Avrupa Parlamentosu seçimleri: Aşırı sağ ve faşistlerin yükselişi

26.06.2024 - 08:18
Haberi paylaş

6-9 Haziran tarihleri arasında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde pek çok ülkede aşırı sağ veya faşist partiler oylarını arttırdılar. Fransa’da Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birlik (RN) yüzde 31,5 oyla birinci parti olurken, Eric Zemmour’un partisi Yeniden Fetih! (Reconquista) yüzde 5,4 oy aldı. Avusturya’da FPÖ yüzde 25,3 ile birinci olurken, İtalya’da da Başbakan Meloni’nin partisi “İtalya’nın Kardeşleri” yüzde 28,7 oy aldı. Bunun yanında Faşist Salvini’nin listesi de yüzde 9 oy aldı. Seçimlerden birinci çıkan bu partilerin yanı sıra pek çok aşırı sağ parti de önemli oranda oy aldı. Almanya’da Almanya için Alternatif (AfD) yüzde 15,8 ile ikinci parti oldu, Hollanda’da Geert Wilders’in partisi PVV yüzde 17 oy aldı. Polonya’dan Portekiz’e Yunanistan’dan İspanya’ya pek çok ülkede aşırı sağ partiler yüzde 9 ile 12 arasında oy oranlarına ulaştılar. Macron bu sonuçlar üzerine erken seçime gitme kararı aldı. 

Aşırı sağın ve faşistlerin oylarındaki bu artış, dünyanın içinde bulunduğu genel siyasal krizle ilgili. Hem merkez sağın hem de merkez solun uyguladığı neoliberalizm politikaları, bu partileri giderek birbirine benzetirken, demokratik kurumların ve denetimin altını oydu. İnsanlar fiyatların arttığı, iklim krizinin etkilerinin giderek şiddetlendiği, Rusya’nın Ukrayna işgalinin bir Üçüncü Dünya Savaşı’na dönüşme riskinin her gün daha fazla dillendirildiği bir dünyada kendi düşüncelerinin ve kaygılarının ana akım siyaset tarafından önemsenmediğini düşündüler. Onların hoşnutsuzlukları seçimlere katılımın azalmasına ve merkez partilerin oy kaybetmesine neden oldu. Bu siyasal krize sosyalist sol, kapitalizmi ve neoliberalizmi sorgulayan, demokrasinin aşınmasının piyasa mantığının gelişimiyle bağlantısını gösteren bir noktadan müdahale ederken, aşırı sağ ve faşistler kapitalizmi temize çıkarıp suçu Müslümanların, göçmenlerin, LGBTİ+’ların kısacası ötekilerin üzerine attılar.

AB seçimleri bir yandan Ukrayna savaşının etkilerinin diğer yandan göç meselesinin öne çıktığı bir ortamda yapıldı. Farklı AB ülkelerinin liderleri seçim kampanyalarında silah fabrikalarında, tankların önünde röportajlar verdiler ve NATO’nun Ukrayna’ya daha doğrudan müdahale edebilmesini savundular. Fransa Cumhurbaşkanı Macron NATO askerlerinin Ukrayna’ya gönderilmesini savunurken, Almanya “Rus tehdidine karşı” orduya daha fazla bütçe ayıracağını açıkladı. Avrupa ülkeleri aynı zamanda mülteciler konusunda da giderek daha sert politikalar uygulamaya başladılar. Aralık 2023’te kabul edilen Göçmenlik ve Mültecilik Anlaşması (PEMA) ile Türkiye, Tunus, Mısır ve Arnavutluk gibi ülkelere para verilerek bu ülkelerin Avrupa’ya göçmen akışını kesmek için kullanılması tasarlanıyor. Merkez sağ ve solun bu adımları aşırı sağın meşrulaşmasına, onun tezlerinin ana akım haline gelmesine yardımcı oluyor. Bu durum özellikle Fransa’da ve Almanya’da çok belirgin: Macron’un İçişleri Bakanı Darmanin’in göçmenlik yasası RN’nin taleplerini kısmen karşıladı. Polisin yetkileri arttırıldı, bazı Filistin eylemleri yasaklandı. Merkez sağın ırkçı fikirleri benimsemesi aşırı sağ partilerin güçlenmesini kolaylaştırdı. Bu partiler giderek ırkçı veya aşırı partiler olarak değil, normal partiler olarak görülmeye başlandı. 

Aşırı sağ partilerin yükselişi çoklu bir stratejiye dayanıyor. Bu partiler bir yandan korku politikalarıyla birleşik homojen bir ulusu tehdit eden iç ve dış düşmanlar algısı yarattılar. Küresel seçkinlerin ulus devleti yıkmaya çalıştığı, göçmenlerin zaten kısıtlı olan refah devleti imkanlarından onlara göre daha fazla yararlandığı, Müslümanların hepsinin potansiyel cihatçı olduğu gibi argümanlar giderek daha fazla yaygınlaştırıldı. Diğer yandan, merkez siyasetin krizinden faydalanarak halkın hoşnutsuzluklarını dile getiren bir ses, “gerçek” halkın temsilcisi olarak kendilerini öne çıkarmaya çalıştılar. Ancak aslında her durumda patronların temsilcisi oldular. Örneğin Fransa’da RN, asgari ücretin arttırılmasına ve kiraların dondurulmasına her seferinde hayır dedi. 

Ancak Avrupa’daki durum umutsuz değil. Hem Almanya’da hem de Fransa’da sol, aşırı sağın yükselişine karşı çeşitli inisiyatiflerde bir araya geliyor. Fransa’da AB seçim sonuçlarının açıklanmasından hemen sonra ülkenin dört bir tarafında toplam 640.000 kişinin katıldığı eylemler yapıldı. Ayrıca 30 Haziran’da ilk turu yapılacak seçimlerde de Boyun Eğmeyen Fransa Partisi, Sosyalist Parti, Fransız Komünist Partisi ve Ekolojistlerden oluşan Yeni Halk Cephesi hem Le Pen’in faşizmine hem de Macron’un piyasacılığına karşı alternatif bir odak yarattı. Yeni Halk Cephesi, emeklilik yaşının 60’a düşürülmesi, temel gıdada fiyatların dondurulması, zenginlere vergi getirilmesi, asgari ücretin yüzde 15 arttırılması, eğitim ve sağlıkta daha fazla istihdam gibi talepleri savunuyor. Ancak aynı zamanda Hamas’ı terörist olarak adlandırıyor veya Ukrayna’ya “gerekli silahların gönderilmesini” de savunuyor. Almanya’da Sol Parti yüzde 2,74 ile tarihinin en kötü sonuçlarından birini alırken ondan ayrılan Sahra Wagenknecht’in kurduğu yeni parti (BSW) yüzde 6,17 oy aldı. BSW, göçmenlik konusunda AfD’nin hattına taviz veren bir politika savunurken LGBTİ+’ların özgürlük mücadelesi gibi konuları “kimlik mücadelesi” olarak görüyor. Alman ırkçılık karşıtları 28-30 Haziran’da Essen’de yapılacak AfD kongresine karşı büyük kitlesel eylemler gerçekleştirecek. Avrupa’daki sosyalistleri sıcak bir yaz bekliyor.

Onur Devrim

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol