Antikapitalistlerin açıklaması:
Dün TBMM Genel Kurul’unda oylanarak kabul edilen Paris Anlaşması bugün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Ancak karbon salımını azaltma amacı güden anlaşmanın TBMM’de onaylandığı gün Yavuz isimli arama gemisinin Karadeniz’e yeni fosil yakıt kaynakları aramak için açıldığının açıklanması hükümetin uygulamada ne kadar gerçekçi olacağının kanıtı gibi.
Neden şimdi imzalandı?
2015’de imzalanan Paris İklim Anlaşması’nın imzacılarından biri olan Türkiye, anlaşmayı onaylamayarak yürürlüğe koymayan dünyadaki 6 ülkeden biri. Diğer ülkeler de ya petrol üreticisi ya da iç savaş yaşamakta olduğu için güçlü bir hükümetin olmadığı ülkeler: Eritre, Irak, İran, Libya ve Yemen.
Paris Anlaşması’na göre her 5 yılda bir tüm taraflar Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP zirveleri) bir araya gelerek taahhütlerine ne kadar sadık kaldıklarını ve hedeflerin nasıl güncellenmesi gerektiğini görüşecekti. Bu zirve 26. COP zirvesine denk geliyordu ancak geçen yıl salgın nedeniyle iptal edilmişti. Ertelenen COP26 zirvesi 1 Kasım’da gerçekleştirilecek ve zirveye Paris İklim Anlaşması’nı onaylamış olan ülkeler katılabilecek. Yani Türkiye’nin anlaşmayı onaylamasındaki ana nedenlerden biri COP26 zirvesine katılabilmek.
Türkiye’nin 6 yıldır anlaşmayı onaylamama nedeni EK-1 denilen zengin ülkeler listesi arasında yer almasıydı. Türkiye ise tarihsel olarak kalkınmakta olan bir ülke olduğu gerekçesiyle İklim Fonu’ndan yararlanma hakkı olan EK-2 listesinde yer almak istiyordu. Türkiye geçtiğimiz haftalarda Almanya, Fransa ve Dünya Bankası’ndan 3 milyar dolar kadar enerjide dönüşüm desteği alma taahhüdüne ulaşınca Paris Anlaşması’nı onaylama kararı aldı. Aynı AB’nin mülteci desteği meselesinde olduğu gibi yine para verilince eleştiriler sona erdi.
Bir başka neden AB’nin ve Paris’e taraf ülkelerin ticaret koşullarına getirdiği çevre ve karbon salımı kuralları. Bu küresel sürecin de dışında kalmanın Türkiye sermayesi açısından imkanı yok. Ayrıca tüm bu kısıtlamaların zorlayıcı bir yönü olmadığı için de Türkiye istediği fon desteğine kavuşunca itirazlarına son verdi. Bu sayede hükümet bir yandan ülkedeki aşırı hava olayları kaynaklı yıkımı iklim değişimine bağlarken öbür yandan Paris anlaşması dışında kalma çelişkisinden de kurtulmuş oldu.
Tüm bunların yanında Türkiye, kamuoyunda çok az destek bulan nükleer santral yapımını da Paris Anlaşması üzerinden meşrulaştırmayı deneyebilir.
Türkiye’nin taahhütleri neler?
Türkiye’nin BM Sekreteryası’na sunulan Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nda, 2012 yılında 430 milyon ton olan toplam sera gazı emisyonlarının, eğer hiç önlem alınmazsa 2030’da 1 milyar 175 tona çıkacağını belirtti ve tahmin üzerinden sera gazı salımını 929 milyon tonda tutacağını taahhüt etti. Bu da artış beklentisinden %21 azaltma anlamına geliyor.
Bu tamamen keyfi olarak belirlenmiş olan yüksek büyüme beklentisine dayanan bir karbon artış tahmini. Bu abartılmış büyüme beklentisi üzerinden azaltım yapacağını duyurdu Türkiye. TÜİK’in 2019 yılında 506,1 milyon ton sera gazı salımı yapıldığı verisini dikkate alırsak gerçeklerle açıklanan hedef arasındaki uçurumun büyüklüğünü görmek mümkün. Yani Türkiye sera gazı emisyonlarını azaltma taahhüdü vermedi, iki katından fazla artırabileceğini söylemiş oldu.
Bu gidişe bakılırsa Türkiye hiçbir şey yapmamasına rağmen 2015’de belirlediği hedefleri tutturabiliyor. Hatta Türkiye “%21 azaltacağız demiştik ama %30-40 azalttık” dahi diyebilir. Üstelik bunu hiçbir termik santralini kapamadan yapabiliyor.
Türkiye’nin aslında COP26’da gerçekçi hedefler üzerinden taahhütlerini güncellemesi ve bu hedeflere nasıl ulaşacağına dair somut bir plan ortaya koyması gerekiyor ama bu konuda henüz kesinleşmiş bir planı bulunmuyor.
COP değil, Paris değil, tek yol mücadele
Kasım’da İskoçya’nın başkenti Glasgow’da başlayacak ve iki hafta sürecek olan zirvede daha şimdiden dünyanın ihtiyacı olan kararların alınmayacağı açıklanıyor.
Dünyanın en büyük ikinci büyük sera gazı salımı yapan ülkesi Çin, Avustralya-ABD-Birleşik Krallık arasında yapılan nükleer denizaltı anlaşması nedeniyle zirveye katılmayabilir. Bu, zirvenin baştan çökmesi anlamına geliyor.
BM’nin geçen ay yayımladığı İklim Değişikliği Sentez raporuna göre, hükümetlerin 2020’nin başından beri ortaya koyduğu yeni ve 2015 yılına göre çok daha radikal karbon salımı azaltım planlarına rağmen, küresel emisyonlar 2030 itibarıyla 2010 seviyelerine göre %16 artacak.
Guardian gazetesine mülakat veren zirveyi örgütlemekle görevli olan yetkililer ise COP26 zirvesinden emisyon hedefleri konusunda fazla bir beklenti içinde olunmaması gerektiğini söylediler.
Yani zirveden Greta Thunberg’in deyimiyle “bla bla bla” başka bir deyişle boş laflar çıkacak. Bu nedenle 6 Kasım’da Glasgow’da, tüm dünyada ve Türkiye’de de sistem değişikliği talep edenler eylemler için sokaklarda olacak.
İstanbul’daki eylemlerin henüz programı açıklanmadı ama ön toplantıları başladı. Yakın zamanda program açıklanacak ve https://www.gezegenicin.org/ sayfasından duyurulacak.
İklim krizini durdurmak için hangi hükümetin hangi anlaşma metnini imzaladığından daha çok sokaktaki mücadelenin yaygınlığı ve kararlılığı önemli. İktidarları Paris anlaşması gibi metinlere imza atmaya zorlayan da sokaktaki mücadelenin gücü. Sokakta ne kadar kalabalık olursak ve iklim krizini durdurmak için süren mücadeleler ne kadar yaygın olursa “Yalan söylemeyin, oyalamayın, harekete geçin!” diyen aktivistlerin sayısı ne kadar çoğalırsa o kadar etkili sonuçlar elde edebiliriz.
Herkesi 6-12 Kasım’da Glasgow’da COP26 zirvesini protesto edenlerle birlikte harekete geçmeye çağırıyoruz. Geç kalınsa da iktidarın iklim anlaşmasını imzalaması iklim krizine karşı mücadele denlerin başarısıdır. Daha kalıcı kazanımlar elde etmenin yolu da mücadeleyi büyütmek.
Biz iklimi değil sistemi kökten değiştir demeye devam edeceğiz.
Antikapitalistler