AİHM'in tahliye kararına rağmen Gezi Parkı davasının tek tutuklu sanığı Osman Kavala, hapiste tutulmaya devam edilirken, savcılık yargılananlar hakkında ağır cezalar istedi.
Anayasa Mahkemesinin tahliye kararlarına direnen mahkemeleri uyarmasından bir kaç gün sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı her açıdan tıkanmış ve sona gelmiş, baştan aşağı siyasi olan bu davaya müdahale etti. Mahkeme heyetinden şu cezaları vermesini istedi:
- Osman Kavala, Yiğit Aksakoğlu ve Mücella Yapıcı'ya ağırlaştırılmış müebbet hapis. Suçları: “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs,"
- Çiğdem Mater Utku, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi'nin de bu suçun işlenmesine yardımcı oldukları gerekçesiyle 15 yıldan 20 yıla kadar hapis,
- Yurtdışında bulunan sanıklar Ayşe Pınar Alabora, Can Dündar, Gökçe Yılmaz, Handan Meltem Arıkan, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, Memet Ali Alabora ve İnanç Ekmekçi'nin müebbet hapis istenenlerle aynı suçu işlediği belirtilerek dosyaları ayrılsın.
Savcılık mütalaasına bakıldığında, tıpkı Fetullahçı savcı ve polislerin yaptığı dinlemelerin "yeniden kıymetlendirildiği" iddianame gibi siyasi-ideolojik bir metin.
Şiddet eylemleriyle hiçbir ilgisi olmayan, şiddete karşı mücadele edenler "cebir ve şiddetle" darbe yapmakla suçlanıyor.
Gerçekler
İster siyasi bir yargılama, isterse sosyal tarih konusu olsun 28 Mayıs 2013 günü Taksim'deki Gezi Parkı'nda başlayan olaylar hakkındaki gerçekler, hapiste çürütülmek istenen kişilerin ne kadar haksız suçlamalarla karşı karşıya olduğunu gösteriyor:
- Gezi Parkı protestoları, AKP hükümetinin aldığı bir dizi kararının yarattığı toplumsal tepkiler üzerine gelmiş kendiliğinden bir toplumsal patlamadır.
- Gezi Parkı protestolarının, Türkiye tarihinin en büyük kitle gösterileri haline gelmesine yol açan ağaçları korumak için barışçıl eylem yapanların polis tarafından yerlerde tekmelenmesi, biber gazına boğulması ve çadırlarının yakılmasıdır. Dönemin AKP milletvekillerinin çocuklarının da katıldığı protestolarda toplum, Gezi Parkı ağaçlarının kesilmemesi için mücadele edenlerin yanında oldu. Parka, kışla ya da AVM yapılması fikirleri gibi, hükümetin göstericilere karşı sert tutumu büyük tepki yarattı. Yıllar sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul'un betonlaşmasına işaret ederek "Şehre ihanet ettik" diyecekti. Gezi Parkı protestocularını haklı ve meşru kılan da AKP'nin betonlaştırma politikalarına karşı çıkmalarıydı.
- Muhalefetin tüm kanatları da AKP'li vekillerin çocukları gibi Gezi protestolarının bir şekilde içinde yer aldı. Ama katılan herkesin çok iyi bildiği gibi, Gezi Parkı direnişini büyütenler, 15-25 yaş arası ilk defa sokağa çıkan, örgütlü olmayan, kendilerini özgürlükçü olarak niteleyen ve darbelere karşı tutum belirten gençlerdi. Siyasi partilerin ve demokratik kitle örgütlerinin kurumsal katılımları, bu büyük toplumsal patlamanın sadece küçük bir parçasıdır ve hareketi geriden takip etmişlerdir.
- Baştan itibaren çoğu işçi olan genç göstericilerin öldürülmesiyle sonuçlanan sert polis müdahaleleri zincirinin sonunda, 16 Haziran günü park polis baskınıyla boşaltıldı. Savcılığın iddia ettiği gibi Gezi, ne İstanbul'a ne de Türkiye'ye yayılmıştır. Parkın park olarak kaldığı anlaşıldıktan sonra bu kendiliğinden hareket geri çekilmiş, Gezi de zamanla "sönmüştür." Katılımcıların bir bölümü ise park forumları yapmış, ancak bu forumlar bir serbest kürsü olmanın ötesine geçmeyerek zaman içinde sönümlenmiştir.
- Milyonlarca insanın katıldığı, her görüşten kişinin yer aldığı bu muazzam toplumsal olay, hiçbir liderlik tarafından organize edilmeyecek kadar büyüktür. Diktatörlere ve yoksulluğa karşı gelişen Arap isyanları gibi Gezi Parkı protestoları da "bir planın", "bir senaryonun" sonucu olamaz.
- Yargılama boyunca haklarında hiçbir inandırıcı delil sunulmayan insanları, ömür boyu hapse atmak isteyen bu zihniyet oldukça tanıdık. Sorosçuluk hayaletini yaratan ulusalcılık ve bunun yerli-milli bir şekilde yeniden üretilmesi...
Yönetenler, toplumsal patlamaları (kendini asla savunamayacak durumdaki) bir takım dış güçlerin eseri gibi göstererek, AKP tabanında göstericilere olan sempatiyi kırmak için baştan itibaren ileri sürülen "Gezi darbe girişimidir" iddiasını canlandırarak, kendilerine karşı gelişebilecek her türden muhalefete gözdağı veriyor ve kayıtlara Gezi'yi böyle geçirtmek istiyor.
Darbeler, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1970, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016'da olduğu gibi askerler tarafından yapılır. Silahsız ve barışçıl göstericilerin katıldığı Gezi Parkı protestoları "darbe girişimi" diye karalanırken, darbe kavramının gerçek içeriği sulandırılıyor. "Sivil darbe" denilen ve askeri müdahaleleri meşrulaştırmak için üretilmiş bir argümanla, ağır cezalar verilmek isteniyor. Davanın ana dayanağı olan ihbar Murat Papuç adlı emekli bir asker tarafından yapılmışken, ilk dosyayı hazırlayan savcılar FETÖ/PDY'den ceza almışken, sivil şiddet karşıtlarına "darbeci" diyorlar!
Yargıda demokratikleşme, herkes için adalet
Gezi Parkı protestolarını beş on kişinin işiymiş gibi gösteren bu haksız suçlamalarla özgürlükleri ellerinden alınan Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu ile sivil toplum örgütü ve meslek odaları yöneticileriyle çalışanlarının hayatları karartılmak isteniyor.
Sivil toplum çalışmaları ve muhaliflik kriminalize ediliyor. Düşünce, ifade, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü de milliyetçi-ulusalcı bir cendere içine sokularak daha da daraltılıyor.
- Osman Kavala derhal serbest bırakılmalıdır.
- Osman Kavala, Yiğit Aksakoğlu ve Mücella Yapıcı ile Gezi Parkı davasında yargılananlar hakkındaki tüm suçlamalar düşürülmelidir.
- Yürütmenin yargı üzerindeki müdahalesine, hukuka uygun olmayan yargı kararlarına son verilsin.
- Keyfi kararlar verilirken, kağıt üstünde kalan bir yargı reformu kandırmacadır. Herkes için düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü garanti altına alınmadığı sürece, sadece yargılananların değil, yüzde 99'un üzerindeki baskı devam edecektir. Yargıda demokratikleşme, herkes için adalet istiyoruz.
Volkan Akyıldırımalar