"Irkçılığı durduralım, göçmenlere özgürlük" toplantısı Kadıköy’de geniş bir katılımla yapıldı.
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'nin (DSİP) düzenlediği Toplantıda Adem Maarastawi, Ufuk Uras ve Yıldız Önen konuştu. Toplantı salondan katkılarla sürdü. Göçmenlerle dayanışmanın ve ırkçılıkla mücadele etmenin önemi ortaya konuldu.
Yıldız Önen konuşmasında özetle söyledi:
Göçmenlere yönelik saldırganlık, linç girişimleri, yalanlara dayalı kampanya devam ediyor. Sorunun göçmenler olmadığının altını çizerek başlamak istiyorum. Sorun ırkçılıktır, ırkçılara karşı yeterince mücadele edilmemesidir. Anketlerdeki Suriyeliler kelimesi yerine kürtler, aleviler, LGBTİ+, Ermeniler yazın sonuçlar çok farklı olmayacaktır.
Göçmen sayısını, göçmenlerin varlığını ırkçı bir siyaset için kullananlar gerilimi artırıyorlar.
Aşırı sağın yükselmesinin nedeni göçmenler değildir, aşırı sağa karşı gerekli tepkilerin gösterilmiyor olmasıdır.
Sorun, göçmen düşmanlarına karşı yeterince mücadele edilmemesi, hatta muhalefetin açıkça göçmen düşmanlığı yapmasıdır. Göçmenler milliyetçiliğe oynamanın, Erdoğan karşıtlığı yapmanın, iktidara yüklenmenin bir aracı haline geldi.
AKP muhalifleri göçmen düşmanlığını iktidarı yıpratmak için kullanıyor, ama buradan yükselecek ırkçılığın bir gün gelip kendilerini de yok edebileceğini unutmasınlar.
Demokrasi savunanlar göçmenlerle her zaman dayanışma içinde olmalıyız, ırkçılara geçit vermemeliyiz. Bugün göçmen düşmanlığı yapanlar aynı zamanda Kürt halkına da, Ermenilere de, Yahudilere de, Rumlara da düşmandır.
Ümit Özdağ iki gün önce söyledi, “Göçmenlerin gelişindeki asıl amaç Kürt devleti kurmaktır” dedi. Göçmenlerle Kürtler arasındaki bağı hemen kurmuş.
Almanya’da Nazi rejimi Yahudi düşmanlığı yaparken onları göçmenler, dışardan gelenler olarak nitelendiriyor ve gitmeleri gerektiğini söylüyordu. Alman halkına, Yahudilerin göçmen olduğu fikri işlendi, sonrasını hepimiz biliyoruz, milyonlarca insan katledildi. Sadece Yahudiler değil, solcular, muhalifler de katledildi.
Bugün elbette bizler bu katliamlardan ders çıkarıyoruz. Göçmen düşmanlığının altında ırkçı, soykırımcı zihniyetin olduğunu görüyoruz, buna karşı mücadele ediyoruz. Göçmenlerle dayanışmak bir insanlık görevidir. Irkçılığa, faşist düşüncelere karşı mücadele etmek demektir.
Irkçılık gibi ayrımcı ve işçi sınıfını bölen, birbirine düşman eden fikirler, her zaman egemen sınıflar tarafından üretilir, tavandan tabana doğru yayılırlar. Suriyelilerle Türkiyelilerin birbirine düşman olmasından kâr eden patronlardır.
Farklı ulusal kimliklerden işçilerin, patronlara karşı ortak bir mücadele yürütmelerindense, birbirlerinden nefret etmeleri egemenlerin çıkarınadır. Suriyelilere düşmanlık da sağcı düzen partileri tarafından üretiliyor.
Suriyelilerin Türklerden aşağı olduğu, kültürümüzü bozdukları vb argümanlar Türk milliyetçiliğini kutsuyor. Yerellerde Suriyelilere yönelik zaman zaman görülen linç girişimlerini de genelde örgütlü ırkçı güçler kışkırtıyor.
Dolayısıyla buna karşı hegemonya kuracak bir kitlesel ırkçılık karşıtı kampanya, tabanda, işçi sınıfı içerisine, egemen sınıfın mülteci düşmanlığı politikasına karşı ara vermeksizin mücadele ederek kitleselleşebilir.
Sosyalistlerin geleneği, antisemit pogromların yaşandığı Rusya’da Yahudi mahallelerinin etrafında işçi milisleriyle nöbet tutan Bolşeviklere dayanıyor.
Göçmenler aynı zamanda Türkiye işçi sınıfının kopmaz bir parçasıdır. Bizi soyanlar göçmenler değildir, göçmenleri ve hepimizi soyanlar kapitalistlerdir, patronlardır. Göçmen düşmanlığı yapanlar işçi sınıfını bölmüş olurlar. İşçi sınıfının dikkatinin gerçek sorunlardan uzaklaştırmış olurlar, sömürüyü gizlemiş olurlar. Tek bir göçmene verilecek zarar bu yüzden tüm emekçilere, yoksullara verilmiş zarar demektir.
Tüm emek örgütlerini, tüm demokratik güçleri, tüm insan hakları platformlarını, göçmenlere karşı yalanlar üzerinden örgütlenen ırkçı linç kampanyasına karşı harekete geçmeye çağırıyoruz.
Acil olarak harekete geçmeliyiz! Göçmenlerin sahipsiz olmadığını göstermeliyiz!”
Göçmenler bir “sorun” değil. Çözülmesi gereken sorun göçenlerle ilgili değil, onlara saldıranlarla ilgili. Bunun yolu da en başta göçmenlere eşitlik içerisinde, kardeşçe yaşayacağımız hakların verilmesinden geçiyor.
Mültecilerin önüne çekilen setler, çitler, duvarlar kaldırılsın. Mültecilik hakkı tanınsın. Göçmenlerin böylesi bir statüye sahip olması, meseleyi “hayırseverlik”, “ev sahipliği” vb kavramlarla değil haklar ekseninden ele almamızı sağlayacaktır.
Şu an göçmenler bir gün evlerine göndereceğimiz “misafirler” gibi ele alındığı için sağlık, eğitim, barınma, çalışma yaşamına katılım gibi kritik konularda kalıcı çözümler düşünülmüyor ve günü kurtaracak tedbirlerle idare ediliyor.
Bu yaklaşımlar terk edilmeli, asimilasyona değil uyuma dayalı politikalarla göçmenlerin topluma entegrasyonları sağlanmalıdır.
Sığınmacıları gerçek dışı haberlerle hedef gösteren tüm medya kurumlarına ve siyasetçilere yaptırım uygulanmalıdır. Bunların kışkırttığı linç ve saldırılara karışanlar hukuk yoluyla cezalandırılmalıdır.
Göçmenler acıyarak baktığımız, yardım etmemiz gereken kimseler değil; kendi ülkelerinde diktatörlerine karşı ayaklanmış, direnmiş, Türkiye işçi sınıfının müttefiki ve mücadelede ortağı, paydaşı olacak bir topluluktur.
Hayatındaki sorunların kaynağı olarak patronları, hükümetleri ve kapitalizmi değil de göçmenleri suçlayan bir işçi hareketi kolektif davranamaz, başarı elde edemez.
Göçmenlerle ittifak kurarak ortak mücadele yürüten emekçiler gerçek suçlulara karşı kazanımlar elde edebilirler.
Şu anda da emek örgütleri, solun geniş kesimleri göçmenleri korumak ve onlarla dayanışmak için böylesi bir çaba içerisine girmelidir.
Türkiye’de mültecilere karşı kurulan “milli mutabakat” ortamına karşı sesimizi yükseltmeli, mülteciler için bir şeyler yapan tüm grup ve örgütlerin bir araya gelmelerini sağlamalıyız.
Adem Maarastawi konuşmasında şunları söyledi:
Suriye'de özgürlük devriminin başlamasından bu yana on bir yıl geçti. Suriye'de insanlar nasıl yaşıyor? Suriye, kontrole göre üç bölgeye ayrılıyor.
Rusya ve İran'ın bitmeyen desteği ve Suriye halkının dostluğunu iddia eden tüm ülkelerin ihaneti nedeniyle Esed rejimine ait bir alan var, burası genişlemeye devam ediyor. Suriye Demokratik Güçleri tarafından kontrol edilen bir alan var. Bir de Türkiye tarafından kontrol edilen bir alan bulunmaktadır
Bu üç alanın içinde tek bir karış toprakta bile doğal yaşamın unsurları bulunmamaktadır, güvenliği, emniyeti, düşünce ve inanç özgürlüğünü ve asgari bir altyapıyı barındırmıyor.
Suriye'deki iktidar rejimi, yetmişli yıllarının başlarından beri bir mafya, asalak bir ekonomi ve ulusun servetinin çalınması ve yatırımı karşılığında yabancı emperyalist güçlerin desteği ile kuruldu. Bu yüzden uluslararası kuruluşlar ve yabancı ülkeler Suriye halkına karşı uygulanan zulmü ve katliamlara, suçlara göz yumdu.
Rejim, Baas Partisi'ndeki yoldaşlarının aleyhine döndüğünde ve iktidarı ele geçirdiğinde beri yalan söylüyor ve halkı bunlara inandırmaya çalışıyor. Zamanımızda -sosyal medyanın yaygınlaşması ve haberlerin hızla yayılmasıyla- yalanları ortaya çıktı.
Herhangi bir basit inceleme, Suriye tiran rejiminin, kendi halkının katilinin, ülkesinin zenginliğini yağmalayan, emperyalist güçlerin dışarıdaki ajanının yalanlarının boyutunu ortaya çıkarabilir. Suriye devriminin başlangıcından bu yana rejimin başlatmış olduğu karartma kampanyasını ve bariz yalanlarına en iyi örnek Deraa’dır.
Deraa vilayetine karşı büyük bir askeri harekât başlattıktan sonra, vilayet ileri gelenleriyle savaşı durdurmak için Rusya himayesinde bir anlaşmaya vardılar. Ancak anlaşma rejim tarafından uygulanmadı ve şehri bombalamaya devam etti. Sonra yeni bir anlaşmaya varıldı, daha sonra tekrar ihlal edildi. En son üçüncü bir anlaşma yapıldı ve hala bombalama devam ediyordu. Eylemcilerin ailelerine yönelik tutuklamalar ve tehditler durmadı.
Uluslararası Af Örgütü'nün son raporu, Suriye'nin mültecilerin dönüşü için güvenli olmayan bir ülke olduğu ve rejimin geri dönenleri tutukladığını açıkça göstermektedir. Rejimin yalanlarına inanıp bölgelerine dönen çok sayıda mülteci, gözaltında işkence altında öldürüldü. İdlib'de bombalamalar bu satırlar yazılana kadar durmadı.
IŞİD ve El Kaide'nin değiştirilmiş bir versiyonu olan El Nusra Cephesi, aşırılık yanlısı bir terörist grup tarafından kontrol ediliyor. Bu cephe Halep kırsalında da saldırılara devam ediyor.
En son 23 Nisan Cumartesi günü, Rusya, Suriye'nin kuzeyindeki Halep kırsalında, Türkiye destekli “Suriye Ulusal Ordusu”nun kontrolü altındaki Afrin, Azez , Tadef ve Tarmanin’de saldırılarda bulundu .
Bugün Suriye halkının yarısı, kendi evlerinden, şehirlerinden uzakta yaşıyorlar. Bir kısmı mülteci olarak dünyaya dağılmış durumda, diğer kısmı rejimin kontrolü olmayan bölgelerde yaşamaya çalışıyor.
Esad kontrolündeki bölgelerde tutuklama ve susturma hala sistematik bir politika olarak devam ediyor.
Suriye İnsan Hakları Ağı rakamlarına göre, 2021'de 2.218 Suriye vatandaşı tutuklandı ve 299'u çocuk ve 134'ü kadın 1271 sivil öldürüldü. 104 sivil işkence altında son nefesini verdi. Sadece geçen ay, Nisan ayında Suriye İnsan Hakları Ağı, Suriye'de 17'si çocuk ve 14'ü kadın olmak üzere ve 6'sı işkence kurbanı 101 sivilin öldürüldüğünü belgeledi.
Esed rejiminin eleştiriye tahammülü yok. Esed hükümetinde Sağlık Bakanını eleştiren gazeteci Raif Salameh bir ay tutuklu kaldı. İran Al-Alam TV kanalı muhabiri olan Salameh , 23 gün “Siyasi Güvenlik” adına istihbarat şubesinde tutuklandı ardından Şam'da Adra cezaevine nakledildi, vücudundan dayak ve işkence izleri çıkana kadar 7 gün orada tutuldu, ardından serbest bırakıldı.
Cumhuriyet Muhafızları'nda eski bir savaşçı olan medya aktivisti "Wissam Al-Tair", Esad yanlısı web sitesi "Damascus Now"ın yöneticisi Suriye hakkında kamuoyu yoklamalarını ve 2018 yılındaki bakanlıkların performansını değerlendirmesini yayınlama niyetini açıkladığı gerekçesiyle dokuz ay boyunca tutuklandı.
Sıradan nedenlerle tutuklanan Esed yandaşlarının durumu buysa, ona karşı sesini yükseltenlerin durumu ne olacak?
Suriye rejiminin tutukluları serbest bıraktığı ve işkenceyi suç saydığı iddiası büyük bir yalan. Bu iddialar, rejimin yalan söyleme alışkanlığını gösteriyor ve diğer yalanlar gibi kâğıt üzerinde kalıyor.
Gözaltına alınanların sayısı serbest bırakılanların sayısından fazla.
Suriye rejiminin güvenlik teşkilatları halen kanunların üzerindedir ve insanlık suçu kabul edilen işkence suçuna karışanların hiçbiri sorumlu tutulmamıştır.
Maalesef bu savaştan da büyüyen savaş tüccarları var, bir kısmı Suriye’den uzaklaştı ama hepsi eşi görülmemiş bir lüks içinde yaşıyorlar ve Suriye'nin kamu parasının ve zenginliğinin yağmalanmasına katılıyorlar. Birleşmiş Milletler raporlarına göre Rejimin kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan halk günde 1,3 doların altındaki gelirleri ile yaşamaya çalışıyorlar.
Altyapının tahribatına, kötü yönetime ve yolsuzluğa ek olarak, rejimin egemen olduğu bölgelerde insanların en çok ihtiyaç duydukları benzin, dizel, doğalgaz, ısıtma ve yemek için kullanan tüpler vs bulunamıyor. Uzun süreli elektrik kesintileri ve temiz içme suyu eksikliği de üzerine ekleniyor.
Esad'ın unsurları tarafından zorbalık ve suçlar devam ediyor:
Örneğin ordudaki bir albay, Lazkiye kentinde bir sokakta Beşar Esad'ın kuzeni olan Hilal Esad'ın arabasını geçtiği için, yakalanıp vuruldu.
İhanet Esed rejiminin özelliklerinden biridir.
Esed, Deraa'da, Humus'un kuzey kırsalında ve başka bölgelerde kendisine yardımcı olan herkese -devrime bağlı savaşan grupların liderleri de dahil olmak üzere- ihanet etti ve tutukladı. Bazıları işkence altında öldürüldü, bazılarına şantaj yaptı, parasını ve malını aldı, bazılarını kuzeye gönderdi.
Diğer unsurların kontrolü altındaki bölgelerde de insan hakları ihlalleri devam ediyor.
Suriye İnsan Hakları Ağı'nın aylık raporu, SDG tarafından kontrol edilen bölgelerde, Suriye Demokratik Güçlerinin keyfi gözaltı ve zorla kaybetme politikasının Nisan ayında da devam ettiğini kaydetti. IŞİD hücrelerine karşı savaş bahanesiyle sivilleri hedef alan kitlesel baskınlar ve gözaltı kampanyaları düzenleniyor.
Raporda ayrıca çocukların eğitim ve asker toplama kamplarına götürülmek ve zorla askere alınmak amacıyla Suriye Demokratik Güçleri tarafından kaçırıldığı da kaydediliyor. Ailelerinin onlarla iletişim kurması engellendi ve akıbetlerini açıklamadılar.
Bu tür ihlaller aynı zamanda El Nusra ve aşırı İslamcı örgütler tarafından kontrol edilen alanlar için de geçerlidir.
Bu bölgelerin tamamında bir avuç imtiyaz ve parası olan savaş ağaları ve karar vericilere yakın olanlar ile yüzbinlerce yoksul var. Yüzbinlerce Suriyeli köylerinden ve mahallelerinden göç ettirildikten sonra halen çadırlarda yaşıyor.
Lübnan'daki Arsal kamplarında yaşayanlar, Esed rejimine bağlı Lübnan hükümetinin büyük baskısına maruz kalıyor, kar ve soğuğa tahammül ediyor.
Yoksulluk ve açlığın ve rejimin kontrol ettiği yerlere geri dönmeyi kabul etmemenin tek bir anlamı var, sahte, hain ve acımasız bir rejimin otoritesi altında yaşamak yerine onurlu yaşamanın zorluğunu tercih etmeleri.
Kim Ürdün sınırında Suriye çölünde Rukban kampında yaşıyorsa, Esed rejiminin ihanetinin ve başarısızlığının farkında olduğu için kendisine uygulanan açlığa ve kuşatmaya katlanarak Esed rejimine dönmek istemiyor. Tüm sözlerin yerine getirileceğine ikna olan kişiler kamptan ayrıldıktan sonra tutuklandılar.
Hiçbir Suriyeli anavatanından göç etmek istemez, hepimiz tüm yabancı askeri güçlerden, bireylerden, milislerden ve ülkelerden kurtulmuş olarak Suriye'ye dönmek istiyoruz ve Esed rejimini ve onun aşırılıkçı terörist güçler tarafından temsil edilen diğer yüzünü reddediyoruz.
Astana ve Soçi'den güvenli bölgelere tüm protez çözümler başarısız olmuştur. Başta Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı Kararı olmak üzere Cenevre Bildirisi ve Birleşmiş Milletler kararlarının uygulanması tek çözüm yoludur.
Ufuk Uras konuşmasında şunları söyledi:
Irkçılığa karı mücadele ile milliyetçiliğe karşı mücadele birbirinden ayrılmaz. Birisi diğerinin aşırı halidir. Dünyanın her yerinde ırkçı görüşler merkezde hegemonya oluşturmaya çalışıyor, buna karşı mücadele etmeliyiz. Hepimiz bu dünyada göçmeniz, herkes ırkçı değil ama ırkçılar da herkes değil.
Adem güzel özetledi, Suriyelilere sunulan Suriye’de sunulan yeni öneriler doğal değil, bu ceplerde yapılan evler doğal yaşam için uygun değil.
Suriye’de savaş bitti diyenlerin, önce İdlib’de çadırlarda kalan milyonlarca insanın doğal yaşama dönderilmesi için çaba göstermesi gerekir. Bunlar yapılmadan buradan milyonlarca insanı Suriye’ye göndermek hatalı.
Suriye cennet diyenler Çin’in Uygur bölgesine, Polpot Kamboçya’sındaki rejime de cennet diyorlardı.
Irkçılık ırkını sevmek değil, farklı etnik kökendeki insanlara düşmanlıktır, ırkçılar bunu her yerde yapıyorlar.
Göçmen meselesi insani bir mesele. Tek tek Suriyelilerle ilgili adli iddiaların tüm Suriyeli topluma yönelik olması tam bir ırkçılıktır.
Suriye’de bir iç savaş oldu, Ukrayna gibi dış müdahale olmadı. Başlangıçta barışçı gösteriler vardı, ama insanlar işkencede öldürüldü. Gelen insan sayısı çok deniyor, hangi sayı insan hakları ihlali için yeterlidir.
Bu konuda ırkçıların ürettiği her şey tam bir bahane. Suriye rejimi kimyasal silah kullandı, insanları katletti. Bütün bunları kendi aramızda tam olarak tartışamıyoruz. Bu konuda patolojik bir durum var, bu da toplumu zehirliyor.
Cenevre sözleşmesine yönelik batı merkezli şerh muhafazakar çevreler tarafından sorgulanmıyor, halbuki buna herkesin karşı çıkması gerekir.
Bir dönem komünistler gelecek diye korkutulurdu toplum, şimdi mültecilerle korkutuluyor. Toplumda zaten 6-7 Eylül’den kalma bir pogrom geleneği var, bu da işimizi zorlaştırıyor.
Bizler göçmenler konusunda en temel en insani değerlerimizi ortak payda olarak öne çıkarmalıyız.