Yardımı boş ver, kredileri boş ver: Fakir ülkelere borçlu olunan şey tazminattır

07.11.2021 - 13:05
Haberi paylaş

Son 500 yılın hikayesi kabaca şöyle özetlenebilir. Hem şiddet sanatında hem de  denizcilik teknolojisinde ustalaşan bir avuç Avrupa ülkesi, diğer bölgeleri işgal etmek ve  topraklarını, işgücünü ve kaynaklarını ele geçirmek için bu yeteneklerini kullandılar.

Başka  insanların topraklarının kontrolü için yaşanılan rekabet, sömürgeleştiren uluslar arasında tekrarlanan savaşlara yol açtı. Şiddeti haklı çıkarmak için yeni doktrinler - ırksal kategorizasyon, etnik üstünlük ve diğer insanları “barbarlıklarından” ve “ahlaksızlıklarından” kurtarmak“ için ahlaki bir görev - geliştirildi. Bu doktrinler de soykırıma yol açtı.

Buralardan çalınan emek, toprak ve mallar bazı Avrupa ülkeleri tarafından sanayi devrimlerini körüklemek için kullanıldı. Büyük ölçüde artan işlemlerin kapsamını ve ölçeğini yönetebilmek için, sonunda kendi ekonomilerine hakim olan yeni finansal sistemler kuruldu. Avrupalı ​​seçkinler, devrimi geçici olarak savuşturmak  için yağmalanan servetin sadece yetecek kadarının emek güçlerine geçmesine  izin verdi - İngiltere'de başarılı olurken, başka yerlerde başarılamadı. 

Uzun zaman sonra, tekrarlanan savaşların etkisi, sömürgeleştirilmiş halkların ayaklanmalarıyla birleştiğinde, zengin ülkeleri en azından resmi olarak ele geçirdikleri toprakların büyük bir kısmını  terk etmeye zorladı. Bu bölgeler kendilerini bağımsız uluslar olarak kurmaya çalıştılar. Ancak bağımsızlıkları hiçbir zaman kısmi olmaktan öteye geçemedi. Uluslararası borç, yapısal uyum, darbeler, yolsuzluk (offshore vergi cennetleri ve gizlilik rejimleri tarafından desteklenen), transfer fiyatlandırması ve diğer akıllı araçları kullanan zengin ülkeler, genellikle kurdurdukları ve silahlandırdıkları vekil hükümetler aracılığıyla yoksulları yağmalamaya devam ettiler.

Sanayi devrimleri, ilk başta farkında olmadan, daha sonra ise sorumlularının tam bilgisi ile, atık ürünleri Dünya sistemine saldı. İlk başta en aşırı etkiler, şehirlerinin havası kirlenen ve nehirleri zehirlenen zengin uluslarda hissedildi ve yoksulların yaşamları kısaldı. Zenginler kendilerinin kirletmedikleri yerlere taşındılar. Daha sonra, zengin ülkeler artık bacalı üretim yapan  endüstrilere ihtiyaç duymadıklarını keşfettiler: finans ve iştirakler aracılığıyla, denizaşırı yerlerde üretim yapan kirli işletmeler tarafından üretilen serveti toplayabilirlerdi. 

Kirleticilerin bazıları hem görünmez hem de küreseldi. Bunlar arasında dağılmayan ancak atmosferde biriken karbondioksit vardı. Kısmen zengin ulusların çoğunun ılıman olması ve kısmen de yüzyıllarca süren yağmaların neden olduğu eski kolonilerdeki aşırı yoksulluk nedeniyle, karbondioksit ve diğer sera gazlarının etkileri, en çok üretimlerinden en az fayda sağlayanlar tarafından hissedilmektedir. Glasgow'daki görüşmeler başka bir baskı çeşidi olarak yaşanmayacaksa, iklim adaleti onların özlerinde olmalı.

Kendilerini her zaman kurtarıcı olarak konumlandırmaya hevesli olan zengin uluslar, eski kolonilerine neden oldukları  kaosa   uyum sağlamaları konusunda yardım sözü verdi. Bu zengin ülkeler 2009'dan bu yana iklim finansmanı şeklinde yoksul ülkelere yılda 100 milyar verme taahhütünde  bulundular. Bu taahhüt gerçekleşmiş olsaydı bile, çok düşük  bir miktar olurdu. Buna karşılık  2015'ten bu yana G20 ülkeleri, fosil yakıt endüstrilerini sübvanse etmek için 3,3 trilyon dolar harcadılar. Söylemeye gerek yok, verdikleri sefil sözü tutmadılar. 

Rakamlarını bildiğimiz son yıl olan 2019'da, 80 milyar dolar verildi. Bunun  20 milyarı sadece "adaptasyon" için ayrılmıştı: insanların, bizim onlara yaşattığımız kaosa  uyum sağlamasına yardımcı olmak. Ve bu pinti sadakaların sadece yüzde 7'si en çok paraya ihtiyaç duyan en fakir ülkelere gitti. 

Bunun yerine en zengin ülkeler, iklim çöküşünden ve diğer felaketlerden kaçan insanları uzakta tutmak için para saçtılar. 2013 ve 2018 yılları arasında Birleşik Krallık, sınırlarını kapatmak için iklim finansmanına harcadığının neredeyse iki katı kadar harcama yaptı. ABD 11, Avustralya 13 ve Kanada 15 kat daha fazla para harcadı. Toplu olarak zengin uluslar, kendi atık ürünlerinin kurbanlarını dışlamak için kendilerini bir iklim duvarı ile çevreliyorlar.

Ancak iklim finansmanı saçmalığı burada bitmiyor. Zengin ulusların sağladıklarını iddia ettikleri paranın çoğu borç şeklindedir. Oxfam -İngiliz yardım kuruluşu-  çoğunun faizle geri ödenmesi gerekeceğinden, sağlanan paranın gerçek değerinin nominal tutarın yaklaşık üçte biri olduğunu tahmin ediyor. Borçları zaten çok yüksek olan bu ülkeler, neden olduğumuz felaketlere uyumlarını finanse etmeleri için daha fazla borçlanmaya teşvik ediliyor. Bu inanılamayacak derecede adaletsiz. 

Yardımı boşver, krediyi boşver; zengin ulusların fakirlere borçlu olduğu şey tazminattır. İklim değişikliğinin neden olduğu zararların büyük bir kısmı uyum fikrinin boşuna olduğunu gösteriyor. İnsanlar vücudunun dayanabileceğinden daha yüksek sıcaklıklara ; evleri inşa edilir edilmez yeniden yıkıp geçen süregelen kasırgalara; tüm takım adaların sular altında kalmasına; geniş arazilerin kurumasına ve sonuç olarak da tarımın imkansız hale gelmesine nasıl adapte olabilirler? Ancak Paris anlaşmasında telafisi mümkün olmayan “kayıp ve hasar” kavramı kabul edilirken, zengin ülkeler bunun “herhangi bir sorumluluk veya tazminat içermediği veya bir dayanak sağlamadığı” konusunda direndiler.

Bu felakete en çok neden olan devletler, sundukları bu önemsiz miktardaki parayı tazminat olarak değil de bir hediye olarak çerçeveleyerek,  gerçek bir sömürgeci tarzında,  kendilerini dünyayı kurtaracak kahramanlar olarak konumlandırabilirler: Bu, Boris Johnson'ın Glasgow'da James Bond'u çağrıştıran açılış konuşmasının itici gücüydü: “Fikirlerimiz var. Teknolojiye sahibiz. Bankacılar elimizde."

Fakat zengin dünyanın sömürüsünün kurbanlarının James Bond'a ya da diğer beyaz kurtarıcılara ihtiyacı yok. Johnson'ın duruşuna ihtiyaçları yok. Onların pinti hayır kurumuna ya da partisini finanse eden bankacıların ölümcül kucaklarına ihtiyaçları yok. Duyulmaları gerek. Ve adalete ihtiyaçları var.

George Monbiot

(The Guardian, çeviri: TN.)

Bültene kayıt ol