İsrail devletini sarsacak kadar güçlü bir aşağıdan ayaklanma olan ve 1987'de başlayan İntifada, Siyonizm'le yüzleşmenin yeni bir yolunu ateşledi. Sophie Squire, yazar Phil Marfleet ile İntifada'nın süregelen önemi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.
İntifada 8 Aralık 1987'de başladı ve neredeyse altı yıl sürdü. Gazze'de, Batı Şeria'da ve İsrail'in içinde neredeyse her Filistinli aileyi kapsayan büyük bir ayaklanmaydı. Aşağıdan yönetilen ve Filistin toplumunun her katmanını kapsayan inanılmaz demokratik bir isyandı. İntifada sırasında kadın komiteleri filizlendi.
Grevler, İşgal Altındaki Topraklar'daki işçilerin günlerce çalışmayı reddetmesiyle mücadelenin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Çaresiz İsrailli patronlar, otel ve restoran işletmek ve meyve toplamak için yeni bir işgücü kaynağı bulmak üzere hükümete başvurmak zorunda kaldı.
İntifada'nın enerjisi ve canlılığı, Filistin direnişinin Filistin Kurtuluş Örgütü'nden (FKÖ) farklı, alternatif bir liderliğe sahip olmasının mümkün olduğunu gösterdi. Büyük ayaklanma, İsrailli bir şoförün Filistinlilerin arabalarına çarparak birkaç kişiyi öldürmesiyle başladı.
Öldürülenlerden üçü Gazze'deki Jabalia mülteci kampındandı. Ayaklanma burada kök saldı ve önce Gazze'ye sonra da Batı Şeria'ya yayılmaya başladı. İsyandan sadece iki gün sonra protestolar ve eylemler Gazze'yi fiilen kapatmıştı. Uluslararası bir yardım görevlisi Gazze'nin "tamamen kapalı" olduğunu anlattı:
"Yollar tıkalı. Sokaklar moloz yığınlarıyla dolu.Yanan lastiklerin siyah dumanı şehrin üzerinde asılı duruyor."
Liderlik, taşlarla karşılık veren yeni nesil Filistinli gençlerdi. Bu yeni liderler, İsrail devletinin kendilerine dayattığı aşağılanma, yoksulluk ve şiddetten başka bir şey bilmiyordu.
Bunu değiştirmek için ellerinden gelen her şekilde karşılık vermeye hazırdılar. İsrail gazetesi The Jerusalem Post tarafından kaleme alınan bir makale o dönemi şöyle özetliyordu: "Bizim 20 yaşındakiler (İsrailliler), onların 20 yaşındakileriyle (Filistinliler) savaşıyor. Bizimkiler zırhlı araç ve helikopter kullanıyor, onlarınkiler ise sopa, taş ve ilkel molotof kokteylleri."
Öncelikle, Filistinlilerin sömürgeciliğe karşı uzun bir direniş geleneği olduğunu bilmeliler.
Hiç kimse 1936-39 yılları arasında hem Siyonistlerle hem de İngilizlerle mücadele eden Filistin direniş dalgasını unutmamalıdır. Aşırı düzeydeki şiddet bu direnişi bastırdı. Filistinliler bu mücadeleyi unutmadılar. Onlar için bu dönem başlı başına bir İntifada'ydı.
Ancak Filistinlilerin 1987'de ayaklanmasına neden olan sadece İsrail'in gaddarlığı ve şiddetli baskısı değildi. Aynı zamanda ekonomik baskı ve yoksulluk da söz konusuydu.
İsrail, 1967'deki Altı Gün Savaşı'nın ardından yirmi yılı aşkın bir süre boyunca Gazze'yi işgal etmişti. İsrail devleti Gazze'yi, Güney Afrika'daki beyaz apartheid yöneticilerinin siyah sakinler için ayırdığı bölgelere benzer bir Bantustan'a dönüştürdü.
Gazze'den binlerce işçi, İsrail'de çalıştı. İsrailliler tarafından uygun ve ucuz bir işgücü biçimi olarak görüldüler. 1981 yılına gelindiğinde 110 bin işçi İşgal Altındaki Topraklardan İsrail'e seyahat ediyordu. Batı Şeria ve Gazze'deki yüksek işsizlik oranları, İsraillilerin Filistinli işçilerin ücretlerini düşük tutmalarına yardımcı oldu.
1987 yılında İsrailli işçilerin ücretleri Filistinlilerden on kat daha yüksekti. İsraillilerin Filistinlileri her şekilde aç bırakmak için kurduğu baskıcı sisteme duyulan bu öfke, isyanın muazzam bir hızla yayılması anlamına geliyordu. Filistin direnişinin azmi, İsrail devletini temelinden sarstı.
İsrail devletinin kuruluşuna işaret eden 1948 Nakba'sı sırasında yüz binlerce Filistinli evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Bazıları Lübnan ya da Ürdün gibi komşu ülkelere yerleşti. Burada, aralarında FKÖ'nün de bulunduğu kendi direniş örgütlerini kurdular. 1982 yılında İsrail, ülkede siyasi olarak etkili hale gelen FKÖ'yü ezmek için Lübnan'ı işgal etti. İşgal sırasında İsrail'in müttefikleri Lübnanlı Kataeb Partisi [Falanjistler], Beyrut'ta 2 bin Filistinliyi öldürdü. İsrailliler, Filistin ulusal kurtuluş hareketini ezmeyi başardıklarına inanıyorlardı. Ama yanıldılar.
Hareket ölümcül bir hasar almamıştı. Bunun yerine Filistin'in kendi içinde kitlesel bir mücadeleye dönüşmüştü.
FKÖ gibi grupların 1960'lar boyunca İsraillilere karşı yürüttüğü gerilla mücadelesi cesurdu ama başarılı olamamıştı. Ancak 1987'de on binlerce genç Filistinli, yeni bir şekilde mücadele ettiklerini hissetti. Bu deneyim onlara enerji verdi. Öte yandan İsrailliler sadece gerilla savaşçılarıyla mücadele etmeye alışkındı.
Grevleri ve kitlesel gösterileri kapsayan, aşağıdan demokratik olarak yönetilen kitlesel bir sivil eylem hareketine karşı hazırlıksızdılar. Bir yıl süren isyanın ardından İsrail Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Ehud Barak, İntifada'nın İsrail devleti üzerinde yorucu bir etkisi olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Batı Şeria ve Gazze'de 10 bin İsrail askerinin konuşlandırıldığını, 3.5 milyon iş gününün İntifada'yı bastırmak için "harcandığını" itiraf etti.
İsrail yine de direnişi baskıyla ezmeye çalıştı ve İntifada yıllarında yaklaşık 30 bin Filistinliyi hapse attı. Dönemin İsrail Savunma Bakanı İzak Rabin "Demir Yumruk" adını verdiği politikayı yürürlüğe koymuştu.
Bu politika, 1985 yılında Filistinlilerin sınır dışı edilmesini de içerecek şekilde Filistin milliyetçiliğini ezmeye çalışmıştır.
"Demir Yumruk", İsrail tarafından sonraki dört yıl boyunca yoğun bir şekilde kullanıldı ancak tek başına İntifada'yı durdurmayı başaramadı. Bu İntifada'dan çıkarmamız gereken bir ders varsa o da Filistin toplumundaki direnişin asla sönmeyeceğidir. Tıpkı Filistinlilerin isyan sırasında baskı ve şiddete karşı ayaklanmaları gibi, İsrail'in son saldırısı da önümüzdeki yıllarda daha fazla isyana yol açacaktır.
İsrail devletinin acımasız baskısı, neredeyse altı yıl sonra tükenmiş olan Filistinlilere zarar verdi.
Ancak İsrail bu direniş dalgasını sona erdirmek için FKÖ liderliğine de güvendi. FKÖ'nün El Fetih fraksiyonunun liderleri, Yaser Arafat ve diğerleri, ayaklanan hareket üzerinde kontrol sahibi olmak istiyordu.
Bunu da İsrail'in kendilerine bağımsız bir Filistin devleti vereceği umuduyla yaptılar. Oslo Anlaşmaları olarak bilinen sözde barış görüşmelerine başladılar. Kitle hareketi, Eylül 1993'te sona erdi. Bunu yalan ve aldatmacayla sonuçlanan bir süreç izledi. Barış görüşmeleri İsraillilerin Batı Şeria'da sömürgeleştirme sürecini devam ettirmelerine ve Gazze'yi bir hapishane bölgesine dönüştürmelerine olanak sağladı.
Nihayetinde Oslo anlaşması, Batı Şeria ve Gazze üzerinde kısmi kontrole sahip olan Filistin Ulusal Yönetimi'nin kurulmasına yol açtı. Ancak Filistin halkının bu anlaşmanın bir sahtekarlık olduğunu anlaması, FKÖ'ye ve Arafat'a verdikleri destekten vazgeçmeleri uzun sürmedi.
2006 yılında yapılan serbest seçimlerde Gazze'deki Filistinliler Hamas'a oy verdi. İsrail devleti başlangıçta laik FKÖ'ye karşı Hamas gibi İslamcı bir grubun gelişmesini kolaylaştırmak istedi.
Gazze Şeridi'nde cami inşasına izin verdi. İsrail, Hamas'ın başlangıçta refah sağlamaya, okulları ve kreşleri finanse etmeye dayanan hayır işlerine dayalı bir örgüt olmasından memnundu. Ama bu uzun sürmedi. Hamas, FKÖ'ye karşı bir denge unsuruna dönüştü. Bugün İsrail ektiğini biçiyor.
İntifada, Lübnan'dan Ürdün'e, Kuzey Afrika'dan Körfez ülkelerine kadar Arap dünyasının dört bir yanındaki hareketlere ilham verdi.
Bu hareketlerin siyasi karakteri önemliydi. Arap dünyasındaki insanlar bunun anti-emperyalist bir mücadele olduğunu anladılar. Sadece Filistinlilerle dayanışma için gösteri yapmadıklarını, aynı zamanda kendi hükümetlerine karşı da mücadele ettiklerini biliyorlardı.
Bu mücadelelerin bir örneği, üniversitelerdeki kitlesel gösterilere Mahalla al-Kubra'daki tekstil fabrikalarından işçilerin de katıldığı Mısır'da yaşandı. İşçiler bir yandan İntifada'yı desteklemek için yürürken, bir yandan da Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek'e karşı sloganlar attı.
Ülkelerindeki yöneticilere karşı muhalefet, dayanışma gösterilerini çok tehlikeli hale getirdi. Arap ülkelerinde dayanışma hareketlerini bastırmak için sürekli çaba sarf edildi.
Burada, on yıllar öncesine dayanan ve Arap rejimlerinin kinizmini vurgulayan bir model görüyoruz. Dünyanın dört bir yanında emperyalizme karşı mücadeleyle özdeşleşenler, İsrail işgali altında yaşayan Filistinlilerin kitlesel hareketinin, toplumdaki en ezilenlerin bile mücadele edebileceği anlamına geldiğini gördüler.
Bugün de aynı şey geçerlidir. Filistinliler hala mücadele ediyor ve dünya çapında mücadeleye ilham veriyor. İsrail tüm emperyalist desteğe ve finansmana rağmen, kolektif direniş iradesini yok edememiştir.
İntifada ve Filistin direnişindeki diğer tüm yükseliş noktaları, Arap egemen sınıflarını her zaman tedirgin etmiştir çünkü genellikle aşağıdan direnişe yol açmaktadır.
Ancak bu gerçekleştiğinde FKÖ, Arap yöneticilerin imdadına yetişti. Arafat, 1960'larda diğer Arap devletlerinin siyasetine karışmama politikası geliştirdi.
Arap yöneticilere para ve silah karşılığında FKÖ'nün iç politikalarına karışmayacağı güvencesini verdi. FKÖ'nün diğer Arap ülkelerindeki Filistin mücadelesinden ilham alan herkese verdiği mesaj, evlerine ve işlerine geri dönmeleriydi. Filistinlilerin mücadelesini daha geniş Arap işçi sınıfının mücadelesinden ayırdılar.
Öğrenmemiz gereken önemli bir ders de Filistin mücadelesinin Arap dünyasında her zaman dayanışmaya yol açmış olmasıdır. Ancak Filistinli liderler, özellikle de FKÖ, bunun kurtuluş için bir anahtar olabileceğini hiçbir zaman söylemedi.
Bunun yerine Filistin milliyetçiliğini ve daha geniş anlamda Filistin mücadelesini izole ettiler. Kazanmak için bu strateji reddedilmelidir. Filistin hareketi, Arap işçi sınıfı ile birlikte mücadele ettiğinde her zaman en güçlü halini alır.
(Socialist Worker)
Phil Marfleet, Britanya'daki Socialist Workers Party (SWP) üyesi, Filistin, Mısır ve Ortadoğu'daki mücadeleler üzerine birçok kitap ve makalenin yazarıdır.