Çevrenin “altın” dönemi: Nükleer çılgınlık

01.12.2020 - 17:03
Haberi paylaş

AKP iktidarıyla geçen 18 yılda yaşanan çevre yıkımını ele alan yazı dizimizin dördüncü makalesinde Onur Korkmaz, çoğunluğun istememesine rağmen dayatılan nükleer santralları yazdı.

Yazı dizisinin önceki yazılarında bulabileceğiniz gibi orman, maden ve HES politikalarıyla altını üstüne getirilmiş Türkiye’de, 18 yılda iki nükleer santral inşaatına başlandı, biri de yolda. Erdoğan’ın "Türkiye çevre bakımından altın dönemini son 18 yılda yaşamıştır” sözleriyle yeşile boyansa da çevre yıkımının altın dönemi yazmakla bitmiyor, boyamakla kapanmıyor.

Türkiye’de Çernobil’den, Fukuşima’dan hiç ibret alınmamış ki pervasızca nükleer santral inşa ediliyor. İşine geldiği her fırsatta “bakın gelişmiş ülkeler böyle yapıyor” denilen Türkiye’de, işine gelmeyince “eyyy…” de diyemeyeceği bu konuda gelişmiş ülkelerin ne yaptığıyla pek ilgilenilmiyor. Fukuşima Faciasından sonra 2022’ye kadar bütün Nükleer Santrallerini kapatma hedefi olan Almanya’yı örnek de almıyor. Almanya 17 olan nükleer sayısını 6’ya düşürmüş durumda. 2006 öncesinde enerji ihtiyacının yüzde 30’dan fazlasını nükleerden karşılayan ülkede şu anda bu oran yüzde 10 civarına düşmüş durumda. Kalıcı olarak kapatılan santrallerin ürettiği enerjinin neredeyse iki katını üretecek kadar rüzgâr ve güneş enerjisi santrali kurmuş durumda.

Nükleer santrallerin zararları

Nükleer Santraller karbon salımı yapmamasından dolayı kimi çevrelerce yeşil enerji gibi gösterilmeye çalışılmakta. Çekirdek erimesi, sızıntı gibi tehlikelerini bir yana bırakalım, oluşan radyoaktif atıkların yönetimindeki en ufak hatanın nelere yol açabileceğini gelin birlikte düşünmeye çalışalım.

Nükleer santral atıklarını yüksek, orta ve düşük dereceli radyoaktif diye üç sınıfa ayırabiliriz. Düşük dereceli radyoaktif atıklar santralde çalışanların giydiği koruyucu elbiseler, temizlik malzemeleri ve bunun gibi neredeyse radyoaktif ürünler ile temas etmeyen malzemeleri kapsamaktadır. Orta derece ise dolaylı veya doğrudan temas eden donanımların tümünü kapsamaktadır. Yüksek dereceliler yüksek ışınıma sahip radyoaktif atıkların tümünü kapsar. Reaktör kabı, reaktör ile ısı eşanjörü arasında kullanılan iletim boruları, ısı eşanjörü, bakım malzemeleri bu sınıfta değerlendirilir, fakat asıl önemlisi  kullanılan yakıt çubuklarıdır. 1000 megavatlık reaktör yılda yaklaşık 30 ton atık yakıt üretir. Bu radyoaktif atıklardaki radyoaktivite, 10 yarım ömürden sonra, ilk baştakinin yaklaşık binde birine yani kabul edilebilir düzeye iner. İçinde uranyum, plütonyum, sezyum, stronsiyum ve neptünyum bulunan bu atıkların yarı ömürlerine bir göz gezdirelim. Önemli fisyon ürünleri stronsiyum 90 ve sezyum 137'nin yarı ömürleri 30 yıl kadardır. Plütonyum 239'un yarı ömrü 24 bin yıl, neptünyum 237'nin ise 2.1 milyon yıldır. Zerresinin solunması durumunda bile bir kaç yıl içinde kanserden ölüme neden olacak plütonyum ve diğer atıkların en ufak sızıntı durumunda toprağa, suya karışmasıyla tüm canlı hayatı tehlikeye atılmış olur. 

Nükleer santrallerin tehlikesi

En ufak hata yahut beklenmedik durumda toplu imha silahına dönüşen nükleer santrallerin tehlikesini anlamak için tarihteki kazalara bakmak gerek. 10’larca kazanın sadece bir kaçına göz atsak bile durumun ciddiyeti anlaşılacaktır. 

Rusya Kiştim’de bulunan plütonyum zenginleştirme merkezinde 1957 yılında yaşanan kazada 70-80 ton yüksek radyoaktif içerikli madde açığa çıktı ve binlerce kilometrekarelik alan yüksek dozda kirlendi. 70'lere kadar gizlenmiş olan kazada 30 kadar yerleşim birimi yok oldu. 1992'de Sovyet Sağlık Bakanlığı Biyofizik Enstitüsünün yaptığı araştırmada, kaza sebebiyle 32 yıl içinde 8.015 kişinin öldüğü söylendi. Yine aynı yıl İngiltere'de Windscale Santralinde yangın çıktı. Yangının ardından yayılan radyasyon 500 kilometre mesafe içinde bulunan sütlerin bozulmasına sebep oldu. Bütün süreci sansürleyen İngiliz hükümeti 1983’de 200 kişinin radyasyon kaynaklı kanser olduğunu, bunların yarısının hayatını kaybettiğini açıkladı. 1979’da ABD’de Three Mile Adası’nda reaktör erimesi meydana geldi. Yetkililer sızıntıdan kimsenin zarar görmediğini iddia etti. 

Bugünkü Ukrayna’da bulunan Çernobil Santrali, 26 Nisan 1986’da nükleer felakete sebep oldu. Reaktör sistem testi sırasında güçte ani artış reaktörün 4. ünitesini yıkan patlama ve yangına neden oldu. Çevreye yoğun miktarda radyasyon salınımı oldu, radyasyon Sovyetler Birliği’nin batı kesimine ve Avrupa’ya yayıldı. İngiltere'de Çernobilden yayılan radyasyon nedeni ile hayvanların otlatılması yasaklandı, o kadar radyasyon yayıldı. Türkiye’de Anavatan Partisinden Sanayii Bakanı Cahit Aral kaza sonrası “Türkiye’de radyasyon var diyen dinsizdir...Radyasyon yok, çayınızı korkmadan için dedi.”  Çıkan yangın aşırı ölçüde radyoaktif salınıma katkıda bulundu, 7. Seviyedeki kazanın sonuçları da ağır oldu.

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun raporuna göre 2008 yılına kadar Çernobil kazasından yüksek dozda radyasyona maruz kalan 4 bin kişiden 64'ü radyasyon sonucu öldü. Kazadan kısa süre sonra ölen 50 acil müdahale işçisinin ölümleri ile radyasyona bağlı olarak Tiroid kanserleri ve diğer kanserlerden dolayı ölenler birleştirildiğinde, ölenlerin sayısı 3940 oldu. Avrupa Yeşiller Partisi 2006 yılında yaptırdığı TORCH raporunda 2064’e kadar kaza nedeniyle kansere yakalanan kişi miktarının 60 bin olacağını ve 30 bin insanın kanser nedeniyle öleceğini öngördüğünü belirtti. Greenpeace ise 200 binden fazla kişinin kaza nedeniyle kansere yakalanacağını açıkladı.

11 Mart 2011’de Japonya'nın doğu kıyısında 9 şiddetinde tsunami yaratan bir deprem oldu. Deprem ve tsunami Japonya’nın Kuzeydoğu kıyısında olan Fukushima Daiichi Nükleer Enerji Santralinde hasar oluşturdu. Deprem reaktörlerin dış güç kaynaklarını kesildi. Yedek jeneratörler çalışmadı ve reaktörün soğutma sistemi durdu. Reaktör çekirdeğinde aşırı ısınan yakıt 12, 14 ve 15 Mart’ta reaktör binalarının üçünde ciddi hasara yol açan hidrojen patlamalarına neden oldu. Bunun sonucunda çevrede oturan 500 bine yakın kişi evlerinden boşaltıldı. Radyasyon Avrupa’ya kadar ulaştı. Radyasyon nedeni ile doğrudan ölen olmadı. Burada çalışan işçilerde kanser riski oldukça yüksek. Dünya Sağlık Örgütü tarafından nükleer kazayla direk bağlantısı kurulan tiroit kanseri, Fukushima hastanesi kayıtlarına göre çocuklarda 500 kat arttı, yetişkinlerde ise 29 kat arttı. Fukuşimanın yarattığı vahameti görmek için henüz erken olduğu söyleniyor.

Türkiye’de nükleer

Türkiye’de ilk nükleer çalışma 1962’de İstanbul’da Küçükçekmece Gölü kıyısında kurulan 1 megavatlık araştırma reaktörü ile başladı. Nükleer santrallerle ilgili ilk etütler 1967-1970 yılları arasında yapıldı. Türkiye yukarıda anlattığım ve bunun birkaç katı daha olan hiçbir felaketten ders çıkarmamış olacak ki son 10 yılda 2 nükleer santral inşaatına başladı. Bir diğerine de karar verdi. Akkuyu, Sinop santral inşaatı sürerken üçüncü nükleer santrali İğneada’ya o canım langoz ormanın içine yapmaya karar verdi. Erdoğan’ın dediği gibi öyle 18 yıllık altın çağa da ihtiyaç yok, bunların hepsi 10 yılda gerçekleşti. Hem de son 10 yılda güneş enerjisinin maliyetinin yüzde 89, rüzgâr enerjisinin maliyetinin yüzde 70 azaldığı, fakat nükleer enerji maliyetlerinin yüzde 26 artmış olduğu şartlarda.

‘Akkuyu’ Faciaya Açık Davetiye

Akkuyu Nükleer Santrali’ne 1976’da yer lisansı verildiği gün başlayan direniş 44 yıldır sürüyor. İhale, Çernobil faciası yaşanana kadar çeşitli nedenlerle iptal oldu. Çernobil’in ardından proje üç yıl kadar askıya alındı. 1989’da Arjantin’le görüşmelere başlandı. Belediyenin de destek verdiği eylemlerle 1991’de tekrar askıya alınan proje 1993’te yatırım planına alındı. İstanbul’da, Mersin’de, Ankara'da yapılan kongreler, eylemler sonrası 170 bin nükleer karşıtı imza toplandı. 2000 yılına kadar süren mücadeleler sayesinde proje tekrar askıya alındı.

AKP iktidarıyla beraber Sinop'ta nükleer konuşulmaya başlasa da önceden ruhsatlı Akkuyu tekrar gündeme geldi. 2008’de tekrar ihale açıldı ama katılım eksikliğinden iptal oldu.  2010 yılında Rusya ile anlaşma yapıldı. 2015’de başlayan inşaat, mahkemenin yer lisansı iptali ve ÇED olumsuz raporuna rağmen hız kesmeden devam ediyor. 4 reaktörden oluşan santralin, 4 bin 800 megavatlık ilk reaktörünün inşaatı tamamlanmak üzere. Santral yılda 150 tona yakın yüksek radyasyonlu atık üretecek. Türkiye'nin güneş enerjisi potansiyeli en yüksek yerlerinden biri olan Akkuyu’da 35 Hektar alana kurulan santral alanına güneş paneli kurulması durumunda 5 bin 500 megavatlık bir güneş enerjisi santrali inşa etmek mümkün. 

Temelinde iki kez çatlak oluşan santral korku saçmaya devam ediyor, aktivistlerin mücadelesi sürüyor. Akkuyu Nükleer Santrali’nde çalışan mühendisler zemindeki çatlakların nedeninin mevcut zeminin kendi kendini taşıyamaması olduğunu söylüyor. Temelin deniz suyu ile dolu olduğunu anlatıyorlar, inşaatı yapanların nükleer santral değil de bir apartman yapıyor gibi hareket ettiğini ve denetim yapılmadığını söylüyorlar. 

Sinop ÇED Raporu Usulsüz

Türkiye'nin rüzgâr enerjisi potansiyeli en yüksek olan yerlerden biri olan Sinop'a yapılacak nükleer santral projesi ilk kez Akkuyu Santralinin yapımından önce gündeme geldi.2013’de imzalanan antlaşmayla 2017’de inşaatına başlandı. ÇED süreci kapsamında gerçekleştirilmesi gereken halkın katılımı toplantısı Sinop halkının itirazlarına rağmen yapılmış sayıldı. 2019 yılının Aralık ayında Ankara’da yapılan değerlendirme toplantısına, Sinop’tan katılan sivil toplum örgütleri alınmadı. ÇED raporunun iptali için hukuksal süreç devam ediyor. Bugüne kadar yapımında 1 milyon ağacın kesildiği proje hem karadaki hem de denizdeki ekosistemi mahvedecek.

“İğneada’ya Bırakın Santrali, Çivi Çakılmamalı”

Trakya’ya nükleer santral yapılması, dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız tarafından 2011’de gündeme getirildi. Bir sonraki Bakan Ali Rıza Alaboyun 2015’de görev yaptığı üç aylık sürede üçüncü nükleer santralin İğneada'ya planlandığını duyurdu. Trakya'nın Karadeniz sahilindeki Kırklareli’ne bağlı İğneada, 3155 hektarlık Longoz (subasar) ormanı ile tanınıyor. Longoz Ormanları Milli Parkı, dünyadaki üç longoz ormanından biri. Diğer ikisi Amazon ve Afrika Kongo Havzasında bulunuyor. Türkiye’de biyoçeşitliliğin en fazla olduğu longoz ormanlarına bırakın santral yapmayı çivi çakmak dahi insanlık suçu olarak değerlendirilmeli.

Kadmiyum, cıva, kurşun gibi ağır toksik atıkların yönetimini bile yapamayan Türkiye'de fütursuzca, denetimsiz şekilde inşa edilen nükleer santrallerin açılması oldukça endişe verici. Nükleer santraller henüz Türkiye’de faaliyete geçmedi ama inşa aşamasında da çevresel yıkımlara yol açtı. İşletmeye geçmesi halinde çevresel yıkımı artacak ve sürekli büyük bir tehdit olacak. Nükleer santraller için “Bir kaza olma ihtimali her zaman vardır, kaza olma halinde ise olumsuz sonuçları sonsuzdur” denir. Bu sonsuz olumsuz sonuçlarla karşılaşmamak için Türkiye’de yıllardan beri nükleer santrallere karşı mücadele verilmekte. Hükümet ısrarlı olsa da mücadele edenler yaptırmamakta ısrarlı.

Bültene kayıt ol