“Hepimiz göçmeniz, ırkçılığa hayır” kampanyasından kitlesel buluşma

01.12.2018 - 18:22
Haberi paylaş

Antikapitalistler ile Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De platformları tarafından yürütülen “Hepimiz göçmeniz, ırkçılığa hayır” kampanyası, bugün İstanbul’da iki oturumlu bir panel gerçekleştirdi.

Cezayir Salonu’nda düzenlenen panel yoğun katılımla ve verimli tartışmalarla geçti. Birkaç hafta önce Gocmeniz.org adlı web sitesini açan ve göçmen düşmanlığına karşı bir broşür yayınlayan kampanya, ilk kez dışarıya açık bir toplantı düzenledi.

“Hepimiz göçmeniz, ırkçılığa hayır” kampanyası İstanbul’da 17 Aralık’ta bir aktivistler toplantısı düzenleyecek, 16 Mart 2019’da ise tüm dünyadaki ırkçılık karşıtlarıyla birlikte Türkiye’de de mültecilerle dayanışan etkinlikleri örgütlemeye başlayacak.

“Göçe neden olan içinde yaşadığımız dünya”

“Aşırı sağın önlenebilir yükselişi” başlıklı ilk oturumda konuşan Melek Ulagay Taylan, “Bugün yaşanan korkunç göçte insanların neler yaşadığını, bunun ne demek olduğunu iyi biliyorum. Göçe neden olan içinde yaşadığımız dünya. Dünya çok süratle inanılmayacak hızla kaosa doğru gidiyor” diyerek, Paris’te Sarı Yelekliler’in Macron’un istifası talebiyle düzenlediği eylemleri, Orta Amerika’dan Meksika-ABD sınırına varan Göçmen Kervanı’nı, G-20 toplantılarını, General Motors’un en büyük beş fabrikasını kapatacağını açıklamasını ve baba Bush’un vefatını bunu gösteren örnekler olarak sıraladı.

Aşırı sağın yükselişiyle ilgili konuşmak için ABD’den başlamak gerektiğini dile getiren sinemacı ve yazar Taylan, kapitalizminin zaferi ilan edildikten sonra şirketlerin iktidarları iyiden iyiye ele geçirdiğini, Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında büyük farklar olduğunun yalan olduğunun ortaya çıktığını, üretimle ilgili süreçlerin sonunda beyaz ırkçılığı yapan Trump gibi birinin iktidara geldiğini anlattı.

ABD’nin savaş politikaları ve iklim yüzünden göçlerin arttığını hatırlatan Melek Ulagay Taylan, Avrupa’da ise her ülkede farklı koşullar olduğunu, Fransa’da Le Pen’in Afrikalı göçmenlere karşı olan orta sınıfın sesini simgelediğini, Almanya’da sosyal demokrasinin iflasının aşırı sağa güç verdiğini, Polonya’da Katolik kilisesinin gücü ve etkisinin aşırı sağı beslediğini dile getirdi. Taylan ayrıca, Macaristan’da Orban’ın üniversite yasasını ve öğrencilerin buna karşı direnişini anlattı.

“Irkçılık karşıtı sokak hareketleri sayesinde aşırı sağ potansiyelini tam gösteremiyor”

Toplantıda ikinci olarak konuşan Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Tolga Tüzün ise kapitalizmin mükemmel bir düzen olduğu ancak arada sırada arızalara yok açtığı fikriyle alay ederek, iki dünya savaşını, Büyük Buhran’ı, nükleer bombaları, işsizliği ve azınlık haklarını anlattı ve kapitalizmin “demokrasi” ile üzerini örtmeye çalıştığı ayrımları büyüttüğü bir düzen oluşturduğunu dile getirdi.

Thatcher ile başlayan dönemden Trump’a kadar egemen sınıfın toplumu sürekli alarm hâlinde tutan krizlerle yönettiğini belirten Tüzün, “Bilgiye gerek olmadan herkesin her şeyi üfürebileceği bir toplum düzeni oluştu. Trump bunun en büyük örneği. Hakikatin altını oydukça yalanların inandırıcılığını artırıyorlar. Trump, Erdoğan 180 derece farklı şeyleri savunmalarına rağmen toplumu bunlara inandırabiliyorlar” dedi.

Hem antisemitizmin hem islamofobinin aynı anda yükseldiği bir dünyada yaşadığımızı ifade eden Tolga Tüzün, “2018 Eylül’ünde açıklanmış bir rapora göre aşırı sağın seçimlerdeki aldıkları oy oranları: İsveç %17.6, Finlandiya%18, Danimarka %21, Almanya %12.6, Hollanda %13, Fransa %13, Çekya %11, Avusturya %26, İsviçre %29, Macaristan %19, İtalya %17.4, Yunanistan %7. Irkçılığın, antisemitizmin, islamofobinin 2008 krizi sonrası artışının analizini yapabilmek, çözümü bulmak için gerekli. Avrupa’da bu hareketler büyürken sokakta da karşı bir hareketlilik var. Bu sokak hareketleri sayesinde ırkçılık ve aşırı sağ potansiyelini tam gösteremiyor. Gündelik çözümlerle bir yere varamayız” diyerek sözlerini noktaladı.

Salondan yapılan katkılarla da otoriterleşme ve aşırı sağın yükselişine karşı nasıl mücadele edileceği tartışırken, Türkiye’de bir yandan AKP-MHP blokunun bir yandan da MHP’den kopan İyi Parti ile CHP’nin oluşturduğu blokun aşırı sağa meylettiği, HDP’nin de istenmediği bu ittifaka katılmaya çalıştığı, bunlara karşı işçi sınıfının ve ezilenlerin sesi olacak başka bir odağı inşa etmek gerektiği kaydedildi.

Suriyelilerle dayanışmanın olanakları

İkinci oturumda ise ilk olarak gazeteci ve yazar Emine Uçak konuştu. Sunumundaki satırbaşları şöyleydi:

“Suriyelilere gösterilen tepkinin ırkçılık boyutları olsa da ben ırkçılıkla karıştırılmaması gereken yerleri olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de tabii ki ırkçılık var, Araplara karşı. Turistlere yönelik bile. Ama Suriyelilerin yoğun olarak gelişlerinden beri sayıca kalabalık oldukları yerlerdeki homurdanmaların ırkçılık dışında da bir boyutu var bence. Hatay’da, Urfa’da, sınır illerinde bir şekilde sahada bulunduğum için biliyorum. Antakya’da doktora gittiğinde normalde yarım saatte işini görecek yerel vatandaşın Suriyeliler geldikten sonra bu süre dört saate çıktığındaki tepkiselliğini ırkçılık olarak okuduğumuzda sorun çözülmüyor. Yerel halkın kamusal şikayetleri dikkate alınmalı ve sağlıkçı eğitimci sayısının arttırılması gerekiyor.

Şimdi ekonomik kriz eklendi, Suriyelilerin aldığı yardımlara dair bir bilgi kirliliği var. Ortalama vatandaşa ulaşamıyoruz. Trabzon’dan İstanbul’a gelirken taksi şoförü postanede kuyruklara ve Suriyelilere geldi; konu nasıl oraya geldi anlamadım. Devlet de farkına vardı, Göç İdaresi bu bilgi kirliliğinin önüne geçmeye çalışıyor. Aramızda doktor arkadaşım var Fatma, o da buna benzer şeyler söyledi. Sağlık alanında yapılan çalışmalara dair yerel vatandaşın ‘niye yardım yapılıyor?’ diye serzenişte bulunduğunu söyledi.

Haklar üzerinden tartışılmalı

Türkiye’deki tepkisellik ırkçılık üzerinden değil, Suriyelileri geçici olarak gördüğümüz için, en son Hatay Valisi ‘gitsinler istiyoruz’ dedi. Kamunun bakışı da net değil, bürokraside gitsinler diye bakanlar da var. Hak temelli bakılmıyor. Herkes yardım etmeye gönüll, Suriyelilere ama niye yardım eder konumdayız, niye onların hakkı olduğunu hiç gündeme getirmedik? Hâlâ mülteci statüsü yok. Ama toplumdaki en dindar insan da seküler insan da bence Suriyelilerin bizime aynı haklara sahip olmasını kabullenemiyor.

Bir devlet okulunda Suriyelilerin sayısı arttığı zaman veliler de örgütlenme başlıyor. Suriyelilerin burda olmasına karşı değil ama kendisiyle aynı ortamda olmasına karşı. ‘Yardım alsınlar’ dışında onların hakları var, bu hakların masaya yatırılması lazım. Biz kendi kendimize dayanışıyoruz. Hak temelli bakanlar olarak bizler bile Suriyelilerle gündelik hayatı çok paylaşmıyoruz. Toplantılarımıza çok katılmıyorlar, biz onlarınkilere katılmıyoruz.

İstanbul’un bazı ilçelerinde kültür hayatı çok değişmiş durumda ama biz onların toplantılarına, müzik etkinliklerine vs. gitmiyoruz. Onların entelektüellerinin de buranın kültürel havasında yer bulması gerekir. Dayanışacaksak onların ne hissettiğini bilmemiz lazım. Bu konuda çok azız. En son Ankara’da Suriye’de derneği olan bir kadın “Türk kadınlarla iş yapmak istiyorum ama kimseye ulaşamıyorum’ dedi. Suriyeliler bir nebze, bir de Pakistanlıların sayısı çok arttı ve onların hakları hiç konuşulmuyor. Ucuz iş gücünün en kötü şartları onlara devredilmiş durumda. Ne zaman gündeme geliyor bu durum, sayı artınca mı, tepki artınca mı bilemiyorum. Iraklılarla, Afganlarla ve Pakistanlılarla da dayanışmamız lazım.”

Sığınma yasadışı değildir!

Antikapitalistler platformu adına konuşan Tuğba Çelik ise “Kendi kendime nasıl oluyor da bu içi boş bilgiler kendini her dönemde yeniden üretip kendine taraftar bulabiliyor diye soruyorum. Irkçılığın kapitalizmle ilişkisi önceki oturumda da konuşuldu; ırkçılık dendiğinde hep kapitalizmi ve neoliberalizmi de konuşuyor olmak gerekiyor. Benjamin’in radyo konuşmalarıyla ilgili bir kitap okuyorum, cadı avlarıyla ilgili diyor ki, o zaman da cadılarla ilgili yazılan şeyler tam da aydınlanma zamanında oldu ve o zamana kadar gelen bilgiler üç ciltlik kitap hâlinde çok bilimsel bir kisve altında rasyonalize edildi. Şu an ırkçılıkla ilgili gördüğümüz şey de buna yakın bir şey, saçma sapan şeyler kitle bulabiliyor. Şimdi medya ile bunun için daha fazla olanak var” ifadeleriyle sözlerine başladı.

Ana akım medyanın birkaç raporunu indeleyerek medyada mültecilerle ilgili nasıl haberler olduğuna baktığını dile getiren Çelik, “Sığınma yasadışı bir eylem değildir ama anaakım medyada sürekil yasadışı gibi lanse ediliyor. Yasak göçmen operasyonu, yasadışı göçmen, göçmen krizi gibi ifadeler var. Ya da misafir olarak gelip geçici olarak görülüyorlar. Sığınma yasadışı değildir, bunu kabul ettirmek gerekiyor. Söylem düzeyinde mücadele etmek gerekiyor. Bu tür söylemlerin karşısına bir şey eklemek gerekiyor” dedi.

Medyada göçmenlerin aşırı kriminalize edilerek sunulduklarını, sözde sosyal demokrat olan CHP gibi ya da faşist MHP gibi partilerin sözde tehlike yaratıp bunun üzerinden “Bu tehlikenin geçmesini istiyorsanız bize oy verin” gibi durumu lehlerine çevirmeye çalıştıklarını belirten Tuğba Çelik, “CHP bir taraftan komisyon kuruyor, bu komisyonda bazı sonuçlar çıkıyor, hepimizin bildiği sorunları dile getiriyor. Ama tam seçimlerden önce Kılıçdaroğlu ‘Çiftçiye para yok, Suriyelilere şu kadar para veriliyor, biz ikinci sınıf vatandaş olduk’ gibi açıklamalar yapıyor. Nefreti kendisine oy olarak çevirmeye çalışıyor. AKP aynı şekilde durumdan nemalanmaya çalışıyor” diye konuştu.

Saya işçilerinin birleşik mücadelesi

Bunlara karşı saya işçilerinin mücadelesi gibi güzel örnekler olduğunu da hatırlatan Tuğba Çelik, “Türk, Kürt, Suriyeli işçiler bir araya geldi ve hak talep etti. Onların mücadelesi patronlara geri adım attırdı ve kazanım elde ettiler. İşçilerin birleşerek mücadele ettiklerinde kazanabileceklerinin en açık örneği oldular” diyerek sözlerini sürdürdü.

Çelik ayrıca Yunanistan’daki KEERFA adlı ırkçılık karşıtı örgüt ve Almanya’daki Unteilbar eylemlerinin başarısına dikkat çekerek, Türkiye’deki Suriyelilerin kamplarda olmamasının, yan yana olmamızın böylesi bir mücadeleyi burada inşa edebilmek açısından bize bir avantaj sunduğunu da dile getirdi.

“Kürtler ne yaşadıysa şimdi Suriyeliler buna maruz kalıyor”

Ardıç Dayanışma Derneği’nden Soner Çalış, kendi çalışmalarını anlatırken, mültecilerle dayanışma ağı olmadıklarını, ezilenle ezen arasındaki ilişkide ezilenden yana durmaya çalışan bir kurum olduklarını ifade etti. Sahada bilgi toplayarak bunu bir güç hâline getirmeyi hedeflediklerini söyleyerek, “Gidebildiğimiz her yerde edindiğimiz tecrübeyi paylaşalım, kent çeperlerinde, işçi sınıfı içinde çocuk istismarı ve toplumsal cinsiyeti de içine alan bir dayanşmayı örelim dedik” diye konuştu.

2008’den beri Avrupa Kalesi adı altında Batı dünyasında mültecilere karşı güvenlik politikalarının geliştirildiğini belirten Çalış, “Uzun zamandır göçmen karşıtı bir dil vardı. Mülteciyi itebildiği kadar geriye iten, insan hareketini başladığı yerde tutmaya çalışan bir tutum hep vardı. Suriye’deki savaş tüm politikaların ifşası oldu. Hareket hâlindeki insanlara yönelik insan hakları ihlallerinin en yoğun şekilde gündeme gelmesini sağladı. Türkiye’de savaş karşıtlığını yükseltemedik ve savaşa mani olamadık. Türkiye doğrudan aktörü oldu, biz buna da mani olamadık. Savaş gümbür gümbür geldi. Şimdi ‘faşizmle nasıl mücadele edebiliriz’i konuşmak zorunda kaldık” dedi.

Yoksulla yoksulun dayanışması

Mahallelerde işçi sınıfının yan yanalığında görüldüğü üzere durumun o kadar da vahim olmadığını belirten Soner Çalış, “90’larda Kürtler sürgün edilip geldiklerinde neyle karşılaştılarsa şimdi Suriyeliler aynısını yaşıyor. En ucuz iş gücü oldular. Tekstil sektöründen bir patron ‘Allah hükümetten razı olsun, Suriyeliler olmasa sektör batardı’ diyor. Ucuz emek piyasası bir sektörü ayakta tutmuş!” diye devam etti.

Yürüttükleri ‘Mülteciyim hemşerim’ çalışmasından bahseden Çalış, sözlerini şöyle tamamladı:

“Mahalleye, sokağa, günelik hayata dair karar almayı, komşuluk hukukunu güçlendirmeyi ve onu daha olumsal bir zemine çekmeyi hedefledik. Mülteciyim hemşerim artık faaliyet sürdürmüyor ama bize öğrettiklerini yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Yoksul yoksulla dayanıştı. Mahallelerde dönüşümlere tanık olduk. Okmeydanı’nda bir arkadaş ‘bir şeyimiz yoktu, yoksulluğumuzu paylaştık’ demişti. Daha çok orta sınıf göçmenlere düşman, esnaf düşman; esas çıkarlar orada çatışıyor. Bir berber niye döneciyle kavga eder? Mahallenin sahibi olmak, Türk olmak, Kürt olmak da bu arada bütün bu algılar orta sınıfta faşizmi yeniden yeniden üretti. Küçükçekmece’deki küçük esnaf yanındaki berberin, tekstil atölyesinde çay sattığı adamın atölyesini, evini yaktı, itfaiyeyi sokmadı.

Faşizm daha çok orta sınıfın çıkarları üzerinden kendini var ediyor, bizim mahallelerde gördüğümüz bu. Meydanlarda bağıran siyasetçiler, Avrupa’da mülteci karşıtlığı üzerinden faşizm yeniden mezarından çıktı ya, orada tuttu Türkiye’de de tutar mı diye buna oynuorlar, tutuyor da.

Gündelik hayatta dayanışma

Yükselen küresel faşizm karşısında ayakta kalmanın tek olanağı, gündelik hayatı dayanışma cephesine çevirip hayatın her alanını örgütleyip yan yana durmanın yollarını yaratmak. İnsan hakları söylemi benim açımdan çöplük olmuş durumda. Suriyeli ilk mülteci sınırdan geçmeye çalışırken öldüğünde, o tellerde, denizlerde, hendeklerde takılı kaldı o insan hakları. Daha güçlü bir hak mücadelesinin temelini yaratmak gerekiyor.”

“Kiraları göçmenler yükseltmez”

Panelin ikinci oturumunda son olarak konuşan Göç Araştırmaları Derneği’nden Polat Alpman, aşırı sağın aslında aşırıya kaçmadığını, ırkçıların da ırkçılığın kötü olduğunu kabul etmeleri üzerine bunun farklı bir versiyonuyla yola devam ettiklerini dile getirdi. Artık biyolojik ırkçılığa dayanan açıklamalara ihtiyaç duyulmadığını belirten Alpman, Trump’ı destekleyenler arasında Müslümanların veya siyah göçmen gruplarının da olduğunu hatırlattı.

Hannah Arendt’in totalitarizmi anlatmaya çalışırken kurduğu çerçevenin bugün çok geçerli olduğunu belirten Polat Alpman, “Macaristan’da bunu görüyoruz, Brezilya’da da göreceğiz. Vatandaşlar vatandaş haklarını korumak için yeni bir çerçeveye ihtiyaç duruyorlar. Milliyetçilik, duyguların manipülasyonuna dayanır. Biz bu yaz Antep ve Hatay’da çalıştık. İnsanlar diyor ki kiralar yükseldi, ücretlerimiz düştü. Buralarda yaşayan sıradan insanlar, ırkçı oldukları için kiralar yükseldi demiyorlar. Bir vaka olarak kiralar yükselmiş, işsizik diz boyu. Ama bunun sorumlusu olarak göçmenleri işaret ediyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde göçmenler kiraları yükseltmez, işsizliğe yol açmaz. Kiraları ev sahibi toplum yükseltir” diye devam etti.

Bir anda milyonlarca insanın sınırı geçtiği bir manzarada şaşırtıcı bir durumla karşı karşıya olmadığımızı dile getiren Alpman, göçmenler için dramatik bir tablo çizmeden ve ev sahibi toplumun kendini mağdur hissetmeyeceği, hak temelli çözümlerin olması gerektiğini vurguladı.

Alpman sözlerini şöyle tamamladı:

“Sivil toplum örgütlerinin bir anlamı var mı peki? Şahsi görüşlerimi ifade ediyorum. Hükümet bu yükü sosyal ve siyasal sorumluluk olarak ele almadı. Tam tersine duygusal manipülasyon olarak kullandı ve topu topluma attı. Sivil toplum örgütlerini var etmesi gereken sivil toplum yok ama ortada örgütler var. Bunların birçoğu ideolojik örgütler, İslami veya sol tandanslı. İslami tandanslı olanar hükümet kanallarıyla aldıkları uluslararası fonlarla çocukların eğitimleri vb. alanlarda ideolojik bağlar üzerinden çalışıyor, ki bunlar da sıkıntılı sonuçlar doğuruyor. Hak temelli çalışan sivil toplum kuruluşları da gücünün yettiği ölçüde değiştirmeye çalışıyor”

Mültecilerle dayanışmayı yükseltelim!

İkinci panelde salondan çok sayıda kişi söz aldı. Katılımın yoğunluğu ve canlı tartışma ortamı, toplumda mültecilerle dayanışmak için yüksek sesle çıkarılabilecek bir ses için koşulların sanıldığı kadar kötü olmadığını gösterdi.

“Hepimiz göçmeniz, ırkçılığa hayır” kampanyasının çağrısıyla akşam 22:00’de ise Ren Performance Hall’de Yolda grubunun vereceği konserde buluşuldu.

Bültene kayıt ol