Göçmenlerin hayatı: işkence, zulüm, baskı

21.09.2023 - 10:06
Haberi paylaş

İzmir Mülteci Dayanışma Platformu üyesi İsmail Çapar ile son dönem mültecilere yönelik ırkçı saldırıların giderek yükselmesi, iktidarın seçim sonrasındaki sert uygulamaları ve gözetim altına alınan mültecilerin zorunlu durağı olan GGM’lerini (Geri Gönderme Merkezleri) konuştuk. 

Geçen hafta kamuoyu ile paylaştığınız bir “hak ihlalleri raporu” yayınladınız. Raporda özellikle gözetim altına alınmalarda birçok hak ihlalinin yaşandığı tespiti var. Sanki tüm bu ihlallerin son halkası GGM’ler gibi duruyor ve GGM’lerin sistem içindeki rolü pek bilinmiyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

İsmail Çapar: GGM’ler sistemin kanayan bir başka yarası. Aslında suç işleyenlerin değil, idari gözetim altında tutulması gereken kişiler için kurulmuş, fakat fiili uygulamada cezaevi gibi işlev gören, belirli bir mevzuatı olmasına rağmen mesul müdürün keyfi uygulamalarına göre şekillenmiş kapalı bir mekan. Dış güvenliği jandarma tarafında, iç güvenliği “özel güvenlik” tarafında sağlanan, içinde kantin, revir, spor alanı (çoğunlukla yetersiz) bulunan, haberleşme için ankesörlü telefondan başka bir seçeneğinin olmadığı, sadece avukatlar ve birinci derecede yakınların görüşme imkanı bulunan bir merkez durumunda.  

Mesela bazı merkezlerde avukatlar orada bulunan tüm müvekkilleri ile görüşebilirken bazılarında bu sayı üç ile sınırlandırılıyor. Bu, mevzuat açısından herhangi bir dayanağı olmayan, tamamen keyfi bir uygulama.

Daha önce de yaşanan birçok hak ihlali, kötü muamele, işkence ve tecavüz kamuoyu gündemine gelmişti. Bunlardan en bilineni Van Kurubaş Geri Gönderme Merkezinde (GGM), tutulan İranlı kadın Z.N’nin uğradığı tecavüzdü. İ.H.K. ve Y.V. ile hâlâ teşhis edilemeyen bir kişi hakkında, ‘nitelikli cinsel saldırı’ suçlamasıyla açılan davanın 08 Temmuz 2021 tarihli 4. duruşmasında tecavüz faili olan iki güvenlik görevlisine 15’er yıl hapis cezası verildi. Ayrıca aynı merkez birçok ölümlü davaya da konu oldu. 

Mültecilere yönelik hak ihlalleri ve kötü muamele sadece bu merkezlerle sınırlı değil. Hak ihlalleri, mülteciler bir yerden bir yere sevk edilirken de devam ediyor.  Bindirildikleri araçlarda yol boyunca; diyelim İstanbul’dan Kilis’e giderken, güvenlik gerekçesi ile kelepçeli (ters kelepçe ile olduğu iddiası da var) naklediliyorlar. Bu nakiller esnasında; biri Sivas, biri de Urfa’da olmak üzere iki ölümlü kaza yaşandı. İddialara göre, bu ölümlerin biri kaza esnasında değil, yaralıların kelepçeli olmasından dolayı yaşanmıştı. 

Ne yazık ki; tüm bu hak ihlalleri hakkında güçlü bir kamuoyu tepkisi oluşmuyor, zira yükselen yabancı düşmanlığı ve esasında egemen sınıf ideolojisi olan ırkçılığın karanlığı altında görünmez kılınıyor. Yapmamız gereken, bu ırkçılığa karşı mücadele etmektir. 

Hazır siz sözü böyle bitirmişken, bu ırkçılık ve yabacı düşmanlığına da değinmek lazım.

Maalesef durum çok vahim. Bu yaşadıklarımız daha önce alanda hak savunuculuğu yapan bizlerin gördüğü ve gücümüz oranında herkesi uyarmaya çalıştığımız bir durumdu... 

Bu sadece bizim ülkemizle de sınırlı değil, maalesef tüm dünyada mültecilerin her türden musibetin müsebbibi görüldüğü bir dönemdeyiz. Oysaki gerçekte mülteciler müsebbibi görüldükleri her şeyin mağduru durumundalar. Yükselen kiralar, düşük ücretler de cabası. Ama hak savunucularının değil hak tanımazların seslerinin daha çok yükseliyor olması, iktidarın ve muhalefetin hali pür melali gerçeğin tersyüz edilmesini sağlıyor.

Buna karşı platform olarak neler yapıyorsunuz? 

Platform olarak uzunca bir süredir 1967 protokolüne konan çekincenin kaldırılması, nefret söyleminin suç sayılması ve müstakil bir nefret yasasının hazırlanması, gerçekleşen saldırıların etkin bir biçimde soruşturulup adil yargılanmalara gidilmesi, nefret söylemi sahiplerinin azmettirici olarak yargılanması, geçici koruma statüsünde olanların yasal oranı düzeyinde kamuda istihdam yaratılması gibi girişimlerin yanı sıra geri kabul anlaşmasının iptalini talep eden ırkçılık karşıtı bir kampanya inşa etmeye çalışıyoruz. 

Bunun İstanbul, Tekirdağ, Bursa, Ankara gibi birçok yerde inşası için de çalışmak ve bu kampanyayı diğer kimlik mücadeleleriyle (LGBTİ+, kadın, iklim vb.) birleştirmek istiyoruz. 

Ayrıca tüm bu bölünmüşlüğün egemen sınıf çıkarlarına hizmet ettiği gerçeğinden hareketle tüm bu mücadeleleri işçi sınıfı mücadelesi ile de birleştirmenin olanaklarına bakmamız gerek. 

Mevcut ortamda tüm bunları yapmanın zor olduğunun bilincindeyiz ama aynı zamanda bir şeyler yapmanın elzem olduğu gerçeğinin de farkındayız.

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol