"Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzaladığı için Ankara Üniversitesi'nden ihraç edilen DSİP üyesi akademisyen Merve Diltemiz Mol, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24 yönetiminde, Guardian Vakfı’nın desteğiyle yürütülen Objective Araştırmacı Gazetecilik Eğitim Programı kapsamında OHAL'de LGBTİ olmak başlıklı bir belgesel çekti.
“Bu kısa belgeseli çekerken öncelikli isteğim, OHAL’in LGBTİ+’lara ne yaptığını göstermek, tarihe küçük bir not düşmekti” diyor Merve Diltemiz Mol, 2017’de, OHAL’in tam ortasında çekmeye başladığı OHAL’de LGBTİ Olmak belgeseli için.
Bağımsız Gazetecilik Platformu P24 yönetiminde, Guardian Vakfı’nın desteğiyle yürütülen Objective Araştırmacı Gazetecilik Eğitim Programı kapsamında ortaya çıkan belgeselin, aynı zamanda Türkiye’deki LGBTİ+ hareketi ve hareketin mücadele hattı üzerine yazdığı yüksek lisans tezinde yanıt aradığı sorulara da katkı sunduğunu vurguluyor Mol, üstelik KHK ile işten çıkarılmış bir akademisyen olarak.
Türkiye’nin farklı şehirlerindeki LGBTİ+ aktivistlerin hem bireysel hem örgütsel anlamda OHAL sürecinde yaşadıkları zorluklara, kazanılmış haklarını bu süreçte kaybetmelerine ve aktivistlerin baskı dönemlerinde geliştirdikleri yaratıcı ve alternatif mücadele yöntemlerine odaklandığı çalışmaya dair amacını da aynı kanaldan ilerleyerek özetliyor; “OHAL’in yarattığı baskı ortamı, daha ziyade, benim de işimden ayrılmama sebep olan KHK’ler üzerinden anlaşıldı ve tartışıldı. Öte yandan doğrudan bir KHK’nin hedefi olmamış, söz gelimi kapısına kilit vurulmamış bir LGBTİ+ derneğinin daha evvelki faaliyet alanlarını, mücadele pratiklerini ve dayanışma yöntemlerini kaybedişini anlayabilmek için, daha mikro düzeyde, bireysel olarak aktivistlerin deneyimlerine odaklanmanın hareketin mevcut durumunu ve gelecek projeksiyonunu anlamaya katkı vereceğini düşündüm” diyor, aslında olağanüstü halin LGBTİ+’lar için çok erken yaşlarda başladığını hatırlatarak…
Merve Diltemiz Mol’la belgeselinin hikâyesini konuştuk.
Her ne kadar belgeselde anlatılıyor olsa da, belgeselin çekildiği bağlamı, LGBTİ+’ların ve aktivistlerin üzerindeki baskının hangi dönüm noktalarında arttığını bize biraz daha anlatmanız mümkün mü?
Türkiye’nin farklı yerlerinde yaşayan, farklı örgütlenme deneyimlerine ve düzeylerine sahip LGBTİ aktivistleri açısından bu dönüm noktaları farklılık gösterebiliyor. Yani tüm LGBTİ+’lar, gerek olağan zamanlarda, gerekse “olağanüstü haller”de, değişen biçim ve oranlarda baskı ve zorlamalarla karşı karşıya kalabiliyor. Benim görüşmelerden edindiğim genel izlenim, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, özellikle sokakta faaliyet yürütmenin zorlaştığı, demokratik muhalefet alanının daraldığı yönünde. Dolayısıyla OHAL’in ilanı, bu tarihin yaklaşık 1 yıl sonrasına denk gelse de, 7 Haziran’ı bir milat olarak kabul edebiliriz. OHAL’in ilanı ise röportajlarda da ifade edildiği gibi, artan baskının kurumsal bir nitelik ve hukuksal bir dayanak kazanması anlamına geldi. Zaten izin verilmeyen gösteriler daha planlama aşamasındayken, hatta Ankara örneğinde olduğu gibi herhangi bir sınıflandırmaya ihtiyaç duyulmaksızın topyekûn yasaklanabildi.
Belgeseldeki bazı kişiler, LGBTİ+’ların hayatlarının her zaman olağanüstü hal olduğuna da değinerek, OHAL ilanlarının sadece bu durumun adını koyduğunu, asıl değişimin ve baskının LGBTİ+ hareketinin güçlenmesiyle, görünür olmasıyla başladığından bahsediyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Aslında bu durumun dünyanın farklı yerlerindeki LGBTİ+ hareketi için geçerli bir tespit olduğunu söylemek herhalde abartılı olmaz. Gerçekten de LGBTİ+’lar için olağanüstü hal, çok erken yaşlarda başlar ve okulda, işyerinde, kamusal alanlarda devam eder. Cinsiyet kimliğinin kendisi bir baskı sebebine dönüştüğünde, bu kimliği başkalarına göstermenin, yani “açılma”nın bedeli de geleneksel cinsiyet kodlarına uygun olarak inşa edilmiş bir toplumun ve devletin reaksiyonlarına maruz kalmak olur. Görünür olma mücadelesinin anlamını ve motivasyonunu biraz burada aramak gerekir. Görünür olmak; hem olağandışı uygulamaların hayatın her alanını kapsamasına hem de bu hallerle mücadelenin yaşamın tamamına yayılmasına yol açar. Dolayısıyla LGBTİ+ hareketi açısından görünür olmak, mücadelede kat edilen mesafeyi gösterdiği gibi, karşı tepkilere, hareketlere de bahane oluşturabilir.
Belgeseldeki birçok görüşmede, LGBTİ+ hareketinin bazı kazanımlarını -polisin ve şiddet uygulayabilecek diğer aktörlerin daha hesap verebilir olmasını sağlayarak şiddet uygulamalarının önüne geçebilme gibi- OHAL’le beraber kaybettiğinden bahsediliyor. Ayrıca cezasızlık rejimiyle beraber şiddetin cesaretlendirildiğinden ve toplumsallaştırıldığından da bahsediliyor. Sizin de dediğiniz gibi, muhalefet alanının daraldığı bir siyasi ortamda belgesel çekmek gibi girişimlerin şiddetin önüne geçmek konusunda nasıl bir işlevi olur?
Tek başına bu çalışmanın böyle bir sonuca hizmet edeceğini ileri sürmek herhalde fazla iddialı olur. Öte yandan şiddeti ve hukuksuzluğu teşhir etmek, bu tür uygulamaların faillerin yanına kalmayacağını göstermek açısından anlam taşıyabilir. Aynı zamanda toplumun geri kalanına da, yaşanan ihlalleri göstermek, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığını anlatmak, önyargı ve ayrımcılıkla mücadele için tamamlayıcı nitelikte olabilir. Belki de bu sebeple LGBTİ+ hareketi için hukuksuzlukların teşhir edilmesi, temel hak ve özgürlüklerin sahiplenilmesi, ayrımcı ve ötekileştirici dilin nasıl hayatımıza girip yaygınlaştığının gösterilmesi, özellikle medyanın yeni bir dil kullanması doğrultusunda teşvik edilmesi, her zaman ajandanın en üstlerinde yer almıştır. Mevcut çalışmanın da bu doğrultudaki çalışmalara bir katkı olarak görülmesini isterim.
Belgeselin son kısmında OHAL döneminde üretilen yaratıcı ve alternatif mücadele yöntemlerine ve alanlarına değiniliyor, ki sizin belgeseliniz bunun bir parçası aslında. Farklı ifade yollarının sunabileceği farklı olanaklar, bu yoklukta açabileceği kapılar neler olabilir?
Toplumsal hareketlerin mücadele stratejileri, kaçınılmaz olarak içinde bulunulan toplumun, yasal yapının ve uygulamaların niteliğine göre belirlenir. Zaten bu yüzden bir yerdeki mücadele deneyimlerini olduğu gibi başka bir yere taşımak mümkün olmaz. Mücadelenin zamana ve mekâna dayalı birtakım öncelikleri, talepleri, ihtiyaçları olabilir. OHAL dönemi, kendine has bazı özellikleri olan, yeni mücadele yöntemleri geliştirmeyi ve daraltılan demokratik alanın sınırlarını zorlamayı zorunlu kılan bir uygulamalar bütününü ifade ediyordu. Yürüyüş yap(a)mamak, bir bütün olarak yürüyüşün eylem repertuvarından çıktığı anlamına gelmez. Bununla birlikte eğer talepler başka mecralarda da ifade edilebiliyorsa, mücadele başka alanlara da taşınabiliyorsa, geleneksel yöntemler üzerindeki kısıtlamaları bir sorun olarak kabul edip bu kısıtlamaların kaldırılması için çalışırken başka kapılardan içeri girmeye, yeni yöntemler ve araçlar keşfetmeye de açık olmalıyız. Hareket ancak bu şekilde ilerleyebilir ve yaratıcı enerjisini akıtacak bir kanal bulabilir.
Röportajlarda aktivistlerin ve LGBTİ+’ların sokak, sosyal medya gibi alanlardan çekildiğinden, sosyal medya paylaşımlarından ötürü gözaltı ve tutuklamalar yapıldığından da bahsediliyor. Özetle ifade özgürlüğünün engellendiği bir ortamdan bahsediyoruz. Böyle bir ortamda aslında oldukça zorlu ve riskli bir iş olarak bu belgeseli çekmişsiniz. Bu tür çalışmaların engellerle karşılaşacağını düşünüyor musunuz?
OHAL’in bir sonucu da, bunun gibi bir soruya gönül rahatlığıyla yanıt vermenin zorlaşması oldu. Bu kısa belgeseli çekerken öncelikli isteğim, OHAL’in LGBTİ+’lara ne yaptığını göstermek, tarihe küçük bir not düşmekti. OHAL’in yarattığı baskı ortamı, daha ziyade, benim de işimden ayrılmama sebep olan KHK’ler üzerinden anlaşıldı ve tartışıldı. Bunda da şaşıracak bir şey yok. Öte yandan doğrudan bir KHK’nin hedefi olmamış, söz gelimi kapısına kilit vurulmamış bir LGBTİ+ derneğinin daha evvelki faaliyet alanlarını, mücadele pratiklerini ve dayanışma yöntemlerini kaybedişini anlayabilmek için, daha mikro düzeyde, bireysel olarak aktivistlerin deneyimlerine odaklanmanın hareketin mevcut durumunu ve gelecek projeksiyonunu anlamaya katkı vereceğini düşündüm.
Belgesel bittiğinde OHAL kaldırılmıştı, fakat OHAL bugün de fiili olarak devam ediyor. Belgeseliniz 2019’u da kapsıyor olsaydı, röportaj yaptığınız kişilere başka ne gibi sorular sormak isterdiniz?
2019’un ilk yarısında en önemli başlıklardan biri yerel seçimlerdi. LGBTİ+’ların yerel yönetimlere talip olan adaylarca ne kadar görüldüğü, ne kadar işbirliği yapıldığı, yerel yönetimlerden ne gibi talepleri olduğu, belediyelere neler düştüğü, daha kapsayıcı ve çeşitli bir kent yaşamını inşa etmek için demokratik alanı genişletmenin neden önemli olduğu üzerinde durulabilirdi.
(Sumru Tamer, susma24.com)