Sosyalist İşçi gazetesi, Ankara'da HDP'den Çankaya Belediye Başkan Adayı olan Filiz Kerestecioğlu'yla erkek siyaseti ve kadın hareketinin bunun karşısındaki tutumunu konuştu.
Çankaya İlçesi Belediye Başkan Adayı olduğunuzu açıklarken özellikle “erkek siyaset”e karşı bir vurgu yaptınız. Kent ve kadın ilişkisi bağlamında neler yapmak istediğinizi anlatır mısınız?
Erkek siyaset dediğim Türkiye’nin geneline yayılan bir düşünce biçimi aslında. Sadece yereli kast ederek söylemiyorum. Özellikle siyasetçilerin kullandığı söylemler, militarizm, hiyerarşi, her yerde adaylıklara baktığımızda özellikle partilerde yerel seçimlerde gösterilen kadın adayların azlığı, neredeyse yokluğu aslında erkek egemen siyasetin tezahürleri. Parti olarak sadece HDP bunun dışında kalıyor. Her zaman olduğu gibi biz eşbaşkanlarla eşit temsili öngörüyoruz.
Ankara’da da yine birçok yerde olduğu gibi, yerel siyaset çok önemli olmasına rağmen, yine aynı tektiplik içinde bir siyaset yürütülüyor. Belediye meclisleri çok önemli yerler olmasına rağmen, oralar da sanki bir rant aracı gibi veya işte başkanlığa odaklı bir sistem üzerine yürüyor. Biz yerel yönetimin güçlenmesini demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından biri olarak görüyoruz. Dolayısıyla Ankara’da da aslında yapmak istediğimiz şeylerden biri sözümüzü söylemek. Bizim stratejimiz genel olarak bölgede kazanacağız, atanan kayyumların yerine oraları alacağız ve daha fazlasını alacağız ama batıda da kaybettireceğiz üzerine kurulu bir siyaset. Ankara’da da beş ilçede aday çıkararak, sözümüzü söylemek ve iddiamızı göstermek istiyoruz. En azından yerele siyaset açısından, Ankara’nın sorunları açısından vurgular yapmak istiyoruz. Bunu halkın katılımını daha fazla sağlayabileceğimiz, insanları özellikle belediye meclislerine oy vermeye çağırarak, o meclislerin önemini vurgulamak istiyoruz.
Şehrin çok sayıda da sorunu var. Örneğin; şehir hastaneleri: Numune, Hacettepe Tıp, Ankara Tıp... Ankara, gençliğim de burada geçtiği için özellikle biliyorum, bir hastaneler bölgesidir. Orada insanların çok daha kolay ulaşabileceği, daha nitelikli hizmet verilebilecekken ve orası şehrin bir sağlık merkezi hâline dönüşebilecekken “müşteri esaslı” çalışan bir şehir hastaneleri sistemi kuruldu ve bu hakikaten sağlığın da ticarileşmesi anlamına geliyor. Oraya insanların nasıl ulaşabileceği ve nasıl hizmet alabilecekleri de bir soru işareti.
Bunun dışında sürekli sellerle, alt geçitlerde tıkanmalarla batan bir şehir var. Türkiye’nin başkenti ama ne ulaşım sorununu, ne de altyapı sorununu çözebilmiş durumda. Burada her şey rant peşinde, müteahhitlik hizmetleri üzerine kuruluyor. Ankara maalesef alışveriş merkezlerinde birinci bir şehir. Böyle anılmaması gereken bir şehir. Ankara’da 20 tarım ürünü var ki bütün şehri besleyebilir, buna rağmen tarım ve hayvancılık öldürülme noktasına gelmiş. Halbuki Ankara’nın kent bostanlarının olması, tarımın canlanması ve sadece kendine yeten değil etrafına da yeten bir şehir olması mümkün.
Tabii, kültür ve sanat açısından baktığımızda çok eksik görüyoruz. Kadınlar açısından baktığımızda da yine bir çok kentte olmadığı gibi şiddetin önlenmesi için önlemler alınmıyor. Tabii ki idarenin İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması, hayata geçirilmesi gibi farklı önlemler alınması gerekiyor ama sığınakların da olması gerekiyor çünkü şiddete uğrayan kadınların sığınabileceği yer yok. 100 bin nüfuslu yerlerde sığınak olması zorunlu ama Ankara’da da bunu göremiyoruz. Ancak işte kadın misafirhanesi denilen 1-2 yer hizmet verebiliyor ki, özellikle göçmen kadınlar veya genel olarak kadınlar açısından baktığımızda bir kent siyasetinde yine kadınların şiddete karşı mücadeleye hem STK’ların desteklenmesi anlamında, hem de şiddete maruz kalanların korunabilmesi, yerleştirilebilmesi, rehabilitasyonu anlamında bir politika üretilmediğini görüyoruz. Aynı şekilde bütün kentlerde olduğu gibi parkların aydınlatılması, sokakların aydınlatılması gibi toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçenin kent bütçesine de yansımadığını görüyoruz. Kadınların olmadığı bir yerde, bunların dillendirilmesi ve hayata geçirilmesi kolay olmuyor. O yüzden bizim amacımız bu yerel seçimlerde, özellikle eşbaşkanlıkların dışında, belediye meclislerinde de, muhtarlıklarda da olabildiğince kadının görev alabilmesi.
Son yıllarda sadece Türkiye’de değil bütün dünyada otoriter yönetimlere karşı kadın hareketinin sokağa çıktığını görüyoruz. Donald Trump’a karşı, Bolsonaro’ya karşı en güçlü ses kadın hareketinden geliyor. OHAL’de de en güçlü eylemleri kadın hareketi yaptı. Politikada bu harekete dönük nasıl bir kanal yaratılabilir?
Bizler özellikle zaten o kadın hareketinin zaten sesini meclise taşımak, parlamentoda da bu sesi var edebilmek için, onların temsilcileri olarak oradayız. Kendinden menkul insanlar değiliz. Ben kadın hareketinin içinden gelen, yıllardır orada mücadele eden feminist bir kadın olarak orada bulunuyorum.
Tabii ister ABD olsun, ister Türkiye veya başka ülkelerde özellikle muhafazkâr sağ politikaların gündemde olduğunu görüyoruz. Kadınlar birinci dalgadan, Sufrajetlerden ve daha öncesinden başlayarak, sonra ikinci dalga 60’lar 70’ler ve Türkiye’de 80’lerde feminist hareketle çok önemli kazanımlar elde ettiler. Dünyada da Türkiye’de de bu böyle. Kazanılan haklardan geri adım attırmak kolay değildir. Kadınların mücadelesi bu nedenle öne geçiyor çünkü bütün bu sağ muhafazakâr politikalar aslında kadın kazanımlarını gasp etmeye uğraşıyor. Türkiye’de de bunun birçok örneğini gördük. Aynı şekilde farklı ülkelerde de bu görülüyor: Bazen kürtaj hakkına ilişkin, bazen istihdama ilişkin oluyor. Çocukla evliliği aynı cümlede anmak istemiyorum ama buna yeltenenler oluyor ve dolayısıyla kadınlar da özellikle Türkiye’de Medeni kanun, Ceza Kanunu, 6284, İstanbul Sözleşmesi gibi çok sayıda kazanımı geri vermemek üzerine mücadele ediyorlar. Bunun parlamentoyla, bizlerle bağı var. Biz de onların sesi olmaya çalışıyoruz. Çok somut bir örnek: Çok yakın zamanda Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun alt komisyonu olarak İstanbul Sözleşmesi’nin Uygulanmasının Denetlenmesi alt komisyonu kuruldu. Buna biz önayak olduk ama bu kadın hareketinin gücü olmasaydı bizim de bunu parlamentoda yapmamız kolay olmazdı.
Röportaj: Can Irmak Özinanır
(Sosyalist İşçi)