Glasgow'da süren COP26 toplantılarında küresel ısınmayı tersine çevirmek ve doğanın tahribatını sona erdirmek için önemli bir şey üzerinde anlaşmaya varıldığına dair çok az işaret var. Tüm medya manşetleri hükümetler ve şirketlerin çevreye önem verdiğini anlatsa da gerçekler öyle değil, hükümetler de şirketler de sözlerinin arkasında durmuyorlar. Karbon emisyonlarını ve diğer çevresel yıkımların etkisini azaltmak için alınacak önlemlere ayrılan finansal destek miktarı da acınası.
2009’da, en zengin ülkeler 2020’ye kadar en fakir ülkelere iklim finansmanı için yılda en az 100 milyon dolar göndereceklerinin sözünü vermişlerdi. Bu anlayış, küresel ısınmayı 2 derecenin altında, ideal olarak 1.5 derecede sınırlamayı hedefleyen, 2015 yılında imzalanan Paris İklim Anlaşması’nın temelini oluşturdu. Fakat COP26’nın arifesinde bağışçı ülkeler 2020 hedefini kaçırdıklarını itiraf etti. Şimdi, planlanandan yıllar sonrasında, 2022 ya da 2023’te bu hedefe ulaşacaklarını umuyorlar.
Doğrusunu söylemek gerekirse, zengin ülkelerin büyük çoğunluğu verdikleri sözleri hiçbir şekilde tutmuyorlar. ABD sözünü tutmaktan milyarlarca dolar geride ve OECD ülkeleri listesi içinde en son sırada iken, sözlerini tuttuklarını iddia edebilecek ülkeler ise sadece Norveç, İsveç ve Almanya olabilir.
Dahası, taahhüt edilen bu 100 milyarın çoğu bağış ya da hibe şeklinde değil kredi formundadır. Dolayısıyla küresel ısınmayı ve karbon emisyonlarını azaltmak için çabalayan yoksul ülkelerin zengin ülkelerden aldıkları paranın büyük bölümünü geri ödemesi gerekiyor. Oxfam’ın hesaplamaları, iklim için yapılan hibelerin gerçek seviyesinin – krediler çıkartıldıktan sonra - OECD’nin “iklim finansı” kapsamının sadece yaklaşık beşte biri olabildiğini gösteriyor. “Geleceğimiz İçin Finans” (Bank on Our Future) kampanya ağından stratejist Becky Jarvis’in dediği gibi, bu iklim taahhütleri allanıp pullanmış görüntülerine ragmen son derece yetersiz.
Ayrıca, Mark Carney liderliğindeki uluslararası finans şirketleri koalisyonu da var. İngiltere Merkez Bankası eski başkanı Carney, Birleşmiş Milletler’in resmi iklim finans elçisi. Carney, 45 ülkeden 450’den fazla bankayı, sigortacı ve varlık yöneticisini birleştiren Glasgow Net Sıfır için Finans İttifakı’nın (Gfanz) önümüzdeki otuz yıl boyunca, ekonomilerin net sıfıra geçişi için 100-130 trilyon dolar kadar finans sağlayabileceğini iddia ediyor. Medya milyarderi Michael Bloomberg de eşbaşkan olduğu için Carney’e katılıyordu. Grup G20’nin Finansal İstikrar Kurulu’na çalışmalarını periodik olarak raporlayacak. Carney, Birleşmiş Milletler’in, özel sektörün net sıfıra ulaşmak için gerekli olan toplam yatırımların yüzde 70’ini karşılayabileceğini öneren analizinin önemine işaret etti. Carney, özel sektörün günü kurtarabileceğini öne sürüyor.
Fakat bu toplama daha yakından baktığınızda varlıkların 57 trilyonunu yatırım yöneticilerinin hesaplarının oluşturduğunu, 63 trilyon dolarının bankalardan, 10 trilyon doların da varlık sahiplerinin emeklilik fonlarından geldiğini görürsünüz. Ve bu 221 yatırım yöneticisinin 43’ünün, varlıklarının sadece üçte birinin net-sıfır hedefleri olan yatırımlara yönelik olduğunu ortaya çıkardı. Oxford Üniversitesi Oxford Sürdürülebilir Finans Grubu direktörü Ben Caldecott, 130 trilyon dolarlık bu toplamın “yeni bir para havuzu olmadığını ve çoğunun tahsil edilebilir olmadığını” söyledi. Ve bunun fosil yakıt altyapısını finanse etmek üzere ayrılan paranın yanı sıra ev kredilerini de içerdiğini ekliyor, “Bunun ne kadarı gerçekten çözümler için yönlendirilebilir ya da kirlilik yaratan şirketlerin daha sürdürülebilir hale gelmesi için kullanılabilir?” diye soruyordu.
Çevreci bir grup olan Yağmur Ormanları Eylem Ağı’nın dikkat çektiği gibi, taahhütü imzalayan 93 banka 2020 yılında fosil yakıt endüstirisine 575 milyar dolarlık kredi verdi ve taahhüt sağlamaya da devam etti. Orman ve finans direktörü Tom Picken, “İklim taahhütleri ile yönetim kurulu kararları arasındaki bağlantı kopukluğu şaşırtıcı” dedi ve Gfanz’a kayıtlı varlık yöneticilerinin şu ana kadar, toplam varlıklarının yüzde 35’ini net sıfır hedefine ayırmış olduklarını bildirdi. Şöyle devam ediyordu: “Bu yeşil finansman değildir ve fosil yakıtlı gelişimden en küçük bir çıkarları olduğu sürece bu finansörler iklim değişikliğiyle mücadeleye adanmış olmuyorlar.” Stand.earth iklim finans direktörü Richard Brooks, “Bu yaklaşımın odadaki koca fili görmezden gelmek anlamına geldiğini” söyledi: “Net sıfır kulüplerinin bu yeni deklerasyonunda F ile başlayan kelimeler hiç geçmiyor. Finans kurumları fosil yakıtlara (kömür, petrol ve gaz şirketlerine) fon sağlamayı durdurmazsa 1.5 derecenin altında kalamayız.”
Bu arada, iyi niyetli ekonomistler de fon sorununu piyasa ekonomisinin sınırları içinde çözmek için çeşitli çözüm önerileri sunuyorlar. Piyasa yanlısı çözümleriyle ünlü Şikago Üniversitesi İşletme bölümünden finans profesörü Raghuram Rajan, kişi başına yaklaşık beş tonluk küresel ortalamadan daha fazla (karbon) salım yapan her ülkenin küresel bir fona yıllık olarak ödeme yapmasını öneriyor. Ödenecek miktar şöyle belirlenecektir: Kişi başına fazla emisyonun nüfusla çarpılmasına, daha sonra Küresel Karbon Teşviki (GCI) adı verilen bir dolar miktarıyla çarpılması eklenecektir. GCI ton başına 10 dolardan başlasaydı ABD her yıl yaklaşık 33 milyar dolar civarında ödeyecekti. Bu arada, küresel ortalamanın altında kalan ülkeler, ortalamanın altında ne kadar karbon salımı yaptıklarına bağlı olarak, orantılı bir ödeme alacaklardı. (Buna göre, örneğin Uganda, her yıl yaklaşık olarak 2 milyar dolar alacaktı.)
Rajaram bu planı, kendi kendisini finanse etmek olarak görüyor. Buna göre, düşük salım yapanlar genellikle en yoksul ülkeler. Bu ülkeler, neden olmadıkları iklim değişikliğine karşı en savunmasız olanlar. Ve halklarının iklim değişimine adapte olması için ödeme alacaklardı. Ödemelerin sorumluluğu ise pastadan en büyük payı alan büyük zengin karbon salıcıların olacaktı. Ülkeler kendi emisyonlarını azaltma yöntemlerini seçmede özgür olacaklardı. Politik açıdan popüler olmayan bir karbon vergisi koymak yerine, bir ülke kömürle ilgili düzenlemelere giderken, bir diğeri de yenilenebilir enerjileri teşvik edebilir.
Avinash Persaud’un işaret ettiği başka bir tasarıya göre, Paris anlaşmasının kararlarını karşılayabilmek için dünya önümüzdeki 30 yıl boyunca her yıl 53.5 milyar metrik ton karbondioksitten kurtulmak zorunda. Bunun ne kadara mal olacağı konusunda çeşitli tahminler var, fakat yatırım bankası Morgan Stanley beş temel “sıfır karbon” teknolojisi alanına ayrılan krediye 50 trilyon dolar daha ekledi. Bu sözü edilen meblağ, ülkelerin mutabık kalmak için altı yıl uğraştığı acınası 100 milyar dolarla karşılaştırılıyor. Persaud, “Bizim küresel bir çözüme ihtiyacımız var, küresel bir hevesle eklenen küçük bir evin bütçesine değil,” diyor.
Sera gazı üretimine en fazla katkıda bulunan ülkeler, dünyanın bambaşka bir yerindeki bir yatırımcıya sera gazlarını azaltması için, günlük faiz oranları üzerinden borçlanma hakkını – ki şu anda sıfıra yakındır – veren bir borçlanma düzeni sunabilir ve bu borcun vadesi de (proje, yatırılan dolar başına asgari sera gazı azaltımını sağladığı sürece) uzatılabilir. Örneğin, maliyeti sıfıra yakın olan bu fonun yıllık ihracı 500 milyar dolar olsa yatırım getirileri öyle artar ki en azından 15 yıl boyunca, kişisel tasarrufları ihtiyaç duyulan miktara (50 trilyon dolar) yükseltebilir.
Bütün bu tasarılar iki düzeyde başarısız oluyor. Birincisi, bunların uygulamaya geçirilmesi, küresel davranmayı ve küresel kurumları gerektirir. Bunun gerçekleşeceğine dair bir umut yok. Ulusal devletler Covid salgını ve aşılama sorununa çözüm getirecek finans ve kaynakları koordine etmede bile başarısız oldukları gibi, iklim ve doğa için önemli küresel tedbirleri almakta da gönülsüzler. Anlaşıldığı kadarıyla 30 yıl boyunca yaklaşık 50 trilyon dolar gerekiyor –diğer tahminler ise önümüzdeki 10 yıl boyunca her yıl 4 trilyon dolar gerektiğini gösteriyor. Bu gerçekten küçük bir maliyettir, dünyanın yıllık GSMH’sının yüzde 2.5’inden fazla değildir. Fakat devletler şimdiye kadar sadece 100 milyar dolar sözü verdiler ve bu para bile karşılanmış değil.
İkinci olarak, piyasa çözümleri, Covid salgınının da gösterdiği gibi hiçbir işe yaramıyor. İnsanlığa ve doğaya bir şans verecek olan, her şey için çok geç olmadan başarılı olma şansını tanıyacak olan şey; küresel ölçekli planlama, devlet müdahalesi ve yatırımlarıdır. Karbon fiyatlandırması yatırımları gereken şekilde tahsis edemeyecek ve tüketimi yeterince değiştirmeyecektir –ve bundan en fakir ülkelerin (6.5 milyar insan) zararına, en zengin ülkeler (1 milyar insan) fayda sağlar.
Bankalar ve yatırım fonlarınca organize edilen özel finansman bunu başaramaz. Bu böyledir, çünkü kapitalist şirketler yatırımları karlılığa göre kontrol eder ve karar verir. Fosil yakıt ve madencilik aramalarına son vermeden ve fosil yakıt üretimi aşamalı bir biçimde durdurulmadan küresel ısınma durdurulamayacak ve [bu süreç] tersine çevrilemeyecektir. COP26’nın ajandasında böyle bir şey yok.
Jeff Sparrow’un Doğaya Karşı Suçlar (Crimes against Nature) kitabında söylediği gibi, “Dünyada her yıl 1,917 milyar dolar silahlara, bombalara ve askeri ekipmanlara harcanıyor. Reklamcılık dünyasındaki karşılaştırmalı rakamlar yaklaşık 325 milyar dolar. Bu şaşırtıcı rakamlar toprak, deniz ve havayı kapsayan çevresel programlar için hemen ve doğrudan yönlendiriebileceklerimizin sadece bir kısmı. Sistemli bir karbonsuzlaşmaya başlayabilir, kömürlü termik santralları kapatabilir ve elektriği fosil yakıtlardan değil güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerjilerden karşılayarak, bu süreci enerji ihtiyacımızı artırmak yerine azaltmak için değerlendirebiliriz. Düşük karbonlu toplu taşımayı önemli ölçüde yaygınlaştırabiliriz. Böylece verimli, kullanımı kolay ve kullanışlı elektrikli trenler ve tramvaylar içten yanmalı motorlarla yer değiştirebilir. Şehirlerimizi ve kasabalarımızı otomobiller yerine insanlar için elverişli olacak şekilde yeniden planlayabiliriz; malzeme ve iş üretim verimi için yeniden kullanım ve geri dönüşüm yöntemleri belirleyebiliriz.”
Michael Roberts
thenextrecession.wordpress.com'dan Şenol Karakaş çevirdi.