Sri Lanka isyanından çıkarılabilecek dersler

28.07.2022 - 11:04
Haberi paylaş

Sri Lanka’da yakıt ve gıda fiyatlarındaki yükselişin yarattığı isyan, otoriter rejimin devrilmesiyle sonuçlandı.

Geçtiğimiz günlerde, istifa etmek zorunda kalıp ülkeden kaçan cumhurbaşkanı Gotabaya Rajapaksa'nın tekrar Sri Lanka'ya dönmesinin beklendiği yönünde açıklamalar yapılmış olsa da, sokaktaki hareket, onun ülkeye dönmesi durumunda – artık dokunulmazlığa sahip olmadığı için- hemen bir soruşturma başlatılması yönünde baskı yapıyor.

Sri Lanka’da başarıya ulaşan halk ayaklanması, yeni bir sınıf mücadelesi döneminin başladığını gösteriyor. İşçiler ve yoksullar isyan bayrağını çekti; Macaristan ve Panama da geçtiğimiz haftalarda “artık yeter” demek için sokaklardaydı.

Halklar, hepimizi giderek daha da yoksullaştıran bu muazzam krizin faturasını bizlere ödetirken lüks içinde yaşamaya devam eden baskıcı rejimlerin hepsinden kurtulmak istiyor.

Yuri Prasad, International Socialism dergisinin Mayıs sayısı için, Sri Lanka'daki Jaffna Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Ahilan Kadirgamar ile bir röportaj gerçekleştirmişti.

Ahilan Kadirgamar’ın aktardıkları, Rajapaksa’nın ülkeyi terk etmesinden önce yaşanan gelişmeler olsa da, baskıcı rejimin yönetimden çekilmek zorunda kaldığı Sri Lanka deneyiminden alınabilecek dersler konusunda, dünyanın her yerinden yükselmeye başlayan yeni isyan dalgalarına ışık tutabilecek son derece önemli deneyimleri içeriyor.

YP: Sri Lanka'daki siyasi ve ekonomik krizi ve buna bir tepki olarak yükselen protesto hareketini anlatabilir misiniz?

AK: Rajapaksa seçimleri kazandığından beri konumunu güçlendirmek adına bir yandan eski generalleri devlet yönetimine atayarak sivil yönetimi militarize etti, diğer taraftan çeşitli bakanlıklara kendi seçtiği kişileri bakan olarak atadı. Rejim, Covid-19 pandemisine rağmen 2020'deki parlamento seçimleri sürecini de ertelemedi. Bu sırada Müslüman karşıtı söylemler kullanarak toplumsal tabanını harekete geçirdi. Seçimleri kazandıktan sonra gücünü daha da pekiştirmeye çalıştı.

Zaten kendisi için çok güçlü bir başkanlık rejimi yaratmıştı ki, ardından parlamentodaki üçte iki çoğunluğu da ele geçirince yetki sınırlarını genişleten bir anayasa değişikliği getirdi. Rajapaksaların bir sonraki büyük hamleleri, offshore bankacılık vb. için bir finans merkezi yaratma girişimiydi ve bunun için de Colombo Liman Şehri Yasası kullanıldı. Ve sonra da rejimin ana gündemi bu finansallaşma projeleri oldu.

Ancak Başkan Rajapaksa'nın görevdeki ilk bir buçuk yılı boyunca süren bir direniş de vardı. Siyasi iktidarın, halkın acılarını tümüyle görmezden gelmesi üzerine, bu direniş de gün geçtikçe büyüdü.

Salgın, Rajapaksa'nın iktidara gelmesinden dört veya beş ay sonra vurdu. 2020 verilerine bakarsanız, diğer birçok Güney Asya ülkesinin yüzde 1,5 ila 2,5 arasında bir bütçe ayırmış olmasına rağmen, Sri Lanka GSYİH'sının yaklaşık yüzde 0,8'inin Covid-19 önlemlerine ayrıldığını görebilirsiniz. Halk ihmal edildi. Sessiz protestolar da giderek yayıldı. Sessiz, çünkü pek çok muhalif bunları yüksek sesle dile getiremedi ama bu gidişattan rahatsız olduklarını hissedebiliyordunuz. Krizin zirve yaptığı sıralarda aşılama ve sokağa çıkma yasağı uygulamaları için görevlendirilen ordu bile kırsal bölgelerde büyük öfkeyle karşılanmıştı. Toplumun tamamına sirayet eden gerilim giderek tırmanıyordu. Ve hükümetin Kotelawala Ulusal Savunma Üniversitesi Yasasını geçirmeye çalışması bardağı taşıran son damla oldu.

Sri Lanka'da tüm üniversiteler devlet üniversiteleridir, ancak bu tasarı ücretli bir askeri üniversiteden bahsediyor ve hem askerileştirmeyi hem de eğitim sisteminin özelleştirilmesini gündeme getirip yepyeni bir tehdit daha savuruyordu. Öğretmenler sendikası yeni yasaya karşı çıkan bir mücadele başlattı, diğer sendikalar bu mücadeleye destek verdi. Muhalefetin gücü o kadar büyüktü ki, hükümet meclisteki salt çoğunluğunu kullanarak yasayı geçirebilecek olmasına rağmen tasarıyı geri çekmek zorunda kaldı.

Özetle, rejime karşı etkili bir toplumsal muhalefet dalgasının yükselmiş olması çeşitli faktörlerin bir araya gelmesinin bir sonucuydu. Yaklaşık sekiz ay kadar önce, hükümetin gayri meşru olduğu da ortaya çıktı. Buna da kabinedekilerin görevlerini değiştirme gibi bir yanıt üretmeye çalıştılar.

Ne yazık ki, Sri Lanka üzerine yazılanlarda genellikle yalnızca son iki aylık döneme bakılıyor, protestoların geçmişi gündeme taşınmıyor. Ne var ki, isyanla sonuçlanan bu ruh hali uzun bir süredir yükselişteydi. Protestolar büyüdükçe burjuva sınıfı da sokaklara indi. Bu büyük bir değişimin başlangıcıydı, çünkü Sri Lanka burjuvazisi bu tür protestolara nadiren katılır. Hatta genellikle öğrencilerden ve protestolara kalkışan diğer gruplardan şikayet eder, trafiği aksattıkları için onları suçlama eğiliminde olurlardı. Ancak temel tüketim maddelerinde yaşanmaya başlanan kıtlık onları da çileden çıkardı. Hareketin geniş kitlelerce kabul gören itibarı, işçiler de dahil olmak üzere herkese cesaret veriyordu.

Yine de birkaç ay öncesine kadar, sendikalar henüz devreye girmemiş, harekete önderlik etmeye başlamamışlardı. Onların eksikliğinde, büyük çoğunluğu gençlerden oluşan bu kitlenin yükselttiği protestolarda “Gota, çek git!” talebinin ötesine geçilemiyordu. Fakat son birkaç haftada [Nisan ayında], sendikalar da kendilerinden beklendiği şekilde harekete dahil olmaya başladı. 28 Nisan Perşembe günü 1000'den fazla sendika greve gitti. Bu yılın 1 Mayıs protestoları sendikalar için bir güç testine dönüştü, 6 Mayıs'ta bir genel grev yapılması planlandı.

YP: Hareket içinde bir liderliğin yükselmekte olduğuna dair işaretler var mı?

AK: Sri Lanka’da itibarını yitirmiş olanlar sadece Rajapaksalar değil, tüm siyaset kurumudur. Bu nedenle protestocular politikacılardan, bu protestolara katılmamalarını talep etti. Aynı zamanda siyasi partiler de toplumsal tabanlarını harekete geçiriyor. Hem ana muhalefet partisi Samagi Jana Balawegaya (Birleşik Halk İktidarı) hem de solcu Janatha Vimukthi Peramuna (Halkın Kurtuluş Cephesi) son aylarda büyük protestolar düzenledi. İkisi de seçimlere hazırlanıyor. Ancak, farklı güçlerin birlikteliğini temsil ettiği için sokaktaki harekette öyle bir liderlik yok.

Sol, esas olarak sendikalarda yoğunlaşıyor, çünkü “sol” siyasi partiler Rajapaksa kardeşlerle olan bağları nedeniyle gözden düştü. Bunlara Lanka Sama Samaja Partisi (Sri Lanka Eşit Toplum Partisi) ve Sri Lanka Komünist Partisi dahildir. Öğrenciler arasında, özellikle de yaklaşık on yıl önce JVP'den (Halkın Kurtuluş Cephesi) ayrılan Ön Cephe Sosyalist Partisi çevresinde güçlü bir sol var. Öğrenciler her zaman militan olmuştur, bu da Sri Lanka'nın hala ücretsiz eğitime sahip olmasının nedenlerinden biridir ve son zamanlarda başkanın evini çevreleyen çok ciddi bir protesto da düzenlediler. Bununla birlikte, taleplerden ve ileriye dönük bir plandan yoksunlar ve ayrıca krizi sona erdirmek için gereken türden bir program ortaya koyabilmiş değiller.

YP: Peki ya protestoların etnik yapısı? Sri Lanka'da birçok etnik gruptan oluşan bir protesto hareketi görmeyeli uzun zaman oldu. Şimdi gördüğümüz şey bu mu? Gösteriler Sinhalese nüfusunun çoğunluğunu, ezilen Tamil topluluğunu ve diğer etnik ve dini azınlıkları bir araya getiriyor mu?

AK: Kolombo'daki protestoların çoğunluğunu Sinhalese topluluğu oluşturuyor ve buradaki büyüklüğü göz önüne alındığında şaşırtıcı değil. Bununla birlikte, çok sayıda Müslümanın da dahil olduğunu görüyoruz. Bu önemlidir çünkü Müslümanlar son on yılda Sri Lanka'da ötekileştirilmiş olarak resmedilmiştir. Nefret dili ve İslamofobik söylemlerin yanı sıra Müslümanlara yönelik fiziksel saldırılar ve hatta pogromlar da gördük. O yüzden onların çıkıp protestolara katılmaları, Sinhalalarla bir arada olmaları çok anlamlı.

Sri Lanka'nın merkezindeki çay tarlalarından bazı genç Tamil gruplar da harekete katıldı. Hill Country Tamilleri, son iki yüzyılda Hindistan'dan getirilen sözleşmeli işçilerdir. Bununla birlikte, ülkenin kuzey bölgeleri de dahil olmak üzere Lankalı Tamil topluluğu arasındaki protestolar biraz sönümlendi. Bunun bazı nedenleri var. Birincisi, bu bölgelerde Sri Lanka devleti ile ayrılıkçı Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları arasındaki iç savaşın 2009'da sona ermesinden bu yana bir militarizasyon yaşanmış olmasıdır, bu nedenle toplumun yalnızca en örgütlü kesimleri protesto ediyor. İkincisi de şudur; Tamil yönetimine hakim olan Tamil milliyetçileri, Tamil siyasetini her zaman ulusal kaygılardan ayrı olarak gördükleri için ulusal boyutlu, yani etnik çeşitliliği olan hareketlerden endişe duyuyorlar. Bu nedenle Tamil milliyetçisi politikacılar topluluklarından bu protestolara katılmamalarını istiyor. Dolayısıyla Tamiller arasındaki düşük katılımın sebebi, savaştan kalma deneyimler ve protestolara katılma konusundaki tereddütlerin yanı sıra Tamil milliyetçiliğinin ideolojik durumuyla açıklanabilir. Ancak bu da değişebilir. Örneğin, işyerim Jaffna Üniversitesi, Tamil çoğunluklu bir şehirde ama öğretmenler birliği ve akademik olmayan personel yeni bir protesto düzenledi. Kriz tırmandıkça, ülkenin kuzey bölgelerinde daha fazla katılım olması da muhtemeldir.

YP: Egemen sınıf bu isyana nasıl tepki veriyor?

AK: Rajapaksa rejimi her zaman sosyal tabanına (Sinhalese milliyetçi Budistler ve eski askerler) güvendi, ancak aynı zamanda sol partilerle ittifak kurarak ve sendikalarla yakınlaşarak kendilerini güçlendirmeye çalıştı. Şimdi bu taban çatladı ve rejim çok gergin. Benzer bir durum, sendikal protestoların artmaya başladığı 2010 ile 2015 yılları arasında iktidarda bulundukları dönemde de yaşanmıştı. O zaman, gösterileri bastırmaya çalışırlarsa çok daha büyük bir toplumsal tepkiyle karşı karşıya kalacaklarını anladılar. Rajapaksalar şu anda da çok dikkatli davranıyorlar. Yolsuzluktan yargılanmalarının talep edildiğini biliyorlar ve istifa etmemelerinin nedeni de tam olarak bu zaten. Ayrıca artık devlet aygıtının tüm desteğine sahip olmadıklarını da biliyorlar.

Daha genel olarak da egemen sınıf – iş dünyası seçkinleri vb.- Rajapaksa kardeşleri giderek daha fazla eleştirir oldu, ancak Sri Lanka, örneğin Hindistan'daki gibi güçlü ve bağımsız bir kapitalist sınıftan yoksundur. Sri Lanka'nın egemen sınıfı, kapitalist çıkarlara hizmet etmek için devlet gücünün tam kontrolünü hiçbir zaman gerçekten ele geçirememiş bir komprador kapitalist sınıftır. Her zaman iktidardakilerle müzakere ettiler. Bu onlar için şu anda gerçekten bir sorun değil çünkü hükümetin izlediği ekonomik politikalarla ve önerilen IMF anlaşmasıyla uyum içindeler. Bununla birlikte, protestolar ekonomik anlamda daha radikal bir değişimi tetiklerse ve onların çıkarlarına meydan okuyacak taleplerde bulunursa, o zaman bekleyip, örneğin sosyal refahın iyileştirilmesini kabul etmeye istekli olup olmadıklarını görmemiz gerekecek.

YP: Böyle bir halk hareketinin Sri Lanka tarihinde bir örneği daha var mı?

AK: Mevcut hareketin Sri Lanka tarihindeki tek benzeri, Hint Alt Kıtasındaki kitle grevleri ve sivil itaatsizlik protestoları, yani 1953'teki büyük “hartal”dır.  Sri Lanka, İngilizlerden bağımsızlaştıktan birkaç yıl sonra, Kore Savaşı sonlanırken yaşanmıştı. Kore Savaşı, kauçuk fiyatlarında bir patlama yaratmış, Sri Lanka kauçuk endüstrisine büyük fayda sağlamış ve ülkenin o zamanlar başlıca ithalatı olan gıda ürünlerini ithal etmesine olanak tanımıştı. Ancak savaşın sona ermesiyle birlikte Sri Lanka, şu anda içinde bulunduğumuza benzer çok ciddi bir ödemeler dengesi krizine girdi. Hem Dünya Bankası hem de Sri Lanka merkez bankası, hükümetin pirinç sübvansiyonunu sonlandırmasını tavsiye etti ki bunu da yaptılar ve fiyatlar bir gecede birim başına 25 sentten 70 sente, yani neredeyse üç katına fırladı. Bu durum Sri Lanka tarihinin en büyük protesto hareketine yol açtı. Kabine o kadar korktu ki toplantılarını gerçekleştirebilmek için bir İngiliz savaş gemisinde buluşmak zorunda kaldılar. Başbakan istifa ederek ülkeyi Batı'dan uzaklaştırıp Bağlantısızlar Hareketi'ne yakınlaştıracak bir dizi siyasi ve ekonomik değişimi başlattı. O zamanlarda Sri Lanka, temel gıda ürünü olan pirinç ihtiyacının yalnızca yüzde 25'ini kendisi üretebiliyordu, ancak kriz kısa süre sonra hükümeti politika değiştirmeye zorladı. Sonraki 25 yıl içinde Sri Lanka, nüfusu bu dönemde hızla artmış olmasına rağmen, pirinç ihtiyacının yüzde 90’ını kendi karşılamaya başlayıp kendi kendine yetecek duruma erişti.

YP: Protestoların daha fazla işçi ve sendikayı kapsayacak şekilde genişleyebileceğini ve dolayısıyla potansiyel olarak daha radikal hale gelebileceğini söylediniz. Rejimin, kontrolü yeniden sağlamak adına aşırı sağa veya orduya yönelmesi gibi bir tehlike var mı?

AK: Bence artık uzun ve yıpratıcı bir krizdeyiz. Siyasi değişimler de uzun vadede yaşanabilir gibi görünüyor. Benim asıl endişem, politikaları aynı zamanda oldukça neoliberal olan liberal muhalefete doğru bir dönüş yaşandığını görmektir. Halkın sırtına daha büyük bir yük yüklemeye kalkışırlarsa, o zaman bir iki yıl içinde milliyetçi sağın yükselişine de tanık olabiliriz. Bu sefer zirveye çıkan Rajapaksalar değil, askerleri ve diğer şovenist siyasi aktörleri harekete geçirebilecek popülist, faşist hizipçiler olabilir.

YP: Sizce IMF anlaşmasının olası etkisi ne olacak? Yeni bir kemer sıkma zorunluluğu getirecek mi?

AK: Yeni bir kemer sıkma dalgası çoktan başladı bile. Bunun bir örneği, IMF'nin Sri Lanka rupisinin şu anda olduğu gibi dalgalanmaya bırakılması talebidir. Bu talep, yaklaşık doların 200 rupiden 350'ye yükselmesi sonucunda büyük bir devalüasyona neden oldu ve bunun sonucunda ithalat maliyetindeki artış tüketiciye yansıtıldı. Sonuç olarak benzin fiyatları iki katına çıktı, ekmek fiyatları iki katına çıktı, mutfakta kullanılan LPG gazı neredeyse üç katına çıktı. IMF, hükümetin de yaptığı gibi, enflasyonun kontrolü için faiz oranlarının yükseltilmesini şart koştu – geçen bir buçuk ayda iki katından fazlasına çıkarak yüzde 14'e yükseldi ve bunu yaparken çiftçilere verilen krediyi de sınırladılar. Hem kırsal bölge halkı hem de şehirli işçi sınıfı elindeki altınları kullanmaya başladı ve rehincilere bırakılan değerli eşyaların faiz oranları yüzde 25'e yükseldi. Dolayısıyla, çiftçilik yapamayan ve mücevherlerini de bu şekilde kaybeden insanları kapsayan büyük ölçekli bir mülksüzleştirme yaşanacak gibi görünüyor. Hükümet, harcama kesintileri ve vergiler yoluyla devlet bütçesini dengelemek istediği konusunda çok açık davrandı ve bu da KDV gibi satın alma vergileri de dahil olmak üzere, tüm dolaylı vergileri artıracakları anlamına geliyor. Bedelini yine işçi sınıfı ve yoksullar ödeyecek. Gidilecek yol kendini belli ediyor; hazine bakanı, tüm devlet dairelerinden her türlü kamu projesini derhal durdurmalarını ve mümkünse sübvansiyonları kesmelerini isteyen genelgeler yayınladı.

YP: Çin ve Hindistan arasındaki, Sri Lanka'ya ekonomik anlamda hakim olma çekişmesine ne olur sizce?

AK: Son on yılda Sri Lanka jeopolitik bir oyunun kurbanı oldu ve bu nedenle küresel bir ekonomi politik perspektifini akılda tutmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Birçok kişi Sri Lanka'daki ana dış aktörler olarak Hindistan ve Çin'i işaret ediyor, ancak Batı'nın eşit derecede önemli bir oyuncu olduğunu hatırlatmak isterim. Evet, büyük ölçekli Çin yatırımlarına şahit olduk ve Hindistan da buraya yatırım yapıyor. Günümüz yayılmacılığını esas olarak ekonomik sömürü yoluyla gerçekleştiriyorlar. Uluslararası sermaye piyasaları da Sri Lanka'yı bir ticari borçlanma ağına sıkıştırma konusunda benzer bir rol oynadı. İhracatımızın yaklaşık yüzde 60 ila 70'i Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ne gidiyor ve bu, özellikle ayrıcalıklı ticaret anlaşmaları konusunda Batı'ya büyük bir avantaj sağlıyor. Pek çok anaakım yorumcu bir “Çin borç tuzağı”ndan bahsediyor olsa da, Sri Lanka'nın dış borcuna bakarsanız, Çin’in sadece yüzde 10'unu kapsadığını görebilirsiniz. Borçların yaklaşık yüzde 10'u da Japonya'ya yönelmiştir. Sri Lanka'nın dış borcunun yüzde 40'ı küresel sermaye piyasalarından ödünç alınan devlet tahvillerinde tutuluyor. Burada işlemekte olan üç ana aktör olduğunu söyleyebilirim: Batı ve onun finans piyasaları, Hindistan ve Çin. Elbette bu jeopolitik rekabet yeni bir şey değil. Sri Lanka her zaman Hindistan'ın güvenlik çemberi içinde yer almıştır. Sri Lanka Hindistan'ı kızdırdığında sorunlarla karşılaştı; Bunun bir örneği, Hindistan'ın Tamil militanlarını aktif olarak desteklediği etnik çatışmanın ilk aşamalarında görülmüştü.

Çin'in rolü ise birkaç on yıl öncesine göre çok daha fazla. Etkisi esas olarak büyük altyapı projelerine yönelttiği yatırımlarından geldi. Mahinda Rajapaksa, 2010'dan 2015'e kadar olan cumhurbaşkanlığı görev süresi boyunca, Çin ve Batı sermayesinin akışıyla yüksek düzeyde büyüme yaratmayı başardı.

Hindistan, Çin'in yatırım yapma istekliliğinin ölçeğine asla yetişemezdi, ancak geçtiğimiz yıl boyunca kur takasları yaparak ve ithalata yönelik kredi marjını artırarak biraz hızlandı ve şimdi o da neredeyse Çin'le aynı düzeyde. Bu süreçte Hindistan da Hint şirketleri tarafından yapılacak yatırımlar için Sri Lanka hükümetinden onay aldı. Ancak Rajapaksalar'ın meşruluğunu yitirmesi, Çin'i zor bir duruma itti. Hindistan ise Rajapaksalar yerine muhalefetle çalışmaya da hazır olduğu için opsiyonlarını açık tuttu. Bu nedenle Hindistan’ın yakın zamanda Çin'den daha güçlü bir konumda ortaya çıktığını görebiliriz.

IMF anlaşması Batı'nın elini güçlendiriyor. Çin, Sri Lanka'nın bu yönde ilerlemesi konusunda duyduğu bazı rahatsızları dile getirdi. Borcun yeniden yapılandırmasının Çin’e ödenecek borcu da içereceği ve bu süreçte Çin’in de sermayesinin bir kısmını kaybetmesine neden olacağı düşünüldüğünde, bunu yapmış olması hiç de şaşırtıcı değil. Bu nedenle, bilhassa da yaşanmakta olan ekonomik krizden güvenli bir çıkış olasılığı göremediğimiz için, durum hala belirsizliğini koruyor. Bazı insanlar bir IMF anlaşmasının altı ay kadar bir zaman içinde her şeyi normale döndüreceğini varsayıyor. Ancak krizin ölçeği o kadar büyük ve küresel ekonomik koşullar o kadar etkili ki Sri Lanka'nın eski haline dönmesi ve borcunu güncelleyebilmesi için ticari borçlanmaya devam etmesi gerekiyor ki bu da son derece zorlu bir dönemden geçeceğimiz anlamına gelir. Sanırım beş ila on yıl boyunca bu ekonomik krizde tökezleyerek devam edeceğimiz senaryolara bakmaktayız. Sri Lanka'da jeopolitiğin nasıl şekilleneceği de belirsiz çünkü inişli çıkışlı ve öngörmesi zor bir süreç olacağı ortada.

Anaakım neoklasik iktisatçılardan gelen baskın anlatı, tüm bunların Gotabaya Rajapaksa'nın cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki zaferinden sonra, bilhassa da vergi indirimi getirmesiyle başladığı yönünde. Aralık 2019'da yürürlüğe giren vergi indirimlerinden sonra şişen mali açığa odaklanıyorlar. Ancak gerçekte bu, dış ticaret hesabıyla bağlantılı bir krizdir ve bir süredir de tırmanıyordu. Bunun ekonomik liberalleşmeye ve 1970'lerin sonlarında başlatılan neoliberal projeye kadar uzandığını söylüyorum. Savunucuları, Sri Lanka'yı hem ticaret hem de finans açısından küresel ekonomiye daha bağımlı hale getiren ticaretin serbestleştirilmesi ve sermaye hesabının dönüştürülebilirliği (yatırımcıların yerel para birimini yabancı para birimi ve varlıklarla takas eden işlemleri gerçekleştirmesi) için bastırdı – Böyle bir politika sınırsız sermaye çıkışına izin verir; Hindistan şu anda yalnızca kısmen dönüştürülebilir bir sermaye hesabı politikasına sahip, yani Hintli yatırımcılar tarafından satın alınabilecek para birimi ve varlık miktarı sınırlı. Bu dönemde, Sri Lanka'nın Bağlantısızlar’dan uzaklaşmaya ve ABD yörüngesine girmeye başlamasıyla birlikte iki IMF anlaşması yapıldı. Bu, ülkeyi serbest ticaret bölgeleri vb. ile ihracata yönelik bir ekonomik modele doğru itti.

YP: Daha önceki iki ekonomik ve siyasi kriz sırasında egemenlerin Sri Lanka içindeki etnik bölünmeyi artırmaya çalıştığını söylüyorsunuz. Bu şimdi de gündeme gelebilir mi ve bunun alternatifi nedir?

AK: Evet, bu bir tehlike ama şu anda düşünmemiz gereken bir tehlike değil. Ancak mevcut kriz, halk üzerindeki baskının azaltılması yoluyla çözülemezse, o zaman yine bölücü bir rejimin ortaya çıkması da mümkün. Sinhalese halkı arasında Müslüman karşıtlığını körüklemek için önemli ölçüde ideolojik çalışmanın yapıldığı 2009'da (iç savaşın sona ermesinden sonra) olduğu gibi, egemenler bu krizin faturasını da yeni bir günah keçisi yaratarak ona yüklemek isteyebilir. Yaptıkları, dünya genelinde tırmandırılan İslamofobik diskurların bir uzantısıydı ve Myanmar'da olup bitenlerle, hatta Hindistan'daki Hindu şovenizmiyle de bağlantılıydı. Sonuçta Sri Lanka'daki ekonomik krizin nedeni Müslümanlarmış gibi gösterildi.

İlerici bir vizyona sahip bir siyasi hareketin yokluğunda, geleceğimize dair birçok şeyin belirleyicisinin sendikalar olacağını düşünüyorum. Geçmişte Sri Lanka, sendikalar, işçi sınıfı, çiftçiler ve balıkçılar arasındaki sıkı ilişkiler sayesinde, ihtiyaç olduğu zamanlarda bu ihtiyaca oldukça hızlı bir şekilde yanıt verip yeni liderleri ortaya çıkarabilmişti.

Şimdi aşırı merkezileşmiş olan bu devlet yapısında nasıl yanıtlar üretebileceğimiz konusunda büyük bir soru işareti var. Tartışmalar, başkanlık sisteminin kaldırılmasına odaklı – bu krizin uzun süreceği ve hepimizi tüketeceği gerçeği göz önüne alındığında, o zaman gücün merkezileşmesine karşı mücadele etmek tüm emekçilerin çıkarına olacaktır. Böyle bir krizin ortasında yaşanabilecek bu tür siyasi değişiklikler neticede hareketin sürdürülmesi açısından da önemlidir. Başka bir rejimin önce bu krizi iktidarı ele geçirmek için kullanmasını ve ardından da devletin yoğunlaşmış gücünü sokaktaki halk hareketini ezmek için kullanmasına izin vermemek anlamına gelir.

Sri Lanka, bu tür krizler karşısında, yalnızca baskıcı güçleri engellemek açısından değil, aynı zamanda toplumsal refah ve sosyal haklar açısından da gidişatı değiştirme gücüne sahip olduğunu gösterdiği bir geçmişe sahip. 1930'larda ve 40'larda ücretsiz eğitim, ücretsiz sağlık hizmetlerinin ve gıda sübvansiyonu politikalarının önünü açan ciddi bir ekonomik kriz yaşadık. Şimdi dile getirilebilecek en acil talep, son kırk yılın neoliberal politikalarının ve bu dönemde giderek artan eşitsizliğin sonlandırılması için servet vergileri getirilmesi ve yeniden paylaştırma yoluna gidilmesi olabilir. Bu öyle büyük bir kriz ki Sri Lanka'nın ekonomi politiğinde bir kez daha büyük bir değişim yaşanmasına sebep olabilir.

 

Çeviri: Tuna Emren

Bültene kayıt ol