Sosyalist İşçi gazetesi, yazar Işıl Demirel’le antisemitizmin kökenleri, ırkçılık ve ırkçılığa karşı mücadelenin dinamiklerini konuştu.
Sosyalist İşçi: Türkiye'de köklü bir antisemitizm geleneği var. Türkiye'de antisemitizm nelere sebep olmuştur ve antisemitizmle nasıl mücadele etmeliyiz?
Işıl Demirel: Türkiye’de köklü bir antisemitizm geleneği olduğu kesinlikle çok doğru. Özellikle milliyetçiliğin, özcülüğün keşfi ile beraber bu coğrafyada antisemitizmin yazık ki bir daha kaybolmamak üzere ortaya çıktığını söyleyemek mümkün. Yani 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilfiil görünür bir antisemitizm mevcut. Ancak failler ve argümanlara gelirsek, bana kalırsa aslında bunlar çeşitli olsa da zaman ne kadar değişirse değişsin hep aynı kalıyorlar. Çünkü herşeyden önce yenilenen bir söylem yok. Zihni, arka planı ve doğası ile antisemitizm hep aynı antisemitizm. Dolayısıyla aslında bundan 80 yıl önce medyada kullanılan antisemit söylemlere bugün hala denk gelmek mümkün. Yazarın adı, gazetenin adı ve söylemin ideolojisi farklı olsa da antisemit söylemin kendisi aynı kalıyor. Ama tabii antisemit söylemlerin altını kazıdığımızda ortaya çıkan motivasyonlar ya da başka bir deyişle bahaneler her zaman güncelleniyor. Her ırkçı, milliyetçi söylem ve eylem gibi antisemitizm de aslında iyileşitirilemez yaralar açıyor muhattaplarında. Herşeyden önce güven yitirilmesine sebep oluyor. Antisemitizmin açık ve görünür olduğu dahası cezalandırılmak yerine neredeyse ödüllendirildiği bir ülkede antisemitizmin muhattabı olmak durumunda kalan Yahudilerin huzur içinde yaşayabileceklerini düşünemeyiz. Ki zaten huzur içinde yaşamayadıkları için özellikle 1930’lardan bu günümüze son derece fazla göç verdiğimizi hep birlikte biliyoruz. Özellikle 1930’larda Nazi hayranlığının ülkemizde yaygınlaşması ile beraber üretilen söylemlerin, 1934 yılında Trakya’da yaşanan pogromlara sebep olduğunu bugün artık inkar edemeyiz.
Gerek ülke siyasetinin, gerek azınlık karşıtı kanunların gerekse antisemit söylemlerin en görünür karşılığı ülkedeki Yahudi nüfusun azalmasıdır ki aslında acı ama gerçek bu durum ülkenin önemli bir kısmını da sevindiren bir değişimdir. Çok kültürlülüğü, bir arada yaşamayı meziyet saymadığımızdan ülkeden kaçmayı, uzaklaşmayı tercih eden Yahudilerin aslında hepimiz için bir kültür kaybı olduğunu görmekten de çok uzağız.
Antisemit söylem ve fikirlerin yol açtığı pek çok küçük, büyük vaka saymak mümkün tabii. Ama bunları saymaktan daha önemlisi bundan sonra olacakların önüne nasıl geçileceğine kafa yormak. Bu noktada antisemitizmle mücadeleye verilecek destek önemli. Antisemitizmle mücadele içinse en önemlisi öncelikle antisemitizmin ne olduğunun anlaşılır, bilinir olması. Türkiye’de son derece yaygın olan antisemitizmle mücadele etmenin tek yolu ise aslında komik gelecek belki ama eğitim. Amerika’nın, çok değil 50 – 60 sene öncesine dek siyahlara uyguladığı ırkçı politikalar günümüzde nasıl eleştirilir hale geldiyse, Almanya’nın Holokost sırasında Yahudilere uyguladığı zulümler bugün nasıl ayıp olarak algılanır olduysa belki bugün değil ama gelecekte Türkiye’de neredeyse 100 yıldır süren görünür antisemitizmin de bir ayıp olarak algılanır hale gelmesi için öncelikle bu söylem ve zihniyetin karşısında olmak, mücadele etmek ve daha da önemlisi neden yanlış olduğunu dillendirmek gerekiyor.
Siyasetçiler neden antisemit söylemlerde bulunur?
Hrant Dink Vakfı’nın geçen yıl yayınladığı Medyada Nefret söylemi raporunda Yahudiler birinci sıradaydı yazık ki. İsrail politikaları, mevcut hükümetlerin gerek İsrail ile kurdukları ilişkiler gerekse diğer dış ilişkiler üzerinden antisemitizmin artış ve azalışını canlı olarak seyredebilmenin mümkün olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ve tam da aslında az önce dile getirdiğim gibi antisemit söylemlerin faillerinin tek bir adresi ve ideolojisi yok. Taban tabana birbirlerinin zıttı olarak tanımlayabileceğimiz iki ayrı siyasi figürden neredeyse birbirinin aynı söylemleri duymak bu yüzden mümkün olabiyor. Peki siyasetçiler neden antisemit söylemlerde bulunur? Aslında bunun cevabı çok basit: çünkü antisemitizm neredeyse her tabanda kendine karşılık bulan, her ideoloji içinde tohumlandırılan, söylem üzerinden köklenen bir nefret türü. Herhangi bir konuyu açıklarken konuyu Yahudilere bağlamak ve suçu onlara yüklemek herkese çok makul geliyor. “Dünyayı Yahudiler yönetiyor” önermesi neredeyse tüm herşeyi açıklayabilen bir kilit fikir olarak kullanılıyor. Acı ama tiraj arttırmak isteyen gazeteler, çok okunmak isteyen köşe yazarları, alkış toplamak isteyen siyasiler, antisemitizmi kullanarak büyüyorlar. Tabanda karşılığını yok etmek, bu söylemleri görünür ve kitlesel bir şekilde ayıplamak bununla mücadele için, değişim için tek çare.
Muharrem İnce attığı tweet nedeniyle yarım ağızla özür diledi. Türkiye'deki siyasetçilerde özür dilememe, diliyorsa bile yarım ağızla ve sonuçlarını fark edemeyen bir özür dileme kültürü var. Özür azınlıklar için ne anlama geliyor ve nasıl özür dilenmeli?
Öncelikle Muharrem İnce’nin dilediği özrün söyleminin de antisemitizm bağlamında bizzat problemli olduğunu düşünüyorum. Neden dersen, Muharrem İnce antisemit söylemi için özür dilemedi aslında. Kendisi, üzdüğü Türkiye vatandaşı Yahudilerden özür diledi sadece. Bu söylemin antisemit olduğunu kabul etmek değildir yazık ki. Türkiyeli Yahudiler ve duyarlı bir kesim tarafından özellikle sosyal medya üzerinden yoğun olarak eleştirilmesinden sonra bir gazeteciye verdiği röportajda “Benim maksadım yönetimin İsrail politikaları konusunda sergilediği ikiyüzlü tavrı anlatmaktı. Yahudi Cesaret Ödülü üzerinden yaptığım eleştiri yanlış olmuştur. Özür dilerim. Türkiye’de yaşayan Yahudi vatandaşlarımızın üzülmesini asla istemem. Irkçılık da benim defterimde yazmaz” dedi. Türkiye’de yaşayan Yahudi vatandaşlarımızdan kısmının altını çizersek antisemitizmin hala kendisinin söylemi içinde barındığını görürüz zaten. Neden derseniz, zaten antisemitizm tanıdığı Yahudi ile diğer, “öteki”, “kötü” Yahudileri birbirinden ayırmaya kurguludur. Antisemitlere göre tanıdığınız bir iyi Yahudinin sizi aldatmasına izin vermemelisiniz zira Yahudiler genel olarak kötüdür. İşte İnce’nin özrü de tam olarak böyle bir özür aslında. Kendi “iyi Yahudi”lerini bir kenara ayıran bir özür. Bu özrü samimi bulmamak bir yana daha da kötüsü ayıp buluyorum bu yaşananı doğrusu. 2013 yılında Rumları hedef alarak ürettiği nefret dolu söylemden sonra dileği ya da dilediğini düşündüğü özür de olduğu gibi yine gaflarla dolu.
Özür dilenmek isteniyorsa söylemin ülkedeki muhattaplarından özür dilenmemeli bence. Bu okları daha da onların üzerine yönelten bir tutum bana kalırsa. Mağduru daha da ön plana çıkarmak bir başka yanı ile. Nasıl olmalıydı dersen, söylemin bizzat kendisinin hatalı olduğunu kabul etmeliydi. “Kaş yapayım derken göz çıkardım, nefret söylemi ürettim” denmeliydi. Antisemit bir söylemi tekrarlamış olduğu için Türkiye’de yaşayan Yahudilerden değil tüm kamuoyundan özür dilemeliydi. Çünkü bu söylem aslında sadece Yahudilerin problemi değil. Görülmesi ve anlaşılması gereken tam olarak bu. Tüm toplumu zehirleyen bir nefret bu. Telafi ve özür ise ancak birlikte mücadele etmeyi göze alarak olur bana kalırsa. “Bir başkasının ayakkabıları ile yürümek” şeklinde İngilizce bir deyim vardır. İşte aslında çare tam olarak bu: empati sahibi olmak, kendini bir başkası yerine koyarak söylemi tekrar düşünmek. İşte o zaman söylemin ne denli problemli olduğunu görmek ve anlamak mümkün oluyor. Herhangi bir nefret söyleminde, nefretin muhattabı olan kesimin adı yerine kendinizi, sizi temsil eden bir ismi, tanımlamayı koyun. Örneğin “Yahudiler kötüdür” yerine “Ahmetler kötüdür” ya da “Kadınlar kötüdür” ya da “Türkler kötüdür” diyelim. Genellemelerin ne denli hastalıklı, ne denli tehlikeli olduğunu anlamak böyle mümkün.
Diğer soruna gelirsek, özür azınlıklar için ne anlama gelir bilmiyorum. Bana kalırsa bu cevaplaması kolay bir soru olmadığı gibi tek bir cevapla yanıtlanamayacak kadar da kompleks bir soru. Muharrem İnce’nin ya da herhangi başka bir siyasinin antisemit bir söylemi ya da herhangi bir gruba karşı nefret söylemi için özür dilemesi hemen herkeste farklı bir algı yaratacaktır. Ama bu soruyu azınlıklar özelinden çıkarırsak, samimi bir özür, herşeyden önce bir iyi niyet göstergesi, sağlıklı bir adım ve umut duymaya yer açan bir başlangıç olur ki bana kalırsa hepimizin özellikle günümüzde tüm bunlara çok ihtiyacı var.