Seçimlere bir yıl kaldı. AKP-MHP ittifakı gerilerken, seçimler ve sonrası üzerine bir dizi tartışma yaşanıyor. Şenol Karakaş bu dosyada iktidar blokunun durumunu ele alıyor ve umutsuzluk yayan fikirlerle tartışıyor.
Erdoğan yaptığı bir konuşmada Gezi Parkı eylemlerine katılanlar için hakaret ve küfür dolu şu cümleleri kullandı: “Düşünün Dolmabahçe Valide Sultan Camii’nin içinde bu eşkıyalar, bu teröristler bira şişeleriyle, bira kutularıyla adeta caminin içini pislemişti. Bunlar böyle. Bunlar çürük, bunlar sürtük.”
Bu lafları kullandığı andan itibaren kamuoyunda bir düzeltme beklentisi oluştu.
Kısa süre önce bir camide konuşurken Sezen Aksu’yu da tehdit etmiş, bir süre sonra Aksu’nun önemli bir sanatçı olduğunu söyleyerek geri adım atmıştı. Fakat bu sefer öyle olmadı. AKP’nin Kızılcahamam toplantısında yaptığı konuşmada, “Biz Gezi olaylarında sergiledikleri tutuma yakışan teşhisi koyduk. Biz hep milletimizin diliyle konuştuk. Milletimiz bu vandalları nasıl tanımlıyorsa biz de öyle dedik” diyerek kullandığı hakareti sonuna kadar sahiplendiğini gösterdi.
Bunu yaparken de milletin aynı dili kullandığını, dolayısıyla milletin hakemliğinin kendisinden yana olduğunu söylemeyi ihmal etmedi.
İrrasyonel değil rasyonel
İktidarın zirvelerinden tüm halka edilen bu küfür insanlara çok anlamlı gelmedi ve Erdoğan’ın bu tür konuşmalarının irrasyonel olduğu yönünde açıklamalar yapıldı. Oysa iktidarın zirvelerinden gelen hiçbir söz irrasyonel bir mantığın ürünü değil.
İktidarın beceriksiz olması bir şey, irrasyonel olması başka bir şey. Bu iktidar beceriksiz ama tüm politik vurgular -buna küfürler ve hakaretler de dahil - belirli bir mantık çerçevesinde, planlı bir şekilde ele alınarak icra ediliyor.
Bu küfürlerin arka planında iktidarın çarptığı duvarlar var. Erdoğan iktidarının çarptığı ilk duvar ekonomik kriz oldu. Krizi idare etmek için atılan her adım onu daha da derinleştiriyor.
İktidarın bulduğu tek bir çözüm var: Fakirden al, zengine ver!
Fakat Erdoğan’ın attığı her adım, kendi inisiyatifiyle kurulan mevcut iktidar blokunun güç yitirmesinden başka bir işe yaramıyor.
Eriyen bir koalisyon
MHP ve AKP’nin ittifak kurarak girdiği ilk seçimde AKP yüzde 42,6 oy aldı, 7 puan oy kaybına uğradı. Seçimin Cumhurbaşkanlığı ayağı daha da ilginçti. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan yüzde 52,6 oy aldı, oysa AKP ve MHP’nin toplam oyları 2015 Kasım seçimlerinde yüzde 62’ydi. MHP’nin desteğine rağmen, AKP-MHP seçimlerde yüzde 10 oranında oy kaybetmişti.
2018’den bugüne, iktidar ittifakının oyları sistematik bir şekilde eriyor. Kamuoyu araştırma şirketlerinin 2021 Eylül ayı anketi sonuçları, AKP-MHP ittifakı oylarının 2018’e göre yüzde 20’lik bir gerileme yaşadığını gösteriyordu. Anketlere göre, AKP’nin Temmuz’da yüzde 36,1 olan oy oranı Eylül’de yüzde 32,7’ye inmişti. MHP’nin oy oranıysa yüzde 8,9’a düştü. 2019 yerel seçimleri ve tekrarlanan İstanbul seçimleri bu eğilimi sert bir şekilde iktidar bloğunun suratına çarparak gösterdi. Tüm merkezi büyükşehir belediyelerini Millet İttifakı’na ya da HDP’ye kaybeden AKP açısından, tekrarlanan İstanbul seçimleri bile çok ağır bir mağlubiyet olmuştu. Ekrem İmamoğlu, Binali Yıldırım’a yaklaşık 800 bin oy fark attı ve ilk seçim sonuçlarına göre, Ekrem İmamoğlu Binali Yıldırım’ın, yani AKP’nin önde olduğu 13 ilçede daha öne geçti.
Bugün ise tüm anketler, kitlelerin iktidar koalisyonundan koptuğunu gösteriyor. Bir değerlendirmeye göre, 2018’de Cumhur İttifakı’na oy vermiş seçmenler, tüm seçmenlerin yüzde 45,3’ünü oluşturuyordu. Bugün Cumhur İttifakı’na oy vereceğini söyleyen seçmen oranı yüzde 35,3. Aynı analiz, 10 puanlık kaybın önemli bir kesiminin (yaklaşık 5 puanlık kesiminin) muhalefette başka bir partiyi desteklemeye başladığını, 2,5 puanlık kesiminin ise kararsızların kopuşu olduğunu söylüyor. 2,6 puanlık dilim de dönüşe meyilli kararsızlardan oluşuyor.
Yaklaşık 6 milyonluk bir kitlenin yaşadığı bu kopuşta AKP’den kopma eğilimi taşıyan oy kitlesinin 8,5 puanlık kesimi ise eşikte duruyor. Her an kopabilirler!
Çürüme hızı baş döndürücü
Bu gelişmeler iktidarın çürüme hızıyla birleşince Erdoğan’ın elinde çok fazla bir enstrüman kalmadığı açığa çıkıyor. Yaşanan öyle böyle bir çürüme değil çünkü: Çökülen oteller, adı geçen bakanlar, işlenen cinayetler, uluslararası uyuşturucu ticareti, eski başbakanların çocukları, bazı hakimler, savcılar ve gazetecilerin aranan suçlularla aynı otellerde buluşmaları, Kıbrıs’ta işlenen gazeteci cinayetinde kontrgerillanın oynadığı rol, o cinayette rolü olanların bugün el koydukları marinalar, ihale yolsuzlukları, silah dağıtılan çeteler, yurtdışına aktarılan parala; liste sonsuza kadar uzuyor. Yalanlanmayan, inkâr edilmeyen bir ilişkiler ağıyla karşı karşıyayız. Susurluk kazasından kat be kat ağır olan bu skandala rağmen herhangi bir istifa yaşanmış değil. Bir çete lideri tarafından ifşa edilen, herkesin uzun süredir bildiği ama hakkında konuşmamayı tercih ettiği gerçekler konusunda ne bir Meclis soruşturması açıldı ne de yasal bir süreç başlatıldı.
İşte siyasal çürüme böyle bir şeydir. Kadın cinayetleri, cinayetleri işleyen katillerin eğer yeterli sosyal medya baskısı yoksa salıverilmesi, hayvanları korumayan bilakis özellikle köpek katliamına hız kazandıran bir hayvan hakları yasasının gündeme getirilmesi, iktidar ittifakının liderlerinin her hafta bir toplumsal kesimi (ya da bir sektörü, bir işçi örgütünü, meslek örgütünü) terörist ilan etmesi, AKP’nin iktidarının ortalarında gündeme getirdiği İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi ve çekilmek için üretilen gerekçeleri, Cumhurbaşkanlığı makamının muhalefet partilerinin denetimindeki belediyelerin hizmet vermesini engelleme girişimleri, hemen her grevin yasaklanması, muhalefeti açık açık tehdit edenlerin ve silah göstererek sosyal medyada ölüm tehditleri savuranların hakkında hiçbir soruşturma açılmaması, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı zırhıyla korunurken muhalefet liderlerine istediği gibi seslenmesi, muhalefet temsilcilerinin her an Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla dava açılacağı basıncıyla yaşaması, alt mahkemelerin üst mahkemelerin kararına uymamaya teşvik edilmesi ve hukuksal alanda alınan kararların “karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” denilerek boşa çıkartılması, Anayasa Mahkemesi’nin devrinin bittiğinin ilan edilmesi, ekonomide yoksulların gözden çıkartılması, asgari ücretin açlık sınırının altında tutulması, kaynakların çoğunun aynı patronlardan oluşan sermaye gruplarına hiç utanç duyulmadan aktarılması, müzik yasağı, doğanın kelimenin tam anlamıyla talan edilmesi, hizmet garantili yap-işlet-devret modeliyle doğmamış çocukların sermaye gruplarına borçlu hale getirilmesi, aynı anda birden fazla maaş alan insanların sayısındaki artış gibi toplumsal, kültürel, siyasal, hukuksal, bürokratik, ticari ve kültürel, tüm düzeylerde muhalif olanların üzerine boca edilen bir çürüme yaşanıyor.
Erdoğan’ın gezi direnişine katılan hepimize ettiği ağır hakaretler, bu çürümenin bir ifadesidir ve bu siyasal beceriksizlik, erime, yönetememe, ekonomik krizi derinleştiren tercihlerin yapılması ile birlikte, AKP liderliğinin bu koşullarda iktidarda kalmak için gösterdiği sistemli bir çabanın ürünü olarak ele alınmalı.
Çünkü ellerinde çekiçten başka bir şey kalmadı ve hepimizi çivi olarak görüyorlar!
İktidar, gemi azıya almışçasına devam ediyor. Emin olmamız gerekir ki böyle de devam edecek.
Halka anlatacağı hiçbir şey kalmayanların iktidarı bu. İstanbul’da 1 artı 1 evlerin kira bedelinin 10 bin liraya çıkmasına yol açanların iktidarı. Toplumun en sığ, en lümpen kesimlerine seslenmekten başka bir çaresi olmayan bir iktidar bu. Bu yüzden, bu kesimin zaman zaman kullandığı küfürleri kullanmaya başladılar.
Ama bu üslup, iktidarın toparlanmasını sağlamıyor, sağlamayacak da.
AKP’nin bir ölçüde ağrı bir tempoyla süren toplumsal desteğini kaybetme süreci, 2021’in Kasım ayından beri hızlandı. Ekonomi allak bullak oldu. Üstelik ne ekonomiyi ne kuralsızlığı, ne hukuksuzluğu ne de çürümeyi tersine çevirebilecek bir perspektifi var bu iktidarın.
Bu iktidar, İkizdere’de asırlık kayın ağaçlarını Cengiz Holding’den korumak için ağaçlara sarılan insanlara uyguladığı şiddetle hatırlanacak.
İkili bir ruh hali
İktidarın baskının şiddetini artırması, seçmen tabanının erimesiyle el ele gidiyor. Bu ikili durum muhalefette de ikili bir ruh haline neden oluyor. Her şey, her gelişme seçimlere erteleniyor çünkü seçimlerde iktidarın kesinlikle mağlup olacağı düşünülüyor. Ama bir yandan da bu iktidarın seçim yaptırmayacağı ya da seçim sonuçlarını tanımayacağı yönünde görüşler var ki onlar da giderek yaygınlaşıyor.
Tüm gelişmeler iktidarın aleyhindeyken AKP’nin ayakta duramayacak kadar hızlı erimemesinin nedeni, ana muhalefet denilen burjuvazinin bir başka programını savunan mevcut muhalefetin devletin çizdiği sınırların dışına taşacak bir bakış açısına sahip olamayışıdır, radikal muhalefetin ise esas olarak bu ana muhalefetin peşine takılmış olmasıdır. En “sert” açıklamaları yapanların bile nihayetinde mecliste ana muhalefet olmayı hedef haline getirmiş oldukları da ortada.
Son dönemlerin popüler dizisi Gibi’nin bir bölümünde dizinin iki ana karakterinden biri diğerine, “ne düşünüyorsun şu anda” diye soruyor. Verilen yanıt tartışmamıza tam oturuyor: “Birisine ne düşünüyorsun diye sormak çok saçma. Acı, nezaketsiz de bir şey yani kusura bakma ama bence öyle. Birincisi bu çok kişisel bir şey. İkincisi bunu anlatması çok zor. Üçüncüsü, hiçbir zaman insanın kafasında böyle yekpare, kristal top gibi parlayan tek bir düşünce olmuyor.”
Yenilmez değiller!
Radikal solun bile mecliste ana muhalefet olacağını ilan etmesiyle yine solun geniş kesimlerinde alttan alta seçimlerin yaptırılmayacak olduğu yönündeki fikrin propagandasının yapılması, iktidarın en azından olduğundan güçlü görünmek konusunda başarılı olduğunu gösteriyor.
AKP’nin çekirdek kitlesi giderek, devletin baskı gücüyle birlikte her türlü sağcı fikri destekleyen ve sağcı fikirleri şekillendiren bir kitleye indirgeniyor. Bu kitleyi kaybetmek tuzla buz olmasına yol açacağı için, kitlenin ve tabanda zaman zaman bu kitleyle yakınlaşan faşistlerin ruhunu okşayan politikalardan geri adım atamıyorlar. Milyonlarca insana “bu kadar da olmaz ki!” dedirten adımları atmaktan bu nedenle vazgeçmeyecekler.
Seçmen çekirdeğini sağlamlaştırmak için
İktidar ittifakının oyları erimesine rağmen, seçimi kazanmak istiyorsa, seçmen çekirdeğini sağlam tutmak zorunda kalacak. Seçmen kitlesi, 15 Temmuz darbesinden sonra giderek hızlanan milliyetçi bir propaganda sağanağının etkisi altında.
“Türkiye Devleti’nin varlığına kasteden dış güçler ve bu dış güçlerin piyonu olanlar” iddialarına hiçbir zaman ara verilmiyor. Sınır ötesi harekatlar, ABD’ye meydan okuma görüntüsü ve beka kaygısının sürekli işlenmesi, milliyetçi tepkiyi daha da yoğunlaştırdı.
AKP kendi tabanını sadece MHP’yle kurduğu siyasal ittifakın doğası ya da mecburlar koalisyonunun niteliği gereği kaybetmedi. Tabanındaki çekirdek muhafazakâr, erkek ve yaşlıca kitlenin diri, göreve hazır ve (yeniden toparlanma süreci başladığında) geri kalan kitleleri de etrafından toparlayacak bir dinamizm içinde olmasını sağlamak için attığı her politik adım, kendi seçmen kitlesi içindeki makul toplulukları da diken üstünde tutup insanların AKP’den daha da uzaklaşmasına neden oldu ve oluyor. Çünkü “sürtük” gibi laflar bu kitleyi bile rahatsız ediyor.
Tabanı sağlamlaştırmak isterken eritmek
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi bu muhafazakâr, sağcı, “aile değerlerini savunuyoruz” maskesi altına gizlenmiş, kadına yönelik şiddetin önünün açılmasını hırsla arzulayan kesimi teskin ederken AKP’ye oy veren kadınların bir kesimini partinin liderliğinden kopartıyor. Kadın cinayetlerini işleyen erkeklerin ellerini kollarını sallayarak gezinmesi, maço, muhafazakâr, sağcı ve milliyetçi erkeklerin bir bölümüne ya da faşistlere hoş görünürken, LGBTİ+’ların hedef gösterilmesiyle toplumsal cinsiyet eşitsizliğini savunanlara oynanırken, bu tür adımlar parti tabanındaki başka kesimlerin uzaklaşmasına neden oldu.
MHP’yle ittifak, en temel Kürt haklarında yeniden eski devlet politikalarına dönmek için zaten var olan itkiye ivme kattığında bir grup Türk, sağcı, milliyetçi bundan hoşnut olsa da AKP seçmenleri arasında ağırlıklı yer tutan Kürtlerin önemli bir kesiminin de uzaklaşmasına neden olundu. CHP’nin AKP’ye oy veren Kürtlerden yavaş yavaş oy almaya başladığını gösteren anketleri böyle okuyabiliriz. Çeşitli sermaye gruplarının kollanması, diğer sermaye gruplarını ve işçileri derin bir yoksulluğa mahkûm ederken AKP içindeki gösterişçi, züppe, har vurup harman savuran bir kesimin çığırtkanlığı da milyonlarca yoksulun çektiği çileyi iyice katlanılmaz hale getiriyor.
(Sosyalist İşçi)