Barış İçin Akademisyenler’in yargılandığı davalarda Anayasa Mahkemesi kararıyla arka arkaya beraatler geliyor. Sosyalist İşçi gazetesi 3 yıldır barış akademisyenlerine haksızlık yapıldığını söylüyor ve baskılara maruz kalan, işten atılan, hapis cezalarına çarptırılan akademisyenlerle dayanışıyor.
Anayasa Mahkemesi kararı ve sonrasında gelişen süreci, imzacı akademisyenlere sorduk.
Yasemin Özgün (Anadolu Üniversitesi’nden ihraç):
Tabii ki beraatlara çok sevindik ama bu her şeyin bittiği anlamına gelmiyor, önümüzde pek çok mücadele bulunuyor. Bu 3 yıllık süreçte niye suçlu bulunduk, neden beraat ettik? Türkiye’de hiçbir zaman hukuk devleti yeterince işlemedi ama son dönem hukukun esamisinin bile okunmadığı bir durumda kalındı. Neyin suç neyin ceza olduğunun iktidar ilişkilerine ve o anki konjonktüre göre değiştiği bir ülkede yaşıyoruz. Biz de bu şekilde nasibimizi aldık. Şu anda beraatlara seviniyoruz ama buruk bir sevinç bu, sonuçta bir arkadaşımız öldü, birçok insan çok ciddi yara aldı, sadece bizler değil gazeteciler, hukukçular, öğretmenler, pek çok çalışan kesim bu uygulamalardan nasibini aldı. Akademisyenlere bu bildiri olmasaydı da bir şekilde saldırılacaktı. Muhalif olmaktan, olan bitene ses çıkarmaktan, insan haklarına çağrı yapmaktan bizi cezalandıracaklardı. Biz “bu suça ortak olmayacağız” dedik ve olmadık, belki çok büyük bir yol kat etmedik ama en azından onurlu duruşumuzu bir şekilde sürdürdük. Bundan sonra barış için mücadele etmeye devam edeceğiz. Aynı zamanda da keyfi birtakım uygulamalarıyla bu sürecin ekmeğine yağ süren rektörlerin, idarecilerin, kraldan çok kralcı olanların yaptıklarının yanlarına kâr kalmaması gerekiyor. Anadolu Üniversitesi rektörü, “bu akademisyenlere evrak da, öğrenci de teslim edilemez” demişti. Evrakla öğrenciyi bir araya getiren insanlara üniversiteler teslim edildi.
Daha işimize dönmedik önümüzde uzun bir yol var ama bu süreçte en önemlisi dayanışmayı sürdürmemiz, birlikte mücadele etmemiz oldu. 2200 akademisyenin bir arada durması, aynı suçtan yargılanması ve bu süreçte dimdik durması çok kolay değildi ama bunu büyük oranda başardık. Bu bence bizim açımızdan büyük bir kazanım. Türkiye akademisi açısından önemli bir deneyim oldu. Hepimiz farklı yaşlarda, farklı statülerde, farklı uygulamalara maruz kaldık ama bir arada durmayı başardık, bu da onlara ders olsun.
Ferda Keskin (Bilgi Üniversitesi):
BAK davası çok da beklenmeyen bir şekilde sonuçlandı. Hem çıkan sonuç hem de bu sonucun çıkış biçimi bakımından... Siyasetin hukuku rehin aldığı, her mahkemede ayrı hatta aynı mahkemede bile ayrı hükümlerin verildiği bu garip yargılama sürecinin adeta “sanıkların” gıyabında beraatle sonuçlanmasına bir çok açıdan bakmak mümkün. Örneğin, beraatlerin nedenleri üzerinde spekülasyonu gerektiren siyasi bir analiz yapılabilir. Ya da sürece hukuk açısından bakılabilir. Ama ben şu anda sadece sonuca odaklanmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Yani yaşanan hukuki süreç ne olursa olsun, kararın arkasındaki nedenler ne olursa olsun BAK davasında yargılanan akademisyenlerin verdiği ulaşmak istediği her yere ulaşmış ve haklı olduğunu kabul ettirmiştir. Bu ise Türkiye’nin siyasi tarihinde bir dönüm noktası olmaya adaydır. İktidara karşı risk alarak doğruyu söylemenin cezalandırılamadığı bir dönüm noktası...
Can Irmak Özinanır (Ankara Üniversitesi’nden ihraç):
Biz bildiriyi imzalarken yaptığımızın suç olmadığını, ifade özgürlüğümüzü kullandığımızı çok iyi biliyorduk. O yüzden başından beri “Barış istemek suç değildir” diyorduk. Şimdi, AYM kararı sonrası mahkemeler de suç olmadığını söylüyor. 2016 Ocak’ından beri sadece barış istediğimiz için tehditlere, soruşturmalara, işten çıkarmalara, ihraçlara, mahkemelere maruz kaldık. Bazı hocalarımız hapse atıldı. Bir hocamız, Mehmet Fatih Traş elinden dönem ortasında dersleri alınınca intihar etti. Bugün çıkan hiçbir karar onu geri getirmeyecek, anısını yaşatmak sadece imzacı akademisyenlerin değil, bu mesleği yaşatmak isteyen herkesin görevi. Şimdi yapılması gereken bütün zararların tazmin edilmesi, işten atılanların derhal atıldıkları üniversitelere geri döndürülmesi. Ancak ben de dâhil ihraç edilen arkadaşlarımızın hepsi hâlen OHAL Komisyonu’nda bekletiliyor. Aşağı yukarı 3 yıldır işsiziz, birçoğumuz akademik faaliyetlerimizi asla bırakmadık ama ister istemez aksadı.
Öte yandan sürecin sadece “mağduriyetler” ile anılması doğru olmaz, mağduriyetten de önemlisi bu üç yılda gelişen dayanışma ve direnç oldu aslında. Türkiye’nin dört bir yanında dayanışma akademileri kuruldu, parklarda dersler yapıldı, başka bir üniversitenin kurumların dışında da yaşatabileceği görüldü. Başta Eğitim-Sen olmak üzere KESK çok önemli bir sınav verdi ve bütün üyeleriyle dayanışmaya devam ediyor.Evet, derhal işimize dönmek istiyoruz ama mücadele burada bitmiyor. Üniversitelerin toplumdan, emekten ve doğadan yana demokratik kurumlar hâline dönüştürülmesi mücadelesi hâlen bizi bekliyor. 3 yıldır sürmekte olan dayanışmanın ve bu dönemin deneyimlerinin bu mücadeleye büyük katkıda bulunacağını düşünüyorum.
(Sosyalist İşçi)