Günümüzde faşizm ve antifaşist mücadele

İngiltere’de mücadele eden Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) önde gelen üyelerinden Joseph Choonara, 9-11 Mayıs tarihlerinde DSİP tarafından düzenlenen Marksizm 2025 kapsamında yapılan “Dünyada ve Türkiye’de aşırı sağa karşı mücadele: Meloni, Le Pen, Trump, Modi” toplantısındaki konuşmacılardan biriydi. Bu toplantıda yaptığı sunum.

 

İlk olarak, tüm dost ve yoldaşlara Britanya’daki Sosyalist İşçi Partisi’nden selamlar. Hepimiz ana akım siyasetin temellerini yok eden ve aşırı sağ hareketlere alan açan kapitalizmin uzun krizini tartışıyoruz. Donald Trump’ın yeniden seçilmesi bu iki olguyu da hızlandıracak, yani bu bir yandan kapitalizmin krizini derinleştirecek diğer yandan ise Trump’ın kendisi de küresel aşırı sağın önde gelen figürlerinden biri olarak davranıyor. Önceki konuşmacının da değindiği gibi küresel aşırı sağ farklı biçimler alıyor ve ben de gelişen aşırı sağın üç ana biçiminden bahsetmek istiyorum.

İlk olarak iki savaş arası dönemdeki klasik faşist hareketlere oldukça benzeyen faşist hareketler var. Bunlara örnek olarak, Amerika’da ve özellikle Amerika’yı Yeniden Büyük Yap (MAGA) hareketinde görülen Neo-Nazi çeteler verilebilir. Yunanistan’daki Altın Şafak’a benzeyen yapılanmalar da bunlara benziyordu. Britanya’da hala ciddi faşist örgütlenmeler var ve bunlar geçen yaz Müslümanlara ve mülteci merkezlerine karşı bir dizi pogrom gerçekleştirmeye çalıştılar. Aşırı sağın bu akımları, devletin dışında kitlesel karşı devrimci hareketler inşa etmeye çalışıyorlar. Klasik faşist hareketlerde olduğu gibi onlar da kapitalizmin çılgına çevirdiği orta sınıf unsurları temel alıyorlar. Küreselleşmeye ve bazen de şirketlerin gücüne karşı çıkan bir söylem kullanıyorlar. Ayrıca işçi sınıfı hareketine ve sola da karşılar. Destekçilerini bir araya getirmek için şiddeti öne çıkaran ırkçı bir dil kullanıyor, kadınları ve azınlıklara karşı tahakkümcü ve Yahudi düşmanı söylemlere başvuruyorlar. Bence bu hareketlerden pek çoğunun stratejisi hala krizi kullanarak kendilerini büyük sermayeye bir alternatif, direnişi un ufak edecek bir araç olarak sunmak. Ancak bugün dünya genelinde geliştiğini gördüğümüz aşırı sağ biçimi bu biçim değil.

Klasik faşist hareketler bir yandan seçimleri kullanırken, bir yandan sokak hareketleri inşa ettiler. Ancak 1970’lerden sonra giderek artan ölçüde görülen şuydu; en önemli faşist hareketlerin çoğu asıl olarak seçimlere odaklandılar. Bu hareketlerde çoğu zaman faşist fikirlerini koruyan bir insan grubu çekirdeği olsa da onlar seçimlere katılan saygıdeğer partiler gibi görünmeye çalıştılar. Fransa’daki Ulusal Birlik partisi ile İtalya’da Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri partisi bu tür örnek verilebilir. Bu partiler seçimler kanalını destek kazanmak için kullanırlar ve devletin bazı kurumlarını kontrol ettiklerinde, aşırı sağ ve faşist hareketlerin büyüyebileceği bir iklim yaratmaya çalışırlar.

Bugün gördüğümüz aşırı sağ hareketlerin üçüncü türü, açık faşist bir stratejiye sahip olmayanlar. Bunlar seçimlerde başarı sağlamak ve kendilerine bir taban yaratmak için faşizmle aynı retoriği kullanan ırkçı otoriterler. Bu türden partilere örnek olarak ise Britanya’daki Birleşik Krallık Reform Partisi (Reform UK) verilebilir. Bu görece yeni parti geçtiğimiz hafta yapılan yerel seçimleri kazandı. Müslümanlara ve göçmenlere olan saldırıları onların kulağa faşist gibi gelmesine neden oluyor ama parti içindeki faşistler kendilerini açığa vurduklarında onları partiden ihraç ediyorlar. Aşırı sağ siyasetin bu akımı Donald Trump, Bolsonaro ve Hindistan Başbakanı Modi gibi figürleri de kapsıyor.

Aşırı sağın farklı biçimlerinden oluşan bu resim aslında bundan bile karmaşık. İlk olarak, farklı biçimleri bir arada barındıran pek çok melez yapılanma var. Örneğin Almanya’daki Almanya için Alternatif (AfD) partisini ele alalım. Bu parti başlangıçta faşist bir kanadı olan, ama ana akım milliyetçi muhafazakarların da olduğu bir partiydi. Zamanla giderek daha faşist bir pozisyona doğru kaydı. Benzer şekilde eğer Amerika’daki MAGA hareketine bakarsak, olukça ana akım Cumhuriyetçi Parti sağından, Neo-Nazi çetelere uzanan çok sayıda farklı unsuru barındırdığını görebiliriz. Aşırı sağ içindeki bu farklı akımları ele alırken değinmemiz gereken en önemli nokta, bu farklı akımların birbirini besleyen bir yapısı olabileceğidir. Başka bir ifadeyle atılım yaptıklarında, aşırı sağ dili meşrulaştırır ve hakiki faşist hareketlerin gelişebileceği koşulları yaratırlar.

Bu yakın gelecekte faşist bir diktatörlüğün ortaya çıkacağı anlamına gelmiyor. Egemen sınıfın birçok unsuru bir kumar oynayarak iktidarı faşistlere vermeyi istemez. Ancak kapitalizmin krizinin giderek büyümekte ve derinleşmekte olduğu gerçeğini gördüğümüzde, bir aşamada egemen sınıfın bir alternatif olarak faşizmi görmeyeceğini, devletin buna ihtiyaç duymayacağını da söyleyemeyiz.

Önce faşizme karşı mücadeledeki bazı kötü örnekleri anlatmak, daha sonra da bizim Britanya’da aşırı sağa karşı nasıl mücadele ettiğimizi anlatmak istiyorum. Almanya’da Sahra Wagenknecht’in deneyimi önemli bir vaka. Wagenknecht Sol Parti’nin (Die Linke) önemli liderlerinden biriydi. Bu partiden ayrıldı ve aşırı sağın bazı politikalarını da içeren sol milliyetçi bir ekonomi programı hazırladı. Bu program göçmenlere, translara ve çevre konusundaki düzenlemelere karşı bir ekonomik program. Britanya’da uzun zaman önce İşçi Partisi’nden ayrılan George Galloway de benzer bir program savunuyor. Bernie Sanders bunlara kıyasla çok daha iyiydi. Ancak en son Trump’ın sınır kontrolü uygulamalarına destek verdiğini, bunları doğru bulduğunu açıkladı. Faşizme böyle politikalarla karşı çıkmaya çalışanların temel argümanı şu; faşistlerin tezlerinin bir kısmını onların elinden alırsak, onlarla mücadele edebiliriz. Bu bence baştan sona yanlış bir düşünce. Biz işçi sınıfını birleştirirken egemen sınıfın bazı fikirlerini alıp onunla, işçi sınıfını egemenlere karşı birleştiremeyiz.

Faşizme karşı, faşist yükselişin zeminini oluşturan politikaları uygulayan merkez siyasetin figürleri ile birlikte de mücadele edemezsiniz. Bu yüzden örneğin Trump gibi figürlerin yükselişini Joe Biden, Kamala Harris gibileri durduramaz. Daha iyi taktikler geliştirmek için geçmişten bir şeyler öğrenebiliriz. Bu 1920’lerde ve 1930’larda olanı aynen kopyalayabileceğimiz anlamına gelmez. İşçi hareketinin eskisi kadar güçlü olmadığı, devrimci solun çok daha küçük olduğu tamamen doğru. Ancak o anlayışın taktiklerinden bazı unsurları yaratıcı bir şekilde bugüne uyarlayabiliriz. Bu Lev Troçki’nin, Clara Zetkin’in ve Antonio Gramsci’nin fikirlerini yaratıcı bir şekilde okumak ve onları uygulamaya çalışmak anlamına geliyor.

Taktiklerin son derece önemli olan başlangıç noktası, aşırı sağ hareketlerin çelişkilerle ve gerilimlerle dolu olduğunu görmektir. Onlar ne kadar güç kazanırlarsa, bu gerilimler onların o kadar kutuplaşmasına neden olur. Örneğin klasik faşizmde kendini egemen sınıfa bir araç olarak sunmakla, destekçilerinin isteklerini yerine getirmek arasında bir gerilim vardır. Fransa’daki Ulusal Birlik gibi partilerde saygıdeğerlik peşinde koşmakla, kendi örgütlenmeleri içinde faşist fikirleri inşa etmek arasında bir gerilim bulunur. Seçimlerde bazen sert bir şekilde ırkçılığı savunan aşırı sağ partilerle, bu partilerin daha ılımlı olan destekçilerinin aralarını açmak mümkün olabilir. Britanya’da anti-faşist ve ırkçılık karşıtı örgütlenmeleri inşa ederken bu yaklaşımı kullandık.

1970’lerde Britanya’da Ulusal Cephe adlı faşist hareket karşısında böyle yaptık. Nazi Karşıtı Birliği (Anti-Nazi League) inşa ettik, bu Britanya’da devrimci solun içerisinde olduğu en başarılı ve güçlü hareketlerden biriydi. Baskı gören siyah ve Asyalı halkın faşistlere karşı zaten mücadele ediyor olduğu gerçeğinden hareket ettik. Hem bu mücadeleyi birleştirme hem de işçi sınıfının daha geniş ve daha güçlü kesimlerini de bu kavgaya katma ihtiyacını hissettik. Devrimci sol, bir kitle örgütlenmesi değildi bu yüzden bütün işçi sınıfı hareketini bu mücadeleye çekemezdi. Ancak İşçi Partisi’nin bazı kısımlarını, sendikaları ve başkalarını bizimle birlikte ortak bir mücadeleye ikna edebildik. Yani “faşizme karşı birliği kurun” diyen Lev Troçki’nin geleneğine geri döndük ve bunun ilkeli bir şekilde, devrimci siyasetimizden taviz vermeden yaptık.

Birleşik cephe içerisinde militan taktikleri, örneğin faşistler yürüyüş yapmak istediklerinde faşistlerin karşılarına dikilmeyi ve onlara engel olmayı savunduk. Geçtiğimiz yıl Britanya’da aşırı sağ sokaklara indiği zaman, onları püskürtmek için bu taktiği ve bu tarz bir birliği canlandırdık. Seçim odaklı aşırı sağ örgütlerle ilgili olan faaliyetimizde de değişen duruma adapte olmaya çalıştık. Bu yüzden örneğin bizim içinde yer aldığımız Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk (Stand Up To Racism) kampanyası, geçtiğimiz yerel seçimlerde yüz bin bildiri dağıttı. Üstelik, biz soldaki herkesin söylediğini, yani Reform UK’nin işçi sınıfı karşıtı politikalara sahip olduğunu söylemekle kalmadık. Aynı zamanda onun ırkçı bir örgütlenme olduğuna da işaret ettik. Bu sendikalarda da savunduğumuz bir pozisyon. Birkaç hafta önce öğretmenler sendikası içindeki tartışmayı kazandık ve bu sendika Reform UK’nin ırkçı bir parti olduğunu ilan etti. Yani geçmişten gelen bu taktiklerin bugünkü duruma çok yaratıcı bir şekilde uyarlanması gerekiyor. Yine de Britanya’da bu taktikler aşırı sağın kıta Avrupa’sında gördüğümüz ölçüde bir atılım yapmasını engellemekte başarılı oldu. Yunanistan’daki Sosyalist İşçi Partisi (SEK) Altın Şafak’ı geri püskürtürken aynı taktikleri kullandı. Yine bu taktikler Fransa, Almanya ve başka yerlerde sol tarafından kullanılıyor.

Bugün karşı karşıya olduğumuz bir zorluğa dikkat çekerek bitirmek istiyorum. Bu anti-faşist ve ırkçılık karşıtı mücadelelerin stratejinin sadece yarısını oluşturduğunu söylemenin önemli olduğunu düşünüyorum. Savunmacı stratejiler kadar, ırkçılığın yükselişine yol açan sorunları ele almak da bir zorunluluktur. Bu sorun işçi sınıfı için daha derindir çünkü bugünkü işçiler reformist örgütlenmelere ve ana akım sendikalara eskiden olduğu gibi kendi problemlerini çözecek yer olarak bakmıyorlar. Bu kapitalist siyasetin dağılmasının bu kurumlara muazzam bir basınç uygulamasının ve onları sağa çekmesinin sonucu.

Yani savunmacı mücadeleler kadar, işçi sınıfının direnme ve savaşma kapasitesinin yaratılmasından da bahsetmeliyiz. Bu mücadelelerin tarihine yeniden bakmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. 1930’ları düşündüğümüzde sadece faşizmin yükselişini düşünüyoruz. Oysa bu mücadelede aynı zamanda işçi sınıfı militanlığının patlamaları da var. Buna örnek olarak Fransa’da 1936 yılında yaşanan fabrika işgalleri veya İspanya İç Savaşı’nın bir parçası olarak gerçekleşen mücadeleler verilebilir. Bu mücadelelerin önemi, onların işçi sınıfı iktidarı sorununu ortaya koymalarıdır. Bu nedenle sağa ve faşistlere karşı mücadelenin birliğinin yanında bağımsız devrimci bir akıma da sahip olmalıyız. Kapitalizm tarafından ezilen insanlara yanıt verebilmeliyiz. Elbette bunların hiçbiri kolay olmayacak. Ama eğer küresel bir aşırı sağ ile karşı karşıyaysak, faşizm karşıtlarının ve aşırı sağa karşı savaşanların farklı ülkelerde birbirinden öğrenmesi gerekiyor. Sonuç olarak bugün bu konuları İstanbul’da tartıştığımız için çok memnunum.

Joseph Choonara

son yazıları

Queen tarım işçileri: Toplu sözleşme hakkımız engellenemez
Otoriterleşmeye de savaş çığırtkanlarına da karşıyız
Felaket kapitalizminin yarattığı en acil tehdit: İklim krizi

ilginizi çekebilir

photo_5895512375711354009_y
Queen tarım işçileri: Toplu sözleşme hakkımız engellenemez
GmkvwzYXkAEBP-P
Otoriterleşmeye de savaş çığırtkanlarına da karşıyız
SEI250665199
Felaket kapitalizminin yarattığı en acil tehdit: İklim krizi