5 soruda 28 Şubat darbesi

28.02.2021 - 11:57
Haberi paylaş

28  Şubat darbesinin 24. yılında darbe süreci ve yakın türkiye tarihi ile ilgili Şenol Karakaş ile konuştuk.

1- 28 Şubat sürecinde ne olmuştu?

28 Şubat tam bir darbeydi, amacına ulaşan bir darbeydi üstelik. Ordunun; halkın oylarıyla seçilmiş iktidarın tasarruflarını denetleme, kısıtlama ve daha da ileri giderek engelleme girişimidir 28 Şubat. Generallerin Necmettin Erbakan’ın başbakan, Tansu Çiller’in başbakan yardımcısı olduğu 54. hükümeti yıkma girişimiydi. Ve yıktılar. 

Milli Güvenlik Kurulu 28 Şubat 1997’de olağanüstü toplantı yaptı, bir dizi tavsiye kararı aldı. Kararların esasını, hükümetin laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği vurgusuna bağlı olarak “laikliği koruma” maskesi altında İslamcı kadroların siyasal alandan tasfiye edilmesi oluşturuyordu. 28 Şubat MGK kararlarının hemen arkasından Mayıs ayında Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş dönemin iktidar partisi olan Refah Partisi’ne “Ülkeyi iç savaşa sürüklediği” gerekçesiyle kapatma davası açtı. 1997 yılının Haziran ayında ise Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığı'na çağrıldılar, burada kendilerine askerler tarafından fırça atıldı, brifing verildi. 

Aynı dönemde cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in de devreye girmesiyle, Erbakan hükümeti 18 Haziran 1997’de istifa etti. Demirel geleneksel iki yüzlülüğüyle, askeri darbelerin topluma pahalı bir bedel ödettiğini ilan ederek, 28 Şubat generallerini desteklemiş ve “aman darbe olmasın” diyerek hükümete karşı darbenin yanında yer almıştır. Bununla da kalmamış, Erbakan’ın istifasından sonra hükümet kurma görevini mecliste çoğunluk açısında ikinci sırada bulunan Çiller’in Doğru Yol Partisi’ne değil, Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a vermiştir. 

Sadece refah Partisi değil, devamı olarak kurulan Fazilet Partisi de kapatıldı. Recep Tayyip Erdoğan, o dönemde Siirt’te bir mitingde okuduğu şiir nedeniyle hapis cezasına çarptırıldı. Öğrencilerin okullara başörtüsüyle girmesi yasaklandı. Demirel, darbeden yaklaşık on yıl sonra, hâlâ başörtüsü yasaklarını savunuyordu. Bir televizyon programında, “İlle başı bağlı okumak istiyorsan, başı bağlı olarak okunabilen yerler var, oraya git. Arabistan'da falan öyle yerler vardır, oraya gidin, orada okuyun! Türkiye laiklikten vazgeçemez. Herkes aklını başına toplasın” diyebiliyordu. 

2- Darbenin arkasındaki dinamik neydi?

Kuşkusuz darbeci generaller, bu generallerin kurduğu “Batı Çalışma Grubu” adlı organizasyon, ordu liderliğinin darbeler geleneğinden aldığı güçle yani 12 Eylül’le pekişmiş olan özgüveni ve siyasal alanı istediği gibi belirleyebileceğini düşünmesiydi. 281 vali ve kaymakam irtica gerekçesiyle soruşturuldu, 27 vakıf aynı gerekçeyle kapatıldı. 1997-2001 yılları arasında kılık-kıyafet nedeniyle 33 binden fazla öğretmen soruşturuldu, 1635 TSK personeli irticai faaliyetleri nedeniyle TSK’dan atıldı, ama en önemlisi yaklaşık 6 milyon kişi 28 Şubat öncesinde ve sonrasında fişlendi. 

28 Şubat’tan önce Sincan’da tankların dolaşmasını “Demokrasiye balans ayarı verdik” diye yorumlayan General Çevik Bir ve “28 Şubat bin yıl sürer” diyen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu gibi isimler Susurluk Kazası’nda açığa çıkan devlet-mafya-kontrgerilla ilişkilerine karşı toplumda yükselen öfkeyi de değerlendirmesini bildiler. Derin devlet ilişkilerine karşı öfke, darbecilerin süreci laik/dindar bölünmesini derinleştiren müdahalesiyle doğrudan Erbakan ve onun temsil ettiği siyasal çizgiyle bir mücadeleymiş gibi yansıtıldı. 

Milyonlarca insanı fişleyen ve bunun için kendi içlerinde yasadışı örgütlenmeler kuran askerler, derin devlete karşı kamuoyunun en dinamik kesimi gibi öne çıktılar. Sermaye çevreleri, Refah Partisi dışında kalan siyasal alanda örgütlü güçlerin kahir ekseriyeti, yargı kurumu, cumhurbaşkanlığı kurumu, medyanın büyük çoğunluğu, üniversiteler, Anavatan partisi, DSP liderliği, 1994 seçimlerinde İstanbul ve Ankara belediyesini İslamcı gelenekten gelen bir partinin kazanması nedeniyle şok yaşayan odaklar, “laikliğin zedelendiği” propagandasıyla darbe programının destekçisi oldular.  

3- 28 Şubat hedeflerine ulaştı mı?

Bu sorunun kestirme bir yanıtı yok. Darbeciler ilk bakışta hedeflerine ulaştı gibi görünseler de bugün tüm aklama çabalarına rağmen nefretle anılıyorlar. Ama öte yandan o dönem 28 Şubatı destekleyen bazı isimler bugün iktidarın yanında. Darbeciler Erdoğan’ın da liderleri arasında olduğu siyasal geleneği kısa vadede baskı altına alsalar da uzun vadede başarısız oldular. Aslında başarısızlıkları, Refah Partisi’nin kapatılmasından hemen sonra kurulan Fazilet Partisi’nin ilk seçimlerde 111 milletvekili çıkartabilmiş olmasında görülüyor. Ya da bir şiir okudu diye hapsettikleri Erdoğan’ın bugün tüm siyasal gücü kendi ellerinde toparlamış olmasında da. Bu açıdan başarısızlar. 

Bu askerler yargılandılar, cezalar aldılar, daha sonra birçok benzeri mahkeme süreci gibi 28 Şubat darbecilerinin yargılanması da şüpheli hale getirilse de hiçbir meşrulukları kalmadı. “Darbe bin yıl sürecek” diyenler on yıl içinde tasfiye oldular. Başörtüsü yasağında ağır bir mağlubiyet aldılar. Fakat darbecilerin otoriter, özgürlükleri askıya alan, toplumu kutuplaştıran, insanları düşmanlaştıran, fişleyen geleneklerinin yaşadığı gün gibi ortada.

4- Bu ne anlama geliyor?

28 Şubat, 12 Eylül darbesinin ardından çeşitli toplumsal kesimlerin hareketlenmesine, dönemin siyasi mimarisinin yok saydığı dinamikleri görmezden gelmenin artık mümkün olamayacağı kadar kıpır kıpır bir hale gelmesine karşı geleneksel, darbeci bir devlet refleksiydi. Bu hareketlenme sosyal yaşamın her yanında kendisini hissettiriyordu. Kadın özgürlüğü mücadelesi, işçi grevleri, solun kıpırdaması, Ermeni sorununun tartışılmaya başlaması, LGBTİ+’ların seslerini yükseltmeye başlaması, 12 Eylül rejiminin baskılarına karşı özgürlük isteyenlerin, öğrencilerin tepkilerinin büyümesi. 

Ama en önemlisi, o dönemde belirleyici olan Kürt halkının mücadelesinin yığınsallaşması, parlamentonun sınırlarını zorlamaya başlaması ve siyasal İslamcı geleneğin kitlesel sıçramalar yaratarak egemen sınıfın ve devletin merkezi üzerinde şok dalgaları yaratmasıydı. Buna, Susurluk’ta açığa çıkan yozlaşma ve bu yozlaşmaya karşı büyüyen tepki de eklenince hem bu tepkilerin yan yana gelmesini engellemek için hem de öncelikli tehlikeyi bertaraf etmek için devreye 28 Şubat darbesi girdi. 

Darbe günlerinin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın “İrtica, PKK'dan daha tehlikeli' açıklaması ordunun hangi fay hatlarındaki hareketlenmeye hassas olduğunu gösteriyor. 28 Şubat’tan sonra sert bir sınıf mücadelesi yaşandı, devlet içindeki çatışmalar da sertleşti. 28 Şubat’ta yarım kalan iş, 27 Nisan 2007’deki darbe girişimiyle tamamlanmak istendi. Kürt partileri her defasında kapatıldı, AKP hakkında da kapatılma davası açıldı, AKP iktidarının ilk gününden itibaren “post-modern darbeciler” darbe örgütlenmesine devam ettiler. 

Aynı anda, 28 Şubat darbesini açık açık destekleyen Fethullahçı darbeciler de tüm gelişmelerin içinde çok daha rahat bir örgütlenme alanı buldular. Bu darbeci girişimlerin siyasal alan üzerindeki basıncı, 15 Temmuz darbe girişimiyle patlama noktasına geldi. 15 Temmuz darbesi, yıllara yayılan darbe karşıtı mücadelenin yarattığı birikimle sokaklara çıkan halk kesimleri tarafından püskürtüldü. Yenildi. İktidar, bir ay boyunca demokrasi mitingleri, meydan buluşmaları kararı aldı. 

Fakat kısa sürede bu buluşmalar, “yerli-milli” bir devlet ittifakının propagandasının yapıldığı, yeni bir kuruluş ideolojisinin ham fikirlerinin işlendiği, darbe karşıtı mücadelenin milliyetçi bir destan haline getirilerek içinin boşaltıldığı, darbe karşıtlığından devlet güzellemesinin çıkartıldığı bir siyasal iklime dönüştürüldü. Darbe karşıtı kitlesel iklim, aşırı sağcı, otoriter, özgürlükleri budamak için elinden geleni yapan, Kürt sorunun diyalog yöntemiyle ele alınmasına her hücresiyle karşı çıkan, devlette aşırı bir merkezileşmeyle hem darbecilerin yarattığı zararı tamir eden hem de bu tamiri tüm özgürlükler mücadelelerini tehlikeli girişimler olarak kodlayan bir siyasal sürecin örgütlenmesi şeklinde gerçekleşti.

5- “28 Şubat bir daha asla!” diyenler pişman mı olmalı, söylediklerinizden bunu çıkartabilir miyiz?

Asla böyle bir sonuç çıkmaz. Biz her darbe girişimine sonuna kadar karşı çıktık, bir darbe girişimine karşı çıkmakla girişim sonrası siyasal gelişmeler birbirinden farklı şeylerdir. Biz Erdoğan’ın hapsedilmesine, hemen o gün karşı çıktık. “O bizi savunmaz, ama biz Erdoğan’ın hapsedilmesine karşıyız” dedik, 28 Şubat darbesine de “Darbeye geçit yok!” diyerek, hemen o gün karşı çıktık. Öğrenci arkadaşlarımız okul kapılarında başörtülü öğrencilerin okullara alınmasının engellenmesine karşı eylemlere katıldı. Bu eylemlere devlet çok sert saldırdı. 

Erdoğan’ın bugünkü iktidarının zeminin nasıl yaratıldığını merak mı ediyorsunuz? O zaman 28 Şubat darbecilerine daha yakından bakmak zorundasınız. 2007-2008’de işçi sendikaları özellikle sağlıkta dönüşüm yasasına karşı doğrudan Erdoğan’ı hedef alan eylemler düzenlerken Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı AKP’nin kapatılmasını, Erdoğan ve Abdullah Gül dahil onlarca yöneticisinin siyasi yasaklı olmasını hedefleyen davayı başlatmıştı. Bu dava, işçi hareketinin gündemini radikal bir şekilde bozdu, değiştirdi. 

Erdoğan’ın bugünkü iktidarı, her şeyden çok, Kemalist-darbeci odakların, devletin geleneksel kesimlerinin İslamcı gelenekten gelen siyasilere yönelik devlet baskısının ve toplumun yoksul, inançlı kesimleri üzerinde sürdürdüğü eş zamanlı dışlamanın ürünüdür. Sol, bir yandan bu dışlamaya, bu baskıya karşı çıkmak, aynı anda darbeci geleneği yenmek ve yoksul kitlelere antikapitalist bir alternatifi önerebilmek zorundaydı. 

Darbeler, darbe girişimleri sonrası bir aşamada devletin geleneksel kanatlarıyla siyasal İslamcı gelenek ittifak kurdu. 2015 seçimlerinden beri, beka kaygısı öne sürülerek gün be gün inşa edilen bu ittifak, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha hızlı örgütlendi. 28 Şubat’ın ikna odalarını savunanlar o günlerin mağdurlarıyla el ele vererek kutuplaşmanın odağını değiştirdiler. Şimdi, yukarıda özetlemeye çalıştığım özgürlük mücadelesi veren kesimler üzerinde, birlikte görülmemiş bir baskı uyguluyorlar. 

Özetle, laiklik lehinde dindarları hedef tahtasına alarak toplumun tüm özgürlük isteyen kesimlerini bölen, paralize eden kutuplaştırma döneminden, laiklerin bir kesimiyle dindarların bir kesiminin lehine toplumun özgürlük isteyen tüm kesimlerini hedef tahtasına alan başka bir döneme geçtik.  Askeri vesayet dönemi, bir dizi darbe girişiminden sonra tetiklediği gelişmelerle aşırı sağın desteğini alan otoriter bir siyasal rejime yerini bıraktı. 28 Şubat’ta darbelere karşı özgürlük mücadelesi verenler, bugün otoriter yönetime karşı özgürlük mücadelesi vermeye devam ediyorlar. 

Bültene kayıt ol