyük çapta toprak kayıplarıyla Osmanlı içindeki dengeler tamamen değişiyor. Taşnaklarla İttihat ve Terakki arasındaki dengeler de sarsıntıya uğruyor. Fakat buna rağmen İttihat ve Terakki’nin 1914 yılında Erzurum’da toplanan Taşnaksutyun kongresinde Ermenilere Ruslara karşı ittifak önerdiğini biliyoruz. Savaşın başında, 1914 yılında Erzurum’da toplanan bu kongre ve bu kongrede alınan kararlar İttihat ve Terakki ile Ermeniler arasındaki ilişkide bence dönüm noktası ve kapsamlı bir incelemeye ihtiyaç duyuyor.