(Dosya) Yeni anayasa tartışmaları ve sosyalist tutum

19.02.2021 - 11:54
Haberi paylaş

Anayasa tartışması, siyasal gündemin merkezine oturdu. Hürriyet’te yazan “AKP uzmanı” Selvi, tartışmanın nasıl gündeme geldiğini şöyle özetliyor:

AK Parti MYK’da yeni yargı reformuyla ilgili kapsamlı müzakerelerin yapıldığı bir sırada Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “Bu reformların ötesinde bizim yeni ve sivil bir anayasa vaadimiz vardı. O da konuşulabilir” diyor. Ama MYK’da yeni anayasa konusunun üzerinde ağırlıklı olarak durulmuyor. Ancak yargı reformunun kabinedeki müzakereleri sırasında Gül, yeni anayasa önerisini gündeme getirince Cumhurbaşkanı Erdoğan, önemli bir gündem maddesi yapıyor. Ardından da bir öneriye dönüştürüyor. Çünkü Erdoğan, yeni ve sivil bir anayasayı “reformların anası” olarak görüyor.

Anayasa tartışmasının gündeme getirilişinde kullanılan kavramlar ilginç. Adalet Bakanı, yeni anayasa için “reformların anası” tabirini kullandı, bunu hazırlanmakta olan “reform paketi”ni anlatırken söyledi. Kısacası, bir reform paketi hazırlandığını ama tüm sürecin zirvesinin yeni anayasa olduğunu söylemiş oldu. Bakan Gül, ‘yeni bir toplumsal sözleşme’nin “1921 Anayasası ruhuyla” taçlanacağını da söyledi. Daha sonra bu sözlerini tashih eden Adalet Bakanı, “Kastım orada 1921 Anayasasını yapan ruha yönelikti, yoksa o günün şartlarında ve koşullarında hazırlanmış bir Anayasa olsun demedim, sadece o günün koşullarının ruhuna işaret etmek içindi” diyerek 1921 tartışmalarını başlamadan frenlemeye çalıştı.

Erdoğan ise “Cumhuriyetimizin 100. yılını darbe anayasasıyla değil, bu ülkeye ve millete yakışan yeni sivil bir Anayasa ile karşılayalım” diye başladığı 11 Şubat tarihli AKP grup toplantısında, “Türkiye, tarihinde ilk defa sivil bir anayasa hazırlama ve gerçek özgürlük ortamında milletin takdirine sunma şansına sahip olmuştur” diyerek devam etti.

AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan ise “Bu anayasanın ismi ‘Yeniden Kuruluş Anayasası’ olacak” diyerek anayasa tartışmalarına bir de yeniden kuruluş tartışmasını eklemledi.

İktidar sivillik tartışması yapıyor

AKP, sivillik-sivil anayasa tartışmasıyla gündemi şekillendiriyor. Gara operasyonu ve arkasından yaşananlar anayasa tartışmasının önüne geçse de önümüzdeki günlerde bu tartışmanın alevleneceği çok açık.

İktidar, “sivillerin yazdığı anayasa” vurgusuyla darbe karşıtı ruh halini okşamaya çalışsa da milyonlarca insan artık çok iyi biliyor ki sorun “anayasayı sivillerin yazması”yla çözülemez.

İktidarın çıkarları için, sonsuz bir iktidar garantisini almak için sivillerin yazdığı bir anayasa gerçekte “sivil” bir anayasa olmuyor.

Devletin güncel ihtiyaçlarına göre tartışılan anayasalar sivilleşme vaadiyle gündeme getirildiğinde toplumun ihtiyaçları karşılanmış olmuyor.

Çünkü, bir anayasa metnini, asker olmayan kişilerin yazması o anayasa metnini otomatik olarak demokratik kılmıyor. Öyle siviller görüyoruz ki demokrasiye yaklaşımlarının askerlerin yaklaşımından radikal bir farkı yok.

Bu yüzden yapılması gereken “sivil anayasa” tartışması değil, “demokratik anayasa” tartışmasıdır. 19 yıldır iktidarda olan ve en az bir 19 yıl daha iktidarda kalmak için elinden geleni yapacağı çok açık olan bir iktidarın kaleme alacağı bir anayasa, siviller tarafından değil, mevcut devletin yetkilileri tarafından hazırlanmış olacaktır. AKP’nin MHP’yle el ele hazırlayacağı bir anayasanın ise ne “yeniden kuruluş”la ne de demokrasiyle bir alakasının olmayacağı açıktır.

Gündem mi değiştiriyorlar?

İktidarın attığı bir dizi adım muhalefetin bazı kanatları tarafından gündem değiştirmek olarak değerlendiriliyor. Yeni anayasa tartışmasını böyle ele almak yapılacak en büyük hata olur. Zira, bütün ara gündemlerin ötesinde iktidarın birbirine bağlı iki temel gündemi var: Birisi, bölgesel bir askeri-politik güç olarak tanınmak. Mavi Vatan tezi bu ana gündemin ideolojik birliğini, “yerli-milli” vurgusu da harekete geçirici popüler politik muhtevasını oluşturuyor.

Azerbeycan, Libya, Ege ve Doğu Akdeniz’de işler hiç de Mavi Vatan teziyle iddia edildiği gibi gitmiyor. “Türkiye’nin güvenliği karasularının ötesinde güvenliğini sağlamaktan geçer” tezinin altında yatan istekler, bir dizi ülkede askeri gücünü konumlandırmasına kapı aralasa da duvarlara çarpıp geri tepiyor. Üstelik dış politikada sertlik anlamına gelen bu radikal değişiklik, iç politikaya da sertlik olarak yansıyor. 

Erdoğan, “küresel siyasi ve ekonomik güç dengelerindeki değişimde hak ettiğimiz yeri alma fırsatını kamil manada değerlendirebilmek için de daha sağlam bir çatıya ihtiyacımız bulunuyor” derken bölgesel güç olma yönünde uzlaşmış devlet koalisyonunun siyasal hedeflerini dile getiriyor.

İktidarın bununla bağlantılı diğer gündemi ise iktidarını korumak. Daha önce defalarca, Türkiye’nin kaderinin AKP’nin kaderine endekslendiğini ifade eden AKP liderliği açısından, yeni anayasa tartışması, Erdoğan’ın iktidarını kalıcılaştırmak için bir dizi düzenleme yapmanın da olanaklarını sunacak.

Tıpkı Putin’in 2036’ya kadar iktidarda kalmasının yolunu açan anayasa referandumu gibi, AKP-MHP koalisyonun desteğiyle iktidarda duran Erdoğan’ın da en az 15 sene daha iktidarını kalıcılaştırmak için bir düzenlemenin gündeme getirilmek istendiği çok açık.

Ekonomik krizle birleşen siyasal dinamikler AKP’nin tabanında kopuşun sürmesine neden oluyor. Son seçim anketleri AKP-MHP’nin toplam oy oranlarının yüzde 45’lere kadar gerilediğini gösteriyor. Seçim düzenlemesi, seçim ittifaklarının yeni kurallara bağlanması, seçim barajının yeniden tarif edilmesi gibi hamleler, yeni bir anayasa tartışmasıyla birlikte sürdürülmek isteniyor.

Yeni anayasa önerisi, bu nedenle, mecburlar koalisyonu olan iktidar ittifakının çözülüş sürecinde iktidarını kalıcı hale getirmeyi amaçlayan ve devlet ve egemen sınıfın bölgesel güç olma isteklerine uygun bir düzenleme önerisi olarak öne çıkıyor. 

Neden inandırıcı değiller?

İktidar sözcülerinin neden inandırıcı olmadıkları gün gibi ortada. “Yeniden Kuruluş” iddiasıyla planlanan Anayasanın iki kırmızı çizgisi var: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi devam edecek ve Anayasanın ilk dört maddesi değiştirilmeyecek. Türk tipi başkanlık sisteminin yönetim krizine yol açtığı, parlamenter sisteme dönülmesi gerektiği fikri, muhalefet dışında AKP’ye oy veren kitlelerde bile destek buluyor. Anket raporlarında başkanlık sistemine verilen yüzde 34,5 oranındaki destek bunu doğrulamakta. Anayasanın ilk dört maddesinin tartışılmaya kapatılmış olması, sivil anayasa iddialarını da gülünçleştiriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Cumhuriyetimizin 100. yılını darbe anayasasıyla değil, bu ülkeye ve millete yakışan yeni sivil bir Anayasa ile karşılayalım” dedi. Erdoğan “sivil anayasayı” 1960 ve 1980 darbesinin de mimarı olan MHP ile yapmayı planlıyor. Ve birlikte sivil anayasa yapacakları Devlet Bahçeli, değiştirilemeyeceği 12 Eylül’ün darbeci generalleri tarafından karar altına alınan ilk dört maddenin değiştirilmesini teklif edenlere hoş olmayan tehditler savuruyor.

Bu yüzden inandırıcı değiller.

Nobranlığın nedeni anayasa değil

İnandırıcı olmamalarının bir başka nedeni daha var. Bugün, baskı ortamının nedeni, anayasanın çizdiği sınırlar değil. Baskının nedeni, sivil iktidarın, baskı yapmayı tercih etmesi. Bu, eşi benzerine pek rastlamadığımız bir baskı ortamı üstelik.  

Yargıdan yasamaya, hazineden ekonomiye tüm yetkilerin tek bir merkezde toplanmasına, meclisin işlevsizleşmesine yol açan süreç, 2017 yılında yapılan anayasa değişikliği referandumuyla başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “atı alan Üsküdar’ı geçti” dediği referandum sonucunu belirleyen koşullar OHAL süreciydi. OHAL sürecinde 125 binden fazla kamu çalışanı ihraç edildi. 446 bin kişi hakkında adli işlem yapıldı, 1431 dernek, pek çok yayın kuruluşu kapatıldı. Selahattin Demirtaş dahil HDP’li vekiller tutuklandı, HDP’li belediyelere kayyum atandı. 

“Sivil Anayasa” tartışmasıyla paralel sadece son üç günde yöneticilerin de bulunduğu 718 HDP’li gözaltına alındı. Yargı ve medya neredeyse tamamen iktidarın hegemonyası altında. Gezi davası beraatla sonuçlanmasına rağmen Osman Kavala’nın tutukluluğu devam ediyor. Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğuna ilişkin “derhal serbest bırakılmasını isteyen” AHİM kararı için Cumhurbaşkanı Erdoğan “bizi bağlamaz” diyebildi. Seçilmiş belediyelere kayyum atandı. 

İşçilerin grev, toplu sözleşme ve sendikalaşma haklarının tümüyle gasp edilmeye çalışıldığı bir süreç yaşıyoruz. Tazminatlarını alamayan, sendikalaştıkları için işten atılan işçiler pek çok yerde eylemler yapıyor, Ankara’ya yürüyorlar. Tüm bu süreçlerde işçiler devlet şiddetine maruz kalmaktalar. iktidar her türlü eylem ve gösterinin yayılmasını önlemek için tüm gücünü seferber etmiş durumda. 

Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atandı. “Atanmış değil seçilmiş rektör istiyoruz” diyen, en temel demokratik haklarını kullanan öğrencilere, öğretim üyelerine, destekleyen kitlelere şiddet uygulandı. 500 öğrenci gözaltına alındı. Ev hapsinde tutuldu. Tutuklananlar oldu. LGBTİ+’lara hakaret içeren sözler sarf edildi. Kayyum Rektör Melih Bulu’ya Alaattin Çakıcı mektup gönderdi. 

Bu gelişmeler anayasanın darbeciler tarafından kaleme alınmış olmasından kaynaklanmıyor. Bu, iktidarın tercihi. 

İktidarın bu uygulamalarına karşı söyleyebileceğimiz tek şey, bizim, acil, hemen, sınırsız demokrasi istediğimizdir. Otoriterliği tercih eden, bile isteye otoriter bir yönetimi hayata geçiren ve daha otoriter bir iktidara özlem duyduğunu gizleyemeyen iktidarın anayasa tartışmasına vereceğimiz tek yanıt, “Hayır!” olabilir.

Anayasa maddeleri, tek başına her şeyin çözümü değil. Aynı maddeler bambaşka bir siyasi iklimde bambaşka uygulamalara kapı aralayabiliyor. Bir yandan anayasada demokratik bazı hakları korumaya kapı aralayan maddeler varken öte yandan iktidar bloku bu maddelere karşı çıkabiliyor. Anayasa maddelerini değiştirmek, baştan yeni bir anayasa yazılmasını istemek, bunu isteyen AKP-MHP koalisyonu olunca demokrasiyle hiçbir ilişkisi olmayan bir sürecin devreye sokulması anlamına geliyor. Demokratik her kazanım, ellerimizden sökülüp alınıyor. 

Demokrasinin olmadığı koşullarda yürütülen bir anayasal süreç, hak, adalet, eşitlik ve özgürlük değil, mevcut sistemin daha da otoriterleşerek tahkim edilmesine yol açacaktır. Demokratik tüm kazanımları yok etmeye çalışanlar değil anayasa yapmak, sözünü bile etmemeliler.

1921 ruhu nedir?

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, ‘1921 anayasasının ruhu’ndan söz ettiğinden beri, neden iktidarın böyle bir benzetme yaptığı tartışılmaya başlandı. 

1921 anayasasının ayırıcı yanlarından birisi mecliste “bugünkü, bölgeli devletlere benzer türde bir özerklik” tanınması. 22 ve 23’üncü maddeyle umumi müfettişliklerin kurulması ve böylece yerel yönetimler arasında bir kontrol mekanizmasının sağlanmasının amaçlanması.” Hukukçu Murat Sevinç’in dediği gibi “dolayısıyla öyle çok da bağımsız hareket edebilen birimler değildi, yerel yönetimler.” Fakat, özerkliğin, bugünkü siyasal iklimdeki “tekçilik” düşünüldüğünde ne kadar önemli bir farklılık olduğu ortaya çıkar.

Ama 1921 anayasası, sadece bu maddeden ibaret değildi ve diğer maddeler ve o anayasanın ruhu, neden bu tartışmaya balıklama atlamanın tehlikeli olduğunu da göstermektedir. 23 madde ve bir ek maddeden oluşan bu ilk anayasa her şeye rağmen bir geçiş süreci anayasasıdır. Bir parti programı gibi, bir yol haritası sunan 1921 anayasası, çok az hüküm kapsayan, kuvvetler birliğinin güçlü örneklerinden olduğu iktidarın yürütmenin elinde kristalize olmasına hizmet eden bir yasal çerçevedir.

Anayasal düzlemde var olan minik haklara her geçen gün saldıran iktidar ittifakının, güçler dengesine hiç aldırış etmeyen AKP liderliğinin böyle bir geçiş ya da yeniden kuruluş anayasasına sahip çıkmasının altında nelerin saklı olduğunu, Devlet Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi ile ilgili konuşması gösteriyor. Bahçeli mahkemenin tasfiye edilmesi gerektiğini düşünüyor, mahkemenin başkanına “haddini” bildiriyor. 

Bize lazım olan 1921 ruhu değil demokrasinin bizzat kendisidir. Bunu ise bu iktidardan ve ortaklarından beklemek yapılacak en büyük yanlıştır.

Çağla Oflas - Şenol Karakaş

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol