AKP ve MHP’nin 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda adeta baskın yaparak gerçekleştirdiği değişiklik zaten hâlihazırda sokakta yaşayan hayvanları hedef alan katliamların hız kazanmasına yol açtı. Niğde’de ve Ankara Altındağ’da hayvan katliamı bizzat aktivistler ve gönüllüler tarafından belgelendi.
AKP’li vekillerin gülümseyerek geçirdikleri yasa teklifi sokakta yaşayan hayvanların toplatılmasını ve öldürülmesini içeriyor. Bunun için düzenlenen nefret kampanyası uzun bir zamandır sürüyordu. Son yıllarda AKP’li medya “Köpek terörü”, “Başıboş köpek sorunu” gibi başlıkları sık sık kullanır oldu. Sosyal medya için örgütlenen troller ordusu medyanın yarattığı bu nefreti besledi. Yasanın değişmesi gündeme geldikten sonra ise sahte bir kuduz paniği yaratıldı. Her nefret dalgasında kedi ve köpeklere dönük cinayetler hız kazandı. Cinayetlerin faillerine yatarı olmayan cezalar verildi.
AKP’nin katliam yasasına imza veren vekillerin bir kısmının daha önceki yıllarda “hayvan hakları” konusunda önergeler verdiği, bunlarla sosyal medyada övündüğü de biliniyor. Şimdiyse bütün suçların bedelini sokaklarda yaşayan köpeklere yükleyerek, hayvan hakları savunucularını da hedef gösteriyorlar. Yasa değişikliği mecliste komisyonda görüşülürken, veteriner hekimler ve hayvan hakları savunucuları, muhalefetteki vekillerle beraber meclis koridorlarında tartaklandı. Ankara’da meclis önünde yaşam hakkını savunanlar polis saldırısına uğradı. Yasa, resmen gizlenerek önce komisyondan sonra da genel kuruldan geçirildi.
Yaşamı savunanlar susmuyor!
Ancak AKP hükümeti bu sefer baltayı taşa vurdu. İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’da başlayan eylemler hızla tüm Türkiye’ye yayıldı. Hayvanların öldürülmesine karşı mücadele eden yepyeni bir kuşak kendini bu eylemlerle ortaya koydu, koyuyor. İstanbul’da devasa mitingler yapıldı, Ankara’da Sakarya Caddesi’nde başlayan direniş kendini Kuğulu Park’a ve diğer mahallelere taşıdı, Hayvan, Yaşam, Özgürlük İnisiyatifi ve Sokaktayım Yanındayım İnisiyatifi beraber mücadele etmeye devam ediyor. İstanbul’da ise hayvan hakları hareketi içinden Yaşatacağız Platformu doğdu.
Mayıs ayında İstanbul ve Ankara’da nöbet eylemleri başlayan ve bugün kitlesel bir hayvan hakları hareketine doğru evrilen katliam yasasına karşı gelişen muhalefeti, Yaşatacağız Platformu aktivistleri Ersin Tek ve Sevcan Çamlıdağ ile konuştuk:
Yaklaşık 3 aydır sokaktasınız. Siz eylemlere başladığınızda henüz komisyon görüşmeleri de başlamamıştı. Direniş süreci nasıl örgütlendi?
Sevcan Çamlıdağ: Yasa değişikliği zaten bir süredir kulaktan kulağa dolaşan bir bilgiydi ve çeşitli girişimler olduğunu biliyorduk. Bu sefer, yasa çalışması olduğunu duyduğumuzda çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. Bir yandan sokaktaki eylemleri örgütlerken, bir yandan da yasaya karşı argümanları geliştirdik. Milletvekillerine bilgi verildi. Basınla ilişkiler geliştirildi, yasaya dair bilgi verildi .
Bu süreçte henüz Yaşatacağız Platformu kurulmamıştı değil mi?
Sevcan Çamlıdağ: Evet, biz o sürece Yaşam için Yasa İnisiyatifi ile başladık. Zaten bu alanda 2 yılı aşkın süredir çalışan hayvan hakları savunucularının birikimi ile başladık yani. Yaşam için Yasa İnisiyatifi bu anlamıyla çok önemli rol üstlendi. Bu sürecin en başındaki zemini, hayvan hakları temelindeki söylemi oluşturdu.
Ersin Tek: Hayvan Yaşam Özgürlük İnisiyatifi kuruluşunda, hayvan hakları perspektifini geliştirmek ve özellikle muhalefetin içinde hayvan hakları mücadelesini merkezi bir konuma yerleştirme amacını taşıyordu. Ankara’da başlayan süreç, bu son yasa girişimi ile birlikte İstanbul’a sıçramış oldu. Biz HYÖ olarak İstanbul’daki nöbete daha sonra dahil olduk.
Nöbet eylemleri nasıl başladı, temel amacınız neydi ve büyük eylemlere nasıl evrildi?
Sevcan Çamlıdağ: Nöbet eylemleri bir yandan yasa girişimine karşı ısrarla sokakta olacağımızı vurgulamak hem de henüz toplumun hiç bilmediği yasa girişimine karşı bilgilendirme amacını taşıyordu. İki ay kadar bir süre her gün akşam Beşiktaş İskele Meydanı’ndaydık. Henüz yasa kamuoyunda hiç bilinmediği için, bu ısrarlı ve her gün yaptığımız nöbet önemli bir görev gördü. Ancak zaman ilerledikçe, her gün yaptığımız eylemlerin çeşitli sorunlar yarattığını gördük. İnsan gücü açısından zorluk yarattığı gibi, artık bilgilendirme aşamasından bir anlamda hareket aşamasına geçmenin de gerektiğini tartışanlar oldu.
Ersin Tek: Temmuz ayına girerken bu sebeplerle nöbet eylemlerini sonlandırıp her biri bir sonrakini güçlendiren eylemler yapmayı denemeye karar verdik. “Bir kartopu efekti” yaratmaya çaba harcadık. Hem sürecin başından beri yer alan YİYİ hem HYÖ hem de bağımsız aktivistlerin katkısıyla bir eylem süreci örgütlemeye başladık.
Bahsettiğiniz kartopu efektinde de başarılı olduğunuzu görüyoruz. Onlu sayılarla başlayan eylemler en son Kadıköy eyleminde 15.000 kişiye ulaştı. Bundan sonraki süreci sormadan önce bir başka sorum olacak. Dağınık ve çok farklı fikirlerin olduğu hayvan hakları hareketinde nasıl farklı bir söylem ortaya koydunuz?
Sevcan Çamlıdağ: Yasa değişiklikleriyle ortaya çıkan durumu, insanın insan harici hayvanlar karşısındaki konumunun, hayvanlar üzerinde süregelen tahakkümünün bir görünümü olarak değerlendiriyoruz. Buradaki ezen-ezilen ilişkisini görmek zor değil. Üstelik hangi sınıftan olursa olsun hiçbir insan bu tahakkümden muaf değil. Sermayenin tüm hücrelerine kadar sömürdüğü işçi sınıfı da insan harici hayvanların faili. En çok ezilenler dahi hayvanlar karşısında ezen konumunda. Bunun üzerine düşünmek zorundayız. Mesele tekil şiddet vakalarının çok ötesinde. Ortada sistematik hiyerarşik bir ilişki ve bu ilişkiden doğan çelişkiler var.
Bunun temelinde de insanın doğaya antroposantrik (insan merkezci) yaklaşımı, yani her şeyi kendisini merkeze alarak konumlandırması yatıyor. Üzerine düşündüğümüzde “çevre” kelimesinin bile insanmerkezci bir gönderme içerdiğini görüyoruz. İnsanı merkezde ve doğayı insanın “çevresinde”, “etrafında” konumlandırdığını, doğa ile insanı birlikte var olan/yatay bir düzlemde ilişki içerisinde olan iki varlık olarak tanımlamadığını görüyoruz.
İnsan, insan harici hayvanlar karşısında kendisini o kadar merkezi, o kadar yukarıda bir yerde konumlandırıyor ki her biri kendi yaşamının öznesi olan canlıların yaşamı, insanın iki dudağının arasına sıkışmış durumda. Bu ilişkiyi hiç sorgulamıyoruz. Oysaki insan ve insan harici hayvan arasındaki mülkiyet ilişkisi, üzerine düşünmeye değer bir mesele. Denizde kendi hâlinde yaşayan bir balığı oltayla yakalayıp (ister yemek için ister satmak için - hiç fark etmez) “bu benim” demenin, onun yaşamı/bedeni üzerinde hak iddia etmenin, onu özel mülkiyet ilişkisine tabi kılmanın, “bu topraklar benim” demekten farkı var mı?
Hayatta kalmak için günde 15 saat çalışmaya mecbur kılınan insanla sütü/yumurtası için esir tutulup “üretime” zorlanan hayvan üzerindeki tahakkümün benzer yönlerini görmemiz gerekiyor.
Güncel yasa değişikliklerini ise, tam da bu nedenle, bu sistematik şiddetin ve hiyerarşik ilişkinin bir parçası olarak okumak, bu çerçevede söylem üretmek ve politik bir hat çizmek zorundayız.
Söylemlerinize pek çok eleştiri geldi. Sert bulanlar oldu, “bizim meselemiz hayvanlara merhamet duyulması” diyenler oldu. Ancak buna rağmen söylemlerinizin ana akımlaştığını da görüyoruz. Bu söylemler neden önemli sizce?
Sevcan Çamlıdağ: Türkiye’de gerçekten çok sayıda hayvansever var. Hayvanların özgürlüğünü ya da haklarını bütünlüklü olarak ele almayan, gündeminde bu olmayan, ancak hayvanlara sevgi ve şefkat duyan insanlardan söz ediyorum.
Hepsi bu katliam yasası karşısında iyi niyetle ve sürecin yarattığı panikle bir şeyler yapmaya çabalıyor. Ancak biraz önce sözünü ettiğim sistematik hiyerarşik yapı karşısında söylemi ve politik hattı hayvan sevgisi, şefkat, merhamet gibi apolitik bir yerden kurmak çok sorunlu ve riskli.
Çünkü hayvanı insanın sevgisine, şefkatine ve merhametine tabi kılmak politik hattı yine insana endeksleyerek çizmek demek. Hayvanların kendi biricik yaşamlarının öznesi olduğunu reddetmek demek. Bu anlayış, hiçbir mevcut ya da müstakbel sorunu çözmek için elverişli değil.
Çıkış noktamız insanın hayvan üzerindeki tahakkümünü kararlı şekilde reddetmek olmalı. Politik hattın sınırlarını bu çerçevede belirleyemeliyiz. Aksi takdirde, bu yasa değişikliği sürecinde de gördüğümüz gibi, bahisler önce katletmekten açılacak, sonra hayvanları barınak denen toplama kamplarında esir etmeye razı edilmeye çalışılacağız. Bu nedenle başlangıçtan itibaren hayvanlar için özgürlük talebimizi öne çıkarmak, bundan bir adım taviz vermeden söz kurmak zorundayız.
Ersin Tek: Belki de bu süreçte, Sevcan’ın dediği gibi vicdan-merhamet değil de insan-doğa tahakkümüne karşı eşitlik ve adalet bakışı olduğu için karşımızdaki gücün istediği gibi istediği manipülasyonları da yapamadığını gördük.
Bu manipülasyonlar yapılmadı mı aslında? Hem haber kanalları eliyle hem de doğrudan meclisteki vekiller tarafından? Basında her gün köpek saldırısı haberlerinin köpürtüldüğünü ve dezenformasyon amaçlı sahte fotoğrafların yayınlandığını, paralı troll orduları ile sosyal medya kampanyaları yapıldığını ve hatta bunların bizzat İletişim Başkanlığı tarafından düzenlendiğini gösteren pek çok delil yayınlandı.
Ersin Tek: Doğru, yapıldı ama istedikleri etkiyi elde edemediler. Bütün güçleri ile hem basında yalan haberler yapıldı, hem sosyal medyada günler boyu dev bütçelerle troll orduları tutuldu, hem hayvan hakları savuncuları hedef gösterildi, hem yasada “öldürme yok” yalanları söylendi. Üstelik meclis sürecinde o kadar korkakça davrandılar ki, uzmanları gece 02.00’de toplam 15 dk aldılar komisyona. Meclisin içindeki ekranları bile söktüler. Öyle bir göz vardı üzerlerinde. Tam da bu göz üzerlerinde olduğu için bu manipülasyonlar tutmadı.
Peki tekrar kitlesel eylemlere dönecek olursak, Yaşatacağız Platformu niye kuruldu? Yaşam için Yasa ve Hayvan Yaşam Özgürlük bu süreçte yer almayacak mı?
Ersin Tek: Bizler hem inisiyatiflerden hem de bireysel olarak aktivistler olarak yasa çıkana kadar olan süreci birlikte kolkola örgütledik. Kimimiz yıllardır tanışıyor olsak da çoğumuz birbirimizi bu bir kaç ayda sokakta tanıdık. Yasa çıktıktan sonra, bütün merkezi bu katliam yasasına odaklı olan ve ülkedeki en geniş kesimleri bu hareket etrafında bir araya getirip harekete geçirebilecek daha büyük bir birliğe ihtiyacımız olduğunu fark ettik ve birlikte bu platformun temelini attık.
Sevcan Çamlıdağ: Yaşatacağız Platformu aslında bir kampanya birliği olarak kurulmuş oldu. Yaşatacağız’ın temel amacı bu yasaya karşı olabilen en büyük sesi, olabilen en geniş kesimlerle ama az önce söylediğimiz temel politik söylem ekseninde harekete geçirmek.
Ersin Tek: YİYİ ve HYÖ bir yandan kendi uzmanlık alanlarında çalışmaya devam ediyor. Bu kampanyanın ana inşacısı olanlar hem bu inisiyatifler hem de bu inisiyatiflerde yer alan bireyler ama bu kampanya ile çok daha geniş toplumsal kesimleri harekete geçirmeyi hedefliyoruz.
Bundan sonra nasıl ilerleyecek Yaşatacağız Platformu? Bu yasayı durdurabilecek bir kampanya yaratabilecek misiniz?
Sevcan Çamlıdağ: Önümüzde bir yandan yerel direnişlerin deneyimi biriktirmek gibi bir hedef var. Bununla beraber kampanya ana talebimiz üzerinden kitlesel eylemler düzenlemeyi hedefliyor. İlk olarak 1 Eylül’de Yenikapı’da kendi kortejimizle ortak eyleme katılacağız. 29 Eylül’de ise bugüne kadarki en kitlesel hayvan hakları eylemi olacağına inandığımız kitlesel bir miting gerçekleştireceğiz. Henüz toplum yasayı bilmiyorken, yaz aylarında bile bu tepki ortadayken meclis açıldığında çok daha büyük bir hareketle bu yasayı geri çekmek, yasayı sokakta yazmak mümkün.
Ersin Tek: 29 Eylül’ün, bu iktidara çok ciddi bir uyarı olacak boyutta olması çok önemli ve mümkün. 29 Eylül’e kadar da enselerinde olduğumuzu sürekli göstermeye devam edeceğiz. Bu hem iktidar hem de toplama yapma cüreti gösteren belediyeleri de kapsayacak. En başından beri inanıyoruz, biz bu yasayı durdurabiliriz. Toplumun %85’ine karşı bir avuç sağcının katliam arzusu var. Bu mücadelede biz güçlüyüz, güçlenerek ilerliyoruz. Yaşatacağız Platformu da bu büyümenin, güçlenmenin en önemli adımı oldu.