Film: Savaş Üstüne Savaş

Filmin ilk ve ikinci yarıları arasındaki tempo ve anlatım farkı oldukça belirgin.

Savaş Üstüne Savaş (Battle After Another) 2025

Senaryo: Paul Thomas Anderson ve Thomas Pynchon

Yönetmen: Paul Thomas Anderson

Paul Thomas Anderson’ın, Thomas Pynchon’ın 1990 tarihli Vineland isimli romanından ilhamla, yazarla birlikte senaryoya dönüştürerek çektiği “Savaş Üstüne Savaş” filmi, Ekim ayının ilk haftasında vizyona girdi. Eleştirmenler tarafından, çekim teknolojisi, müzikleri, şaşırtıcı temposu ve oyunculukları açısından övgüyle karşılanan film hem evrensel hem tipik Amerikan pek çok politik konuya, aksiyon ve kara mizah karışımı bir üslupla yaklaşıyor. Tam da yönetmenin bu anlatım tercihi nedeniyle, 160 dakikanın sonunda sinemadan çıktığınızda, bu yüksek tempolu filmi nasıl yorumlamanız gerektiği konusunda biraz kararsız bir yoğunluk içinde buluyorsunuz kendinizi.

Filmin ilk ve ikinci yarıları arasındaki tempo ve anlatım farkı oldukça belirgin. İlk yarıda, filmin esas olay örgüsüne giden yolun anlatısı yapılırken, ikinci yarısında 16 yıl sonra başlayan bir kaçma-kovalama ve heyecan teması hâkim.

French 75 isimli ABD’li radikal bir grubun, ABD-Meksika sınırında yer alan bir ICE (Amerika Birleşik Devletleri Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi) gözaltı merkezinde tutuklu bulunan göçmenlerin özgürleştirilmesi eylemi ile başlayan film, örgütün eylem tarzını ve örgüt üyelerinin karakter özelliklerini de içeren tarihini, adeta bir video klip atmosferinde veriyor. Bu anlatıda, örgütün lideri gibi görünen Perfidia (Teyana Taylor) ve sevgilisi Bob’u (Leonardo di Caprio), farklı eylemlerde ve özel hayatlarındaki rollerinde daha yakından görüyoruz. Cinsel arzuları, gözü kara politik eylemliliğinin temel itici gücüymüş gibi resmedilen Perfidia karakterinin, kadın ve siyah olması nedeniyle, olumsuz bir stereotip göndermesi yaratması açısından eleştirilse de kendi içinde tutarlı bir çizgide olduğu söylenebilir. Militer devlet güçlerinin şiddet biçimini benimsemekten çekinmeyen ve bunu cinsel dürtüler ile harmanlayan Perfidia, gözaltı merkezinde cezalandırdığı Albay Steven J. Lockjaw’un (Sean Penn) saplantılı ve ırkçı bir arzu nesnesine dönüşür. Sahada daha ürkek, eylemlerin ateşli silah düzeneklerini hazırlamada ise oldukça yetkin olan Bob ise, Perfidia’nın yüksek heyecanı ve ele avuca sığmazlığına uyum sağlamaya çalışan bir beyaz erkek olarak biraz karikatür kalsa da filmin hemen hemen tamamında, kara mizahı en etkili yansıtan rollerinden birine sahip.

İspanyolca’da “hainlik, ihanet” anlamına gelen Perfidia, bir baskın sonrasında, ona düşkün albaydan aldığı destekle yoldaşlarına ihanet eder ve serbest kalması karşılığında bilinmeyen bir yere doğru ortadan kaybolur. Bob, Perfidia’nın yakalanmasının ardından, henüz bebek olan kızları Willa (Chase Infiniti) ile birlikte, örgüt üyelerinin de yardımıyla ücra bir kasabaya kaçarak bir nevi münzevi bir hayat sürmeye başlar.

Filmin gerilim hatlarından bir diğerini oluşturan Albay Lockjaw’un, hayatının en büyük hedeflerinden biri “Noel Maceracıları Kulübü” isimli, beyaz Amerikalı erkeklerden oluşan ırkçı bir elit gruba kabul edilmektir. Filmin ele aldığı farklı zaman dilimlerinde, albayın bu grup ile yaptığı görüşmelere tanık oluruz. İstihbarat ağı oldukça geniş olan bu gruba albayın kabulü önündeki tek engel, Perfidia’nın kızı Willa’nın babası olabileceği şüphesidir. Bu olasılık, filmin gerilimini en üst seviyeye taşıyan ve devamındaki olay örgüsünü belirleyen kritik bir yere sahip senaryoda. Albayın Willa’nın babası olup olmadığını anlamak için DNA testi yapmak üzere kızın, Noel Maceracıları Kulübü’nün de albayın peşine düşmesiyle birlikte Bob’un kızını kurtarma telaşı başlar. 16 yıl aradan sonra yeniden örgütle ve onun yeraltı örgütlenmesinin yıllar önce tasarlanmış planları, şifreleri ile tempolu bir koşturmacanın peşine düşen Bob, filmin ikinci yarısı boyunca, üzerinde sabahlığı ile atıldığı bu macerada yine bol kara mizahlı bir performans sergiler.

Bu kaçma kovalamaca macerası içinde Bob’un en büyük yardımcısı, Willa’nın karate hocası, Sensei Carlos (Benicio del Toro) olur. Adeta bir sığınak kasabası olan Baktan Cross’ta, göçmenlerin saklanmalarına yıllardır yardım eden muazzam bir örgütlenme kurmuş olan Sensei, filmin bence en hayranlık uyandıran karakterlerinden biridir. Rahat tavırları ve sistemin göçmen düşmanlığına karşı kurduğu güçlü dayanışma ağı, Bob’un kızı Willa’ya ulaşmasında kilit rol oynar.

Magnolia, Punch Drunk Love, There Will be Blood gibi oldukça ses getirmiş filmlere imzasını atan Paul Thomas Anderson, yıldız oyuncular, yüksek bütçe ve teknoloji ile çektiği bu filmde gerek politik tarafı gerekse de kuşaklar arası devrimci mücadeleyi aktarmayı tercih eden üslubuyla, ırkçılık, göçmen düşmanlığı gibi hep var olan ve günümüzde de gittikçe yükselen aşırı sağa karşı solun mücadelesini, herhangi bir didaktik övgüye yer vermeden, hataları ve insanlık durumlarıyla aktarıyor. İhanetle dağılan, Bob’un uyuşturucu ve alkol bağımlısı bir X kuşağını temsil ettiği mücadele biçiminden, Z kuşağının, teknolojiyi kullanan ve eylemliliğini sokağa taşıyan ruhuyla tamamlanan film, son söz olarak umudu sunmayı tercih ediyor.

Esra Akbalık

son yazıları

Banksy sansürlendi
Filistin özgür olana dek mücadeleye devam
New York’tan Trumpizm’e sert tokat!

ilginizi çekebilir

banksy
Banksy sansürlendi
2025-10-13T004100Z_702225721_RC24AHAA3NAO_RTRMADP_3_ISRAEL-PALESTINIANS-AUSTRALIA-PROTEST-1760859725
Filistin özgür olana dek mücadeleye devam
Zihran-Mamdani-New-York
New York’tan Trumpizm’e sert tokat!