Sosyalist Tartışma'dan notlar: Kapitalizm çifte krizde, antikapitalist solu büyütmeliyiz

14.10.2019 - 16:15
Haberi paylaş

İstanbul'da üç gün boyunca süren Sosyalist Tartışma'da dünya, Türkiye ve sosyalizm hakkında birçok konu, fikir, analiz ve mücadele önerisi konuşuldu.

Küresel kapitalizmin ekonomik-siyasi krizi ile yarattığı iklim krizine dair tespit ve tartışmaların yapıldığı etkinlikte öne çıkanlar:

'Arap Baharından Sudan’a: Ortadoğu’da Devrimler ve Karşı devrim'

İlk günün ilk toplantısında sunuşu Roni Margulies yaptı.

2010 yılı sonunda Tunus'ta başlayan ayaklanmanın yayılışını, Ortadoğu'da diktatörleri deviren gücünü hatırlatan Margulies, bu hareketin Mısır'da darbe, Suriye'de iç savaş ve bölge çapında egemenlerin saldırısıyla karşılaştığını belirtti.

Sudan bu sene başlayan ve diktatör Ömer El-Beşir'i deviren hareketin derslerini anlatan Roni Margulies şöyle konuştu:

"Arap ayaklanmalarının en önemli eksiği, kendi Sovyetlerini yaratmamasıdır... Ayaklanmalar, meydanların kitlelerin işgal etmesi ile başladı, ama meydan hareketlerini sürdürmek zordur. İşçi sınıfı genel grev yaparak duruma müdahale ettiğinde işler kolaylaşır. Mesela Mısır’da insanlar Tahrir meydanında direnmeye başladılar, ama diktatör Mübarek, ancak işçi sınıfı genel greve başlayınca devrildi. 

Devrimci partiler devrim yapmaz, ama devrimi yapan kitleye yol gösterir. Bunu hem meydanda, hem de grev yapan işçiler arasında kendi fikirlerini kitlelere kabul ettirmeye çalışarak yapar. Kitlelere, iktidarı bir diktatörden alıp, başka bir burjuvaya teslim etmenin yanlış olduğunu, emekçilerin ve yoksulların kendi kendini yönetmesi gerektiğini anlatır."

"Barışın kaybedeni olmaz"

Günün ikinci toplantısında,  Kürt sorunu, Suriye'de başlayan yeni savaş ve barış mücadelesinin imkanları tartışıldı.

DSİP'ten Ozan Tekin Kürt sorunun tanımı ve bugüne kadar yürütülen çözüm çabaları üzerinde durarak şu değerlendirmeyi yaptı:

"Türkiye toplumunda son dönemde güçlenen ırkçı milliyetçi havayı dağıtabiliriz. Bunu çözüm sürecinde yaşadık, tüm toplum barışa destek verdi. Şimdi yeniden bir barış hareketi oluşturabiliriz.

CHP sınır ötesi harekata destek verdi. Biz son seçimlerde, AKP-MHP ittifakına karşı, CHP-İYİP ittifakının alternatif olmadığını söylüyorduk. Geçmişte pek çok solcu çözüm sürecine destek vermemişti. Demokrasi olmadan barış olmaz demişlerdi. Bu iki tutum da, yani CHP’den sol adına medet ummak ve çözüm sürecine destek olmamak yanlış. 

Bugün en önemli görevimiz kitlesel bir barış hareketi yaratmaktır."

Barış ve çözüm süreçleri çalışan araştırmacı Reha Ruhavioğlu ise son 5 yılda yaşananların dersleri üzerinde durdur ve bugünkü duruma dair şunları söyledi:

"Çatışmacı ortamlar bugünlerde Erdoğan’ı yeniden güçlendiriyor, çünkü muhalefeti dağıtıyor. Muhalefet ve iktidar Türklük sözleşmesi etrafında birleşiyor. Diyarbakır’da siyaseten sokağa çıkıp eylem yapmak çok zor, baskılar had safhada. Ama halkın yüzde 81’i, yani AKP’lilerin de en az yarısı kayyuma karşı. HDP üzerinde çok baskı var, bu nedenle HDP yaptığı yanlışların üzerinde düşünemiyor bile. 

Kuzey Suriye’de durum stabil olmadan Türkiye’de Kürt meselesinde adım atılamaz."

'Faşizme karşı mücadele edenler Troçki'yi okumalı'

Sosyalist Tartışma'nın ikinci günü '21. yüzyılda Troçkizm' toplantısıyla başladı. Markist.org yazarı Meltem Oral konuşmasında, Troçki'nin mücadelesi ve marksist teoriye katkıları üzerinde durdu.

Eşitsiz ve bileşik gelişme yasasıyla sürekli devrim teorisinin günümüz dünyasında olanları açıklamada güncel olduğunu vurgulayan Meltem Oral şöyle devam etti:

"Troçki’nin faşizm analizleri bugün de bizlere yol göstermektedir. Faşizmin sadece bir baskı rejimi olmadığını, kapitalizmin ekonomik, politik, sosyolojik ve psikolojik krizlerinin çözümü için başvurduğu özel bir yönetim biçimi olduğunu söyler. Faşizme karşı işçilerin birleşik cephesini önerir. Stalinizmin önerdiği burjuvazi ile birlikte oluşturulacak Halk Cephesi formülünüyse reddeder."

Otoriter rejimler ve faşizm tartışması

Dünyada sosyalist hareketin temel tartışma başlıklarında biri olan otoriterleşme dalgasının niteliği, 'Otoriter rejimler, faşizm ve diktatörlük' başlığı altında tartışıldı. 

Dünyada ve Türkiye otoriter rejimlerin kuruluşuna neden olan olgular üzerinde duran DSİP'ten Yıldız Önen, faşizmle otoriter yönetimler arasındaki farkı açıkladı. Yıldız Önen, diğer ülkelerde yaşananlarla kıyaslayarak Türkiye'de ne olduğu hakkında şunları söyledi:

"Türkiye’de de dünyadaki diğer ülkelerde olduğu gibi sağ, otoriter bir rejim var, ama Türkiye'dekinin maalesef özgün bir niteliği var. İktidarda AKP-MHP- devlet (bürokrasi, ordu ile ) ittifakı var. Erdoğan, Trump gibi tek başına bu otoriterleşmeyi sağlayamadı, MHP-AKP koalisyonu ile sağlayabildi. Bu koalisyon emperyalist rekabetin tetiklediği bölgesel rekabette güçlü bir müdahaleci dış politika izlemek, ekonomik krizi en az hasarla atlatmak için mecburi bir koalisyondu. Türk usulü otoriterizm Türk usulü faşizmden aldığı destekle daha da tehlikeli..."

Sinemacı ve yazar Melek Ulagay ise "Otoriter devlet modellerinin üç tane tanımı vardır: Faşist, otoriter ve totaliter. Bu tanımlar 2.dünya savaşı sonrası ortaya kondu. Faşist devlet örneği Hitler Almanyası, totaliter devlet örneği Stalin Rusyasıdır" saptamaları ardından şöyle devam etti: "Otoriter devlette muhalefet vardır. Türkiye ve Venezuella örneklerinde olduğu gibi. Totaliter devlette muhalefet ezilir, devlet parti ile eşitlenir, birey hakkı yok edilir, her şeyi devlet belirler. Günümüzde Çin ve Kuzey Kore totaliter devlet örnekleridir."

Lenin'in fikirlerinin güncelliği

Devrimci gelenek üzerine bir toplantı da 'Lenin'in fikirlerinin modası geçti mi?' oldu. Stalinizmin Lenin'in devamcısı olduğu gibi sağdan gelen iddialar ve solda leninizm hakkındaki efsaneler üzerine konuşan DSİP'ten Şenol Karakaş şunları söyledi:

"Devrimden yaklaşık yirmi yıl önce başlayan partileşme sürecinin ürünü olarak şekillenen Bolşevik Partisi’nin, diktatörce eğilimlerle dolu olduğu yönündeki fikir, Lenin ve Stalin arasında otomatik bir bağlantı kurmak isteyenler tarafından üretilmiştir.

Bolşevik Parti, sınıf mücadelesi tarihinde ortaya çıkan en demokratik partidir ve devrimin yenilmesinin aygıtı haline gelen Stalinist Komünist Partisi’yle hiçbir ilgisi yoktur. Stalinist Komünist Partisi, Ekim devriminin yıktığı devlet aygıtının yeni bir biçim altında yeniden örgütlenmesidir. Bir azınlık sınıf diktatörlüğünün tüm yönleriyle uygulanmasını garanti altına alan, Rusya’da işçi iktidarının, ezilenlerin tüm kazanımlarını yok eden bir azınlık sınıfın baskı aracıdır.

Genellikle partisiz mücadeleyi savunanlar, uzun tüzük ve program tartışmalarına boğulup politik ortalamacılığı net politikalara ulaşmak için yapılması gereken canlı tartışmaların yerine ikame edenler, egemen sınıfın fikirleriyle tavizsiz tartışan aktivislerin partisi yerine ancak bürokratik kurul kararlarıyla hareket eden bir aygıtı demokratik sananlar, Bolşevik Parti geleneğini tarihin çöplüğüne yollamak için çok hızlı davranıyor. Sovyet örgütlenmesi 1905 yılında yepyeni bir hareketin ifadesi olarak ortaya çıktığında, bu özyönetim organının sınıf mücadelesinde oynayacağı benzersiz rolü ilk kavrayanlar Lenin ve Bolşevikler oldu. Bolşevik Partisi’nin en önemli ve hiç eskimeyecek yanı, hareketten öğrenme kanallarını açık tutan sürekli tartışma, sürekli aktivizm ve eylem birliğine yönelen demokratik özüdür."

Kadınların özgürlüğü

İktidarın cinsiyetçi politikalarına, aşırı sağın kadınların nafaka hakkına ve İstanbul Sözleşmesi gibi kazanımlarına başlattığı saldırıya yanıtlar "Kadınların özgürlüğü: İhtimaller ve karşıt eğilimler" başlığında ele alındı.

Sosyalist İşçi gazetesi yazarı Nuran Yüce, "Dünyada çeşitli krizler var. İklim krizi, göçmen düşmanlığı, cinsiyetçilik, homofobi, ırkçılık, milliyetçilik.  AKP muhafazakâr bir parti, aileyi öne çıkaran politikalar geliştiriyor. Kadın meselesini doğurganlık üzerinden ele alıyor" diyerek kadınların kazanımlarını korumak ve geliştirmek için birlikte mücadele çağrısı yaptı. 

Avukat Funda Ata ise şunları söyledi:

"Kadına yönelik şiddetin yasada tarifi şöyle; her türlü ekonomik, psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddet. Toplumsal olarak uygun olmayan sözler ve eylemler. İstanbul Sözleşmesinde “partner” ifadesi olduğu için, bu sözleşmeden birlikte yaşayan bütün çiftler, kadın, erkek ve LGBTİ bireyler yararlanabiliyor. Muhafazakâr kesimler sözleşmenin en çok bu maddesine karşı çıkıyorlar. 

Aynı evde yaşayan partnerlerin birbirine uyguladığı şiddete karşı koruma tedbirleri alınabiliyor, bu kazanım çok önemli. Bir de nafaka konusu var, muhafazakâr kesimlerin karşı çıktığı, ömür boyu nafaka verildiğini iddia edip, buna karşı çıkıyorlar. Nafaka olarak verilen paralar 300-400 TL ile sınırlı, bu bile gözlerine batıyor.

Yine çıkarılmaya çalışılan bir başka yasa, aile anlaşmazlıklarında arabulucuyu devreye sokmak. Bu çok tehlikeli, şiddet uygulayan eşin tekrar şiddet uygulamasının önü açılır. Zaten İstanbul Sözleşmesinde “aile hukukuna arabulucu giremez” diye bir madde var, sözleşme iptal olmadan bu yasayı çıkaramazlar. 

İktidar kadınlar için bazı şeyler de yapmaya çalışıyor, mesela “ev işleri üniversitesi” açmak istiyor. Bu okulda ev işleri nasıl yapılırı öğretecekler. Bütün karşıtı uygulamalara karşı mücadele etmeliyiz."

İklim krizini durduralım!

Dünyada 7 milyondan insanın katıldığı 20 Eylül İklim Grevi'ni Türkiye'de inşa eden aktivistler mücadelelerini anlattı.

Fotoğraflar eşliğinden bir sunum yapan ilkokul öğrencisi Ali Karakoç, İstanbul'da 20 Eylül grevinde yaşananları aktardı.

Toplantının moderatörlüğünü yapan Yokoluş İsyanı'nda Ecem Albayrak ise şunları söyledi:

"Karbon emisyonlarının hemen sıfırlanması gerekiyor. Hükümetler Paris Anlaşmasına göre emisyonlarını sıfırlamak için belli tarihler verdiler. İngiltere 2025 yılında, Türkiye 2030 yılında emisyonlarını sıfırlamayı taahhüt etti. 

İklim konusunda dünyada özellikle iki oluşum göze çarpıyor. Birisi Yokoluş İsyanı, diğeri Gelecek için Cumalar (FFF) hareketi. Yokoluş isyanının en önemli talebi “bize iklim konusunda gerçekleri söyleyin” şeklinde. FFF hareketi ise “Bilimin arkasında birleşin” sloganını öne çıkarıyor. Bu hareketler için en önemli itici güç bir BM kurumu olan IPCC’nin yayınladığı ve dünyanın hızla bir felakete doğru sürüklendiğini anlatan raporlar oldu. 

Türkiye’de çeşitli aktivistlerin, hareketlerin katılımı ile Sıfır Gelecek Platformunu kurduk ve dünya çapında gösterilerin yapıldığı 20-27 Eylül eylemlerini örgütledik. Sıfır Gelecek içinde Yokoluş İsyanı, FFF hareketi, Antikapitalistler, Yeşiller, 350.org gibi topluluklar var. 

20 Eylül’de önce Kadıköy’de basın açıklaması yaptık, sonra Yoğurtçu Parkına yürüdük. Parkta stantlar açtık, akşam konser düzenledik. Bu eylemler İstanbul’un yanı sıra, Muğla, İzmir, Ankara, Eskişehir, Antalya vb. 20 ilde daha yapıldı. Eylemlere İstanbul’da 3500 kişi, toplamda 10 bin kişi katıldı. 

Dünyada ise milyonlarca insan eylemlere katıldı. Mesela Yeni Zelanda’da nüfusun yüzde 4’üne tekabül eden 150 bin kişi katıldı. 1116 yerel yönetim “iklim acil durumu” ilan etti." 

Antikapitalistler'den Onur Korkmaz, küresel kapitalizmin bu krizi çözemeyeceğini vurguladı:

"İklim krizinin faturası en çok göçmenlere, yoksullara, kadınlara ve çocuklara çıkıyor. IPCC raporuna göre şimdiden tedbir alınmazsa 2030 yılına kadar karbon emisyonları sıfırlanmazsa dünyanın yıkımını artık durduramayacağız, geri dönüşümüz olmayacak. 

İklim eylemcileri olarak bizler bütün dünyada son bir yıldır sokaklara çıkıyoruz, hayatı durduruyoruz. İklim adaleti istiyoruz, faturanın patronlara kesilmesini istiyoruz."

Greta Thrunberg'in tek başına başlattığı iklim grevi, milyonlarca öğrencinin katıldığı bir harekete dönüştü. Gelecek için Cumalar (FFF) aktivisti Selin Gören mücadelelerini şöyle anlattı:

"Bizler sokaklara çıkarak hükümetlerin bilimin söylediğine kulak vermesini sağlamaya çalışıyoruz. Aktivistler olarak dünyanın her yerindeki doğa olayları için harekete geçiyoruz. Bir sonraki grevimiz 29 Kasımda, alışveriş çılgınlığını protesto edeceğiz. 

Türkiyeli aktivistler olarak dünyadaki grev çağrılarına bizler de katılıyoruz. 15 Marttan bugüne epeyce ilerleme kaydettik. İngiltere parlamentosu iklim acil durumu ilan etti. Öğrencisi olduğum lisenin “eko okul” olması için yönetimle birlikte çalışıyoruz. Her yerde “iklim acil durumu” ilan edilmesi için çalışmalar yapıyoruz."

İklim değişikliğiyle küresel mücadele yürüten 350.org'dan Ege Tok ise şu değerlendirmeyi yaptı:

"Beyaz Saray önünde yapılan sivil itaatsizlik eylemleri her yere yayıldı. Kentler iklim krizinin hem faili, hem de mağduru. Kentlerde karbon emisyonları azaltılmalı, iklim acil durumu ilan edilmeli. 

İklimle ilgili çalışan yerel hareketler de var. Mesela Muğla’da yerel hareketler termik kömür santrallerinin yarattığı kirlenmeye karşı mücadele ediyorlar. Muğla’daki bu santraller, Türkiye’nin karbon emisyonunun yüzde 20’sini salıyorlar. Başımıza kötü şeylerin gelmemesi için çalışmamız gerekir."

Toplantının son konuşmacısı, yıllardır küresel iklim değişikliğini gündeme getiren ve iklim hareketine büyük katkılarda bulunan Ömer Madra'ydı. Açık Radyo kurucusu Ömer Madra şu vurguları yaptı:

"Her nesil doğal kaynaklardan eşit koşullarda yararlanmalı, her kaynak yenilenebilir olmalı. Fosil yakıtlar sıfırlanmalı, iklimi değil sistemi değiştirmeliyiz." 

"Rosa Luxemburg 'ya sosyalizm ya barbarlık' demişti. Önerisi kitle greviydi. Şimdi bütün dedikleri oluyor."

'Türleri açıklayan en iyi kuram'

Sosyalist Tartışma’nın üçüncü günü ‘Evrim teorisi gerçek mi?’ toplantısıyla başladı. 

Akademisyen Tolga Yıldız’ın, Darwin’in keşfi hakkında “Evrim kuramı da bugün tek hücreli canlıdan insana kadar tüm canlı türlerinin nasıl ortaya çıktığını, nasıl geliştiğini, bir kısmının ne zaman ve neden yok olduğunu açıklayabiliyor. Elbette bu konularda diğer bilim dallarından, özellikle jeoloji ve antropolojiden destek alıyor. Bu konuyu daha doğru açıklayabilen yeni bir kuram ortaya çıkana kadar evrim kuramı geçerli olmaya devam edecektir” değerlendirmesini yaptı ve ekledi: “Darwin’in evrim kuramına Marksist biyologların en büyük eleştirisi, canlı bireyin pasif bir rolde olmasıdır. Marksist biyologlar, evrim sürecinde canlı bireylerin daha aktif rolleri olduğunu söylerler.”

Yazar Mustafa Arslantunalı ise “Dünyadaki canlı türlerini açıklamak için elimizde evrim kuramından daha iyi bir kuram yok” tespitini yaptı.

Irkçılık, göçmen düşmanlığı, aşırı sağ…

Günümüzde yükselişleriyle dikkat çeken aşırı sağ ve ırkçı hareketler nasıl tanımlanmalı? Bu güncel tartışma başlığında, araştırmacı yazar Polat Alpman ve akademisyen Ferda Keskin konuştu.

Polat Alpman:

 “Popülizm ideolojisinin dayandığı zemin milliyetçiliktir. Milliyetçi ideolojinin yetmediği noktalarda ise ırkçı yaklaşımlar gelişir. Irkçılığı besleyen milliyetçilik ideolojisidir. 

İlk ırkçılık ideolojisi, Afrika’daki insanları köleleştirmek için Avrupalı sömürgeciler tarafından icat edildi. Afrikalıların köle olabileceği “bilimsel” olarak ispatlandı, çünkü onlar insan değildi. 

Şimdilerde ise milliyetçilikten beslenen kültürel ırkçılık yaygın. Ekonomik kriz dönemlerinde, milliyetçi ideoloji kolayca ırkçılığa evrilebiliyor. Milliyetçi kitle, göçmenle karşılaştığında ırkçı olur. Göçmenler yurttaş olmadığı, onları koruyan bir ulus olmadığı için, geçmişteki kölelere benzer şekilde insandan sayılmazlar, insan hakları konusu göçmenlere uygulanmaz. Bütün bunların sebebi milliyetçi ideolojidir.”

Ferda Keskin:

“Küresel kapitalizm bir kriz içinde. Göçmenler kriz nedeniyle doğal olmayan sınırları aşarak yaşayabileceklerini düşündükleri yerlere gidiyorlar.” 

“Neoliberal kapitalizm krize girince, ulus devletler tekrar popüler oldu, kapitalistler kendi ulusal sınırlarına çekilmeye başladı. Irkçı yaklaşımlar artınca, karşıt olarak kimlik mücadeleleri öne çıktı, ama ırkçılığa karşı mücadelede, kimlik mücadelesi yeterli değildir. Kapitalizme karşı mücadele etmek gerekir.” 

Sanayi 4.0 ve işçi sınıfı

Robotlar, insansız fabrikalar, öğrenen makineler işçilerin yerini mi alacak? Sanayi 4.0 kavramı hangi gerçekliği ifade ediyor? Teknolojik dönüşümler toplumsal yapıyı değiştirecek nitelikte mi?

Enternasyonal Sosyalizm dergisi yazarı Özdeş Özbay: 

“Dünyada teknolojik bir değişim, dönüşüm süreci yaşadığımız bir gerçek. Ama bunun hızı konusunda abartılı öngörüler var. 90’lı yıllardan beri işçi sınıfının ortadan kalkacağını iddia edenler oldu. 2008 krizi sonrası böyle söyleyenlerin bir kısmı özeleştiri verdi, işçi sınıfının yok olmadığını anladılar.

Solda gidişatı olumlu gören iyimserler var, “artık çalışma, zorunlu olmaktan çıkacak” diyenler var. Bir de “işsiz ve aç kalacağız” diyen kötümserler var. Şimdilik her iki görüş de doğrulanmadı. 

Bu süreçte en göze çarpan değişim hizmetler sektörünün büyümesi oldu. Ama hizmet sektörünün meta üretme biçimi ile sanayi sektörünün meta üretme biçimi arasında temelde bir fark yok. Çağrı merkezi işi bunun en somut örneği. Bu nedenle hangi sektörde çalışırsa çalışsın, bütün emeği ile geçinenler işçidir.

Teknoloji gelişti, ama çalışma sürelerimiz kısalmadı. Çünkü kapitalizm artı değer sömürüsü üzerine kurulu, bunun için de işçilerin çalışması gerekli. Teknoloji gelişti, bazı işler ortadan kalktı, ama bazı yeni iş alanları ortaya çıktı.

Gıda üretimi, teknoloji sayesinde çok gelişti, bugün dünya gıda üretimi 10 milyar insanı rahatlıkla besleyecek düzeyde, ama 850 milyon aç insan var. Bu da kapitalist sistemin bir sonucu. Yoksul insanların gıdaya harcayacak yeterince paraları yok. 

Bir gün işçi sınıfı yok olursa, zaten kapitalistler de yok olmuş demektir, çünkü kar edemeyen, artı değer sömürüsü yapamayan kapitalizm yok olur.” 

Akademisyen ve Açık Radyo programcısı Haluk Levent:

“Sanayi 4.0; Veri işleme sistemleri, nesnelerin interneti, sibernetik sistemler ve 3D yazıcıların gelişmesi ile gündeme geldi. İnternet sayesinde tüketiciler olarak bizler sürekli kontrol altındayız. Teknolojik gelişim, üretim yerlerindeki işgücünü azaltıyor. Ama çalışma saatleri azalmıyor. 

Şimdilerde sanayi 5.0’dan bahsedilmeye başlandı. Sanayi 5.0, biyolojinin endüstride kullanılması demek. Böylece evrim süreci yönlendirilebilecek. Genetik kod yazılımı sürekli gelişiyor. Bu sistemde uygun genetik kod yazılımları sayesinde hastalıklar ortadan kaldırılabilecek, güçlü insanlar yaratılacak. Ama sanayi 5.0, özel mülkiyet altında, kapitalizm altında ortaya çıkarsa, sonumuz yıkım olabilir. Teknolojinin geliştiği, bolluğun yaşandığı bir dönem içinen doğru sistem komünizmdir, aksi takdirde insanlık olarak imha oluruz.”

'Antikapitalist sola ihtiyaç var'

Üç gün boyunca çok sayıda katılımcının katkılarıyla geçen İstanbul'daki Sosyalist Tartışma'nın kapanışında konuşan DSİP üyeleri Dila Ak ve Şenol Karakaş, egemen sınıfların krizleri, küresel mücadele ve örgütlenme deneyimlerine işaret ederek, dünyadaki koşulların antikapitalist bir alternatifin büyümesi için fırsatlar sunduğuna dikkat çektiler ve katılımcıları DSİP'e üye olmaya davet ettiler. 

Bültene kayıt ol