6-9 Haziran tarihlerinde Avrupa Birliği Parlamentosunun belirlenmesi için yapılan 27 ülkede yapılan seçimlerden aşırı sağcı ve faşist partiler güçlenerek çıktı. Seçimlerde özellikle Almanya’da Almanya için Alternatif (Afd) ve Fransa’da Ulusal Birlik’in (RN) yükselişi dikkat çekerken Fransa’da Macron erken seçim kararı aldı.
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasından sonra yapılan ilk AB parlamentosu seçimlerinde katılım Avrupa genelinde yaklaşık yüzde 51 olarak gerçekleşirken, bu bazı ülkelerde daha da düşüktü; örneğin Yunanistan’da yüzde 41’de kaldı. Seçimlerin en önemli sonucu pek çok ülkede göçmen ve mülteci düşmanı partilerin ve aşırı sağın güç kazanması oldu. Bu durum AB’nin merkez ülkelerinde çok daha somut gözlemlendi. Fransa’da Marine Le Pen’in daha önce Ulusal Cephe olarak bilinen partisi Ulusal Birlik, oyların yüzde 31’ini alırken, Macron’un desteklediği “L'Europe Ensemble” listesi sadece yüzde 15 oy alabildi. Sosyalist Parti oyların yüzde 13,8’ini alırken, sosyalist Jean-Luc Mélenchon’un partisi Boyun Eğmeyen Fransa’nın da içinde bulunduğu ittifakın oyları yüzde 9,8’de kaldı. Aşırı sağ yalnızca Le Pen ile sınırlı değildi, göçmen karşıtı Éric Zemmour’ın partisi “Yeniden Fetih!” de yüzde beş oy aldı. Bu seçim sonuçları üzerine Fransa’da erken seçim kararı alındı, ülke 30 Haziran’da seçime gidecek.
Aşırı sağın yükseldiği diğer bir önemli ülke Almanya’da oldu. Almanya için Alternatif (AfD) ülke genelinde oyların yüzde 15,9’unu alarak ikinci parti oldu. Partinin eskiden Doğu Almanya olan eyaletlerdeki oy oranı ise daha yüksek, bu eyaletlerde parti oyların yüzde 29,2’sini alarak birinci parti oldu. Sosyal Demokrat Parti (SPD) oyların yüzde 13,9’unu alarak üçüncü parti olurken, Sol Parti yüzde 2,7 ile çok kötü bir sonuç aldı. Sol Parti’den ayrılan Sahra Wagenknecht’ın liderliğinde kurulan “Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) – Akıl ve Adalet” partisi ise oyların yüzde 6,2’sini aldı. Yeşillerin oyu ise bir önceki AB parlamentosuna göre oyları yarı yarıya azalarak yüzde 11,9 oldu.
Aşırı sağ sadece Fransa ve Almanya’da değil, Avrupa’nın diğer ülkelerinde de ilerleme kaydetti. Avusturya’da Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) oyların yüzde 25,7’sini alarak birinci parti olurken, Hollanda’da Geert Wilders’in aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) yüzde 17 oyla ikinci parti oldu. İtalya’da Başbakan Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri (Fdl) partisi yüzde 28,7’yle birinci olurken, bir diğer faşist olan Salvini’nin partisi de yüzde 9 oy aldı. Belçika’da da aşırı sağcı Vlaams Belang yüzde 13,8 ile birinci oldu. Aşırı sağın birinci çıkmadığı ülkelerde de dikkate değer oylar aldığını görüyoruz. İspanya’da aşırı sağcı Vox yüzde 9,6 Portekiz’de Chega yüzde 9,7 Yunanistan’da Yunan Çözümü 9,3 Polonya’da aşırı sağ Konfederasyon ittifakı yüzde 12 oy aldı.
AB parlamentosu seçimleri, doğrudan o ülkenin meclisini oluşturmadığı için geleneksel olarak “ikinci derece seçimler” olarak görülüyor. Bu seçimlerde ana akım partiler genelde daha az oy alırken, siyasi yelpazenin uçlarında kalan partilerin oyları genel seçimlere göre daha yüksek oluyor. AB parlamentosu farklı ülkelerden siyasal partilerin oluşturduğu siyasal gruplarla çalışıyor. Merkez sağ partiler “Avrupa Halk Partisi’ne”, sosyal demokrat ve merkez sol partiler “Sosyalistler ve Demokratların İlerici İttifakına”, liberal partiler daha önce “Avrupa için Liberaller ve Demokratlar İttifakı” gruba dahilken, Macron’un Rönesans partisinin de dahil olmasıyla “Avrupa’yı Yenileyin” ismiyle yeni bir grup kuruldu. Avrupa’daki aşırı sağcılar ise iki ayrı grupta yer alıyorlar; “Kimlik ve Demokrasi” ile “Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular Partisi”
“Kimlik ve Demokrasi” grubundaki en büyük partiler Fransa’daki Ulusal Birlik (RN) partisi, İtalya’daki Birlik (Lega), Almanya’daki Almanya için Alternatif iken, AfD’nin AB milletvekillerinden birinin “SS üniforması giyen herkes otomatik olarak suçludur diyemem” sözleri, AfD’nin “Kimlik ve Demokrasi” grubundan çıkarılmasıyla sonuçlanmıştı. Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular Partisi’nde ise İtalya’nın Kardeşleri, İsveç Demokratları ve İspanyol Vox partisi bulunuyor.
Bu sonuçlar AB parlamentosunda hem aşırı sağcıların iki grubunun hem de bu gruplara dahil olmayan aşırı sağcıların sayısında bir artışa neden olacak. Bu grubun daha önce 73 milletvekili bulunuyordu. Merkez sol ve sosyalist sol ise güç kaybetti. İrlanda seçim sonuçlarının henüz belli olmadığı veriler dikkate alındığında bir önceki AB parlamentosunda merkez sol grubun 154 milletvekili varken bu sayının 137’ye, sosyalist solun grubu olan Avrupa Sol Partisi’nin 41 olan milletvekili sayısının ise 36’ya düşmesi bekleniyor.
Aşırı sağdaki bu yükseliş, seçimlere katılımdaki düşüşle birlikte okunduğunda, sosyalistler için önemli bir uyarı niteliği taşıyor. Ukrayna savaşının yarattığı küresel istikrarsızlık, göçün aşırı sağ tarafından ırkçı bir söylemle kullanılması, hem merkez sağ ve sol partilere hem de Yeşillere yönelik tepkinin kendisini sağda yoğunlaştırması gibi gelişmeler önemli bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Avrupa’da solun cinsiyetçiliğe ve homofobiye karşı mücadele yerine ekonomik konulara ağırlık vermesi gerektiğini anlatan siyasal hattın Almanya’da BSW, İngiltere’de ise George Galloway’in Büyük Britanya İşçi Partisi’nde (WPGB) kendisini ifade edeceğini tahmin edebiliriz. Bir yandan bu hatta karşı tartışırken ve ezilenlerin özgürleşmesi mücadelesinin kendisine sosyalist diyen her örgütün temel görevlerinden biri olduğunu vurgularken diğer yandan faşizme ve ırkçılığa karşı etkin bir mücadeleyi nasıl öreceğimizi tekrar değerlendirmek Avrupa’daki tüm sosyalistlerin önünde duran bir görev.
Onur Devrim