Bu soruya solun önemi bir bölümü, AKP’nin “iktidarı bırakmayacağı” iddiası üzerinden “iç savaş” senaryoları ile cevap veriyor. Oysa Türkiye’de ne egemen sınıfın ve devletin farklı kanatları arasında silahlı mücadeleye yol açacak bir bölünme; ne de birbirlerini boğazlamak için bekleyen farklı kitleler var. Bir kutuplaşma olduğu doğru; ancak bunu aşmanın mümkün olduğunu gösteren siyasi ve toplumsal dinamikler de var.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, “seçimde bir partiye oy verecekse bile o partinin çekirdeği veya sempatizanı olarak tanımlanamayacak olan veya kararsızım diyen” seçmenlerin %45 ile toplumdaki en büyük kesim olduğunu söylüyor. Ağırdır, “gri alandakiler” tanımladığı bu kısmın kutuplaşmaya ve kimliklere sıkışmış siyaset algısına karşı umudu ve değişimi temsil ettiğini söylüyor.
Biz ulusal veya mezhep kimlikleri üzerinden tarif edilen “iç savaş” senaryolarına değil, toplumun vicdanına, demokratik siyaset yoluyla Türkiye’yi değiştirebileceğimize inanıyoruz.
Bu noktada önümüze üç temel başlık çıkıyor:
Krize karşı mücadele: Kemal Derviş’in neoliberal programının, AKP’nin inşaat odaklı büyüme stratejisinin sonuna gelindiği görülüyor. Patronlara teşvik paketleri, işçilere grev yasakları; OHAL sürecindeki uygulamaların sonunda dolardaki dalgalanma hepimizi yoksullaştırdı. Seçimden sonra sıcak para eksikliğinin çok daha ciddi boyutlarda bir krize yol açması bekleniyor. Ve iktidara kim gelirse gelsin, bunun bedelini işçilere ödetmeye çalışacak. Yıllarca “ekonomik büyüme” ile övünen Türkiye’de yoksullar bundan çok cüzi bir pay alabildi; şimdi dibe çöküşte ise faturayı onların ödemesi bekleniyor.
İşçi sınıfının öfkesi, üst yapıdaki kültürel kamplaşmaların getirdiği siyasi tartışmalara benzemez. Hangi siyasi görüşten veya kültürel kimlikten olursa olsun, tüm işçileri ve tüm emek örgütlerini krizin faturasını patronlara ödetmek için bir araya getirecek bir hareket/platform inşa etmeliyiz.
Savaşa karşı mücadele: Trump’lı/otoriterleşen dünyada birkaç ayda bir ciddi bir küresel savaşın eşiğinden dönüyoruz. ABD ile Çin arasındaki ekonomik ve jeostratejik rekabet kızışıyor. Ortadoğu’da farklı ittifaklar devamlı birbiriyle itiş kakış hâlinde. İsrail böylesi bir dönemde Filistinlileri çok daha rahat öldürüyor. Irak, Suriye, Yemen ve Libya’da savaş ve çatışmalar farklı düzeylerde sürüyor. ABD, İran’ı düşman devlet ilan etti. Suudi Arabistan, Körfez ülkeleriyle birlikte Katar’ı ablukaya aldı. Hepsi birden yeni bir Arap Baharı’nın başlamasından korktukları için Ürdün’deki gösteriler karşısında alelacele toplandılar.
Türkiye de bütün bu tablo içerisinde kendisine yer açmak için agresif bir tablo izliyor. Hem ABD ile hem Rusya ile Suriye’de Kürtlerin bir kazanım elde etmemesi için sürekli olarak pazarlık hâlinde. Cerablus’a, Afrin’e, Irak’ın kuzeyine askerî harekâtlar düzenliyor.
Hem dünyanın savaş baronlarını durdurmalı hem de 24 Haziran veya 8 Temmuz’da kim seçilirse seçilsin kendi hükümetimizin barışçıl bir dış politika izlemesi için savaş karşıtı bir hareketi örmeliyiz.
Irkçılığa ve faşizme karşı mücadele: Yerli ve milli politikaların sonucunda eski Türkiye’nin ırkçılığı geri döndü. Kürt inşaat işçileri 5. kattan atılıyor. Türklük vurguları ana akım siyasetin jargonuna yeniden yerleşmeye başladı. İktidar ve muhalefetin tamamına yakını “Suriyelilerin geri gönderilmesi” üzerinden kampanya yapıyor. Kürtleri, Ermenileri, mültecileri ve bu ülkenin tüm ötekilerini korumak için 2007’de palazlanan ırkçılık karşıtı seferberliği yeniden sokağa taşımaya çalışmalıyız.
Bunun yanı sıra hem iktidarın ortağı olan ve sık sık sokağa çıkmak isteyen herkesi tehdit eden MHP’li ve BBP’li faşistlerin; hem de bildiğin ülkücü olmasına rağmen MHP’den kopup gelerek “muhalefet” cephesinde saygın bir yere oturmaya çalışan İyi Partililerin olası saldırılarına karşı antifaşist birliktelikler oluşturmaya çalışmalıyız.
#TAMAM
Hükümet önümüzdeki dönem için kıraathane, kek, savaş ve idam vadediyor. Elbette ki 24 Haziran’da Erdoğan’a “tamam” diyeceğiz. Umuda, barışa, Demirtaş’a, HDP’ye oy vereceğiz.
Ancak seçim kampanyamızda da vurguladığımız gibi, seçimler ne bir cennet yaratacak ne de Türkiye’yi bütünüyle bir cehenneme dönüştürecek.
2018 yazından itibaren bizi bekleyen mücadeleler var, kaderimizin ne olacağı bunlara ne kadar geniş kitleleri kanalize edebileceğimiz üzerinden belirlenecek.
Ozan Tekin