Lübnan ayaklanması: “Hepiniz defolun!”

23.12.2019 - 11:24
Haberi paylaş

Lübnan Amerikan Üniversitesi Tarih Profesörü Selim Deringil Lübnan'da sürmekte olan ayaklanmayı yazdı.

Lübnan tarihinin en büyük halk hareketini yaşıyor. Yaklaşık iki aydır on binlerce insan sokakta. Eylemciler yolları kesiyor. Bankalar iki hafta kapandı. Lübnan felç olmuş durumda. Eylemcilerin başlıca sloganı “Hepiniz yani hepiniz!” (Kullun yani Kullun’) tüm egemen sınıfın önderlerine yönelik bu haykırışın anlamı “Hepinizden yani hepinizden usandık!  Defolun gidin!”

Tarihi arka plan

16 Ekim tarihinde patlak veren bu ülke çapındaki kalkışmayı anlamak için Lübnan tarihine  ve güncel duruma kısaca göz atmak gerekiyor. Osmanlı devletinin 1918’de çöküşünden sonra 1920'de Fransız Manda idaresi tarafından Suriye’den yapay biçimde ayrılarak kurulan Lübnan’ı diğer Ortadoğu ülkelerinden ayıran bir özelliği var. Ülkede şu anda Lübnan devletinin resmen tanıdığı on dokuz etnik topluluk var. Doğal olarak bunların ancak başlıcaları siyasi hayatta etkin. Yazılı olmayan bir “Milli Misak”(Misak Watani) uyarınca,  Lübnan’ın Cumhurbaşkanı Hıristiyan (Maruni), Başbakanı Sunni Müslüman,  Meclis Başkanı’nın Şii Müslüman olmak zorunda. Diğer devlet kurumlarında da etnik dengelere  göre resmi makamların dağılımı  Lübnan’ın bağımsızlığını kazandığından beri (1943) esas alınmış. Lübnan’da en son resmi sayım 1935’te yapılmış.

Etnik kimlik bazında siyasi temsil sisteminin kökenini Osmanlı döneminde izlemek mümkün. Tüm on dokuzuncu yüzyıl boyunca dönem dönem patlak veren  Dürzi-Maruni veya daha geniş çaplı etnik çarpışmalardan sonra Lübnan’da 1861’de Cebel Lübnan Mutasarıfflığı kurulmuş. Bu tarihten sonra mümkün olduğunca etnik gerilimi azaltmak ve dış güçlerin “Hıristiyanları koruma” kisvesi altında müdahelesine son vermek amacıyla etnik grupların nüfusları oranında temsil edildikleri bir nizam tesis edilmiş. Aslında zamanın siyasi ve toplumsal koşullarına göre oldukça başarılı olan bu düzen, elli küsur yıl, Cemal Paşa 1915’te lağvedene kadar yaşamış. Fransız mandası döneminde etnik orana göre temsil, büyük ölçüde Hırıstiyan nüfusu kayırarak, sürmüş. Bugün Lübnan halkının “taifiyye” düzeni olarak reddettiği düzen, Fransız mandasından sonra da Lübnan’ın siyasi kültürüne sinen bu düzen. Ancak, on dokuzuncu yüzyılın koşullarına göre nisbeten başarılı bir nizamın yirmi birinci yüzyılda ne kadar geçerliliğini koruyabileceği çok şüpheli.

Büyük ölçüde İsrail devletinin kuruluşundan sonra Lübnan’a  göç etmek zorunda kalan Filistinliler ve Lübnan’ın Filistin direnişçilerinin İsrail’e karşı başlıca üssü haline gelmesi nedeniyle, Lübnan on beş yıl süren (1975-1990) bir iç savaş yaşamış. Bu iç savaşın izleri halen silinmiş değil. Tipik Lübnanlının halen başlıca kimliği etnik kimliği, yani kişi önce Maruni, Dürzi, Sünni, Şii vs., sonra (o da çok muğlak bir biçimde) Lübnanlı. Şu anda Lübnan’ın tahmini nüfusu 5 milyon. Ülkede bir buçuk milyon Filistinli ve üç buçuk milyon Suriyeli sığınmacı yaşıyor.Bu grupların hiçbir yasal hakkı yok ve vatandaş sayılmıyorlar. Ancak herkesin bildiği (fakat tipik Lübnan siyasi geleneğince kimsenin açıkca dile getirmediği) bir gerçek var, o da şu: en çok nüfusa sahip olanlar Şiiler. Bugün Lübnan’ın en etkin siyasi gücü Seyyid Hasan Nasrallah’ın önderliğini yaptığı Şii paramiliter örgüt Hizbullah. Hizbullah tam anlamıyla devlet içinde devlet. Lübnan ordusundan çok daha etkin bir askeri gücü var ve şu anda İsrail’in Ortadoğu’da çekindiği yegãne askeri güç Hizbullah. Yıllardır İran’ın yoğun desteğiyle Lübnan’da İsrail’e karşı “Direniş” (Mukavama) hareketini oluşturan Hizbullah, bugün Lübnan’da kuşkusuz en etkin siyasi ve askeri örgüt.

Bugün yaşananlar

Lübnan ekonomisi çökmüş durumda. Ülkenin dış borcu Gayri Safi Milli Hasıla’nın %150’sinin üstünde. Sıradan Lübnan vatandaşı çok zor geçiniyor. Bu durumla alay edercesine çok büyük çapta yolsuzluklarla zenginleşmiş bir egemen sınıf Lübnan’ı yönetmeye (daha doğrusu yönetmemeye) devam ediyor. Ülkede  programlı elektrik kesintileri sıradan hale gelmiş. Tipik bir Lübnan kara mizah örneği olan bir deyişe göre, “biz Lübnalıların en iyi başardığı şey elektrik kesintisidir”. Çöpler kimin çöp toplama işinden nemalanacağı konusunda yönetici elitin anlaşamaması nedeniyle dağ gibi birikiyor. Lübnan’ın Ortadoğu’da su kaynakları bakımından kendi kendine yeten tek ülke olmasına rağmen Beyrut’ta hemen herkes tankerle su satın almak durumunda.Neden? Çünkü dağda eriyen karları toplayacak barajların inşaatından kimin nemalanacağı kavgası yaşanıyor. Lübnan lirası dolara karşı sabitlenmiş ise de şu anda ülkede dolar kıtlığı yaşanıyor ve bankalara hücum sözkonusu. Bardağı taşıran son damla ise 14 ekimde devlet Whatsapp’a vergi getirmeye karar verdi ve insanlar bunun üzerine sokağa döküldü. Tabii ki konu Whatsappmeselesi değildi, çok daha derin ve uzun erimli bir “Artık yeter!” hareketi adeta bir anda kendiliğinden doğdu.

Bütün bunların ışığında Lübnan’da bugünlerde olanlara baktığımız zaman ne görüyoruz? Birkaç bakımdan bu hareket bir “ilk”. İlk kez Lübnan’ın tüm etnik gruplarının kitlesel katılımıyla egemen sınıfa karşı bir başkaldırı hareketi yaşanıyor. İlk kez Sunni, Hıristiyan, Dürzi, Ortodoks, Şii halk, egemen sınıfın yüzüne karşı “Hepiniz Gidin!” yani, “kim olursanız olun, Maruni, Dürzi, Sünni, Şii, Ortodoks, hepiniz!” diye bağırıyor. Televizyon kanallarının meydanlarda mikrofon uzattığı vatandaşlar, “biz Sünni, Hıristiyan, Şii veya Dürzi olarak burada bulunmuyoruz, Lübnan vatandaşı olarak haklarımızı istiyoruz!” diyerek feryad ediyorlar. Birinci talep, yolsuzlukları ayuka çıkmış siyasi kesimin gitmesi. İstedikleri “haklar” ise her normal devletin vatandaşlarına sağladığı asgari güvence ve hizmetler; düzenli elektrik, su, sağlık ve eğitim. En ağır ithamlar ise 18-25 yaş grubundan geliyor, zira işsizlik nedeniyle Lübnanlı eğitimli genç nesil  göçe zorlanıyor. Bunlardan biri mikrofon uzatıldığında, “ben ülkemde yaşamak istiyorum, gitmek istemiyorum, ama ülkemi çalıyorlar!” diyerek feveran ediyor. Eylemcilerin eğitim düzeyinin ne denli yüksek olduğu taşınan İngilizce ve Fransızca dövizlerden belli. Bir örnek: “Please do not throw gas. We are crying already” (Lütfen gaz atmayın, biz zaten ağlıyoruz”); bir diğeri “Tous les animaux sont egaux, mais certains sont plus egaux que les autres” (Bütün hayvanlar eşittir, ancak bazıları diğerlerinden daha eşittir- George Orwell’in ünlü Hayvanlar Çiftliği romanından).

’İlk’lerin sonu gelmiyor: Hareketin en çarpıcı boyutlarından biri kadınların ön planda oluşu, hatta başı çekmeleri. Kalkışmanın ilk iki gününde şiddetin ön plana çıkmasını kadınlar önlüyor; taş ve Molotov kokteyli atan gençlerle güvenlik güçleri arasında canlı bir kordon oluşturuyorlar. O günden bugüne hareketin barışcıl olduğu vurgulanıyor.

Bir diğer ilk, Hizbullah’ın tartışmasız etki alanları olan Şii bölgelerde de Şii tabandan Hizbullah’a karşı hatırı sayılır bir başkaldırı var. Direnişçiler hareketlerinin bir “halk kalkışması” (hirak şaabi) olduğu ve devrim (thavra) yapmakta oldukları konusunda ısrarlı.  Aynı zamanda kalkışmanın bir “milli hareket” olduğu vurgulanıyor: geleneksel olarak Lübnan’da kitle hareketlerinde görüldüğü üzere meydanlarda siyasi mezhepçi partilerin bayrakları yok, sadece Lübnan bayrakları görülüyor. Göstericiler sık sık Lübnan milli marşını söylüyor. İlk kez halk mezhepçi siyasi sistemin kalkmasını, yerine çağdaş bir seçim mekanizması ve siyasi düzen kurulmasını talep ediyor.

Şehitler Meydanı (Sahai Şüheda)

Binlerce eylemcinin her gün aktığı ve direnişin simgesi haline gelen meydan, Beyrut’un merkezindeki “Şehitler Meydanı”. Meydana neden bu isim verilmiş? Nedeni şu: Bu meydan  16 Mayıs 1915’e Cemal Paşa’nın astığı Arap milliyetçilerinin idam edildikleri meydan. Lübnan toplumsal hafızasında halen adı nefretle anılan ve “Türk zulmü” simgesi haline gelmiş olan “Kanlı Cemal’in” (Jamal al Saffah) darağaçlarını kurdurduğu meydanın göbeğinde Şehitler Anıtı var. Cemal Paşa Lübnan’ın toplumsal hafızasında tüm nüfusun, her cenahın nefret ettiği bir isim. Cemal Paşa’nın Lübnan tarihine katkısı geleneksel olarak karşıt hatta düşman olan tüm kesimlerin neftretini çekerek ülkeye bir nevi birlik getirmek. Zira darağaçalarını boylayanlar her kesimden, Müslüman ve Hıristiyan; Lübnan ve Suriye’nin elit entellektüelleri, aydın, siyasetçi, şair vedin adamı.

Gezi ile karşılaştırma

Eylemleri izledikçe ister istemez Gezi ile karşılaştırıyor insan. Benzelikler ve farklılıklar çarpıcı. En önemli benzerlik her iki hareketin de temelinde bir “artık yeter” hareketi olduğu. Nasıl Gezi Parkı direnişin simgesi haline geldiyse, Şehitler Meydanı da Lübnan’daki çürümüş düzene karşı başkaldıran halkın odak noktası. Diğer bir benzerlik ise her iki hareketin de ön saflarında kadınların yer alması. “Kırmızı Elbiseli Kadın”ın binlerce Lübnanlı yoldaşı var, kimi başörtülü ve mütevazi kökenli, kimi bakımlı ve şık, ancak hepsinin ellerinde Lübnan bayrakları ve hepsinin dilinde aynı slogan: “Hepiniz Yani Hepiniz!”

Gezi’ye göre en önemli fark, Lübnan’da devlet şiddeti (devlet zayıf olduğu, hatta hiç olmadığı için) çok daha düşük düzeyde. Yolları kapatan eylemcileri barikatlarından sökmekle görevli askerler önce rica minnet ediyorlar, sonra yere uzanmış ve birbirlerine kenetlenmiş direnişcileri biraz tartaklayarakyolu açıyorlar. Cop, saçlarından sürükleme, sopa ve küfür yok, gaz sadece eylemlerin ilk gününde kullanıldı. Hareketin üçüncü haftasında ağır yaralı ve ölü sayısı Gezi’ye göre çok düşük. Şimdiye kadar ölü sayısı iki. Öte taraftan direnişçiler de hareketlerinin barışçıl olduğu konusunda ısrarlı. Meydanlara inenlerin arasında başlarına Lübnan bayrağı sarılmış küçük çocuklarını kucaklarına veya omuzlarına almış  birçok ana ve babayı görmek  mümkün. Lübnan ordusuna karşı “ordu milli ordumuzdur” söylemi hakim ve askerler sık sık alkışlanıyor. Yaşanan şiddet olaylarının büyük çoğunluğu tehdit altında olduklarını hisseden egemen sınıfların sokak güçleri tarafından gerçekleştiriliyor, özellikle Hizbullah’ın etkin olduğu bölgelerde. Bu türden bir saldırı Başbakan Saad Hariri’in 30 Ekim'de istifasına neden oldu.

Neredeyiz?

Şu satırları yazdığım anda (13 Aralık 2019) son durum neleri gösteriyor? Hariri’nin istifası yeni bir hükümetin kurulmasını gerektiriyor. Sokağın talebi eski siyasetçilerden arındırılmış bir “teknokratlar hükümeti”. Ancak bu hükümetin kimlerden oluşturulacağı belirsiz. Ayrıca egemen sınıf hiç de kolayca teslim olacağa benzemiyor. Lübnan’ın en nefret edilen siyasetçisi Dışişleri Bakanı Cibran Bassil. Bassil,Cumhurbaşkanı Michel Aoun’un damadı, (acaba kimi hatırlatıyor)? Aoun alenen damadını desteklediğini ilan ediyor. Öte yandan Hizbullah’ın önderi Hasan Nasrallah, “hiç heveslenmeyin, hiç bir yere gitmiyorum” mesajlarını hemen her gün tekrarlıyor.  En önemlisi, Hizbullah’ın özel ordusu arkasında. Halk hareketini yıpratmak ve eylemcilerle günlük hayatını sürdürmek derdinde olan halkı karşı karşıya getirmek egemen sınıfın başlıca taktiği. Bu taktik şimdiden başarılı olmaya başladı.Arabaları barikatlarda durdurulan insanlarla eylemciler arasında tartışmalar sertleşiyor. Ordu tavrını son günlerde sertleştirdi. Bunun üzerine direnişçiler taktik değiştirdi ve belli başlı devlet kurumlarının (Merkez Bankası, bakanlıklar) önünde oturma eylemlerine başladı.

Ancak son günlerde Şii sokak serserilerinin saldırıları sıklaştı ve şiddet arttı.

Son bilanço:

Şu ana kadar somut kazanım denebilecek bir şey yok. Hareketin somut denebilecek tek sonucu, zaten ağır hasta olan Lübnan ekonomisini komaya sokmak oldu. Tümüyle dolara bağımlı bir ekonomik düzen söz konusu iken (süpermarketler bile dolarla para üstü verir iken) şimdi yakıt, buğday, ilaç gibi dolarla ithal edilen malların erişimi çok zorlaştı. Aslında hemen hiçbir şey üretmeyen Lübnan, yurtdışında kapı kapı dolaşarak borç dileniyor.  Şimdiye kadar borç verenler ise “ciddi reformlar görmedikçe vermeyiz, zira gene hırsız siyasetçilerinizin cebine inecek” diyorlar. Hükümet yok. Normal zamanlarda hükümet kurmak muhtelif taifelerin aralarında anlaşamadıkları için çok zor iken, kriz ortamında daha da zorlaştı. Zira egemen sınıf hızla toparlandı ve şimdilerde karşı saldırıya geçti.Hareketin kendiliğinden oluşan bir hareket oluşu (Gezi’ye benzeyen bir diğer boyutu), gözle görülen bir önder kadro ve örgüt olmayışı başlıca zaafı. Durum her geçen gün değişiyor, dolayısıyla hareketin nereye varacağını kestirmek zor. Ancak şu kadarı kesin, Lübnan halkı artık korkmuyor ve direnişini sürdürüyor.

Selim Deringil

Bültene kayıt ol