Fransa Cumhurbaşkanı Macron'u kastederek, Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle demiş: "Geçen bir tanesine söyledim telefonda: Siz Cezayir'de 5 milyon insanı katletmediniz mi? Önce bunun hesabını verin. Şimdi Suriye ile ilgili bana akıl veriyorsun."
Doğru söze ne denir?
Fransa'nın Cezayir'i sömürge olarak tutabilmek ve 1954'te başlayan kurtuluş hareketini bastırabilmek için yaptıkları gerçekten de dünya tarihinin en kanlı ve karanlık sayfalarından birini oluşturur.
Cezayir savaşının en kanlı günlerinde, 6 Eylül 1960 tarihinde, Vérité-Liberté (Hakikat-Özgürlük) dergisinde '121'lerin Manifestosu' yayınlanır. Adı üstünde, 121 ünlü kişi tarafından imzalanmıştır. Aralarında her Fransız'ın tanıdığı (ve hatta bugün bizim bile tanıdığımız) Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir, François Truffaut, André Breton, Françoise Sagan, Simone Signoret, Alain Resnais, Alain Robbe-Grillet, Marguerite Duras, Pierre Boulez gibi yazarlar, sinema oyuncuları, felsefeciler, müzisyenler ve akademisyenler vardır. Metin şöyle der:
"Giderek artan sayıda Fransa yurttaşı, bu savaşa katılmayı reddettikleri veya Cezayirli savaşçılara yardım ettikleri için kovuşturmaya uğruyor, mahkûm ediliyor ve cezaevine atılıyor... Bu insanların davranışlarının sebebi çoğunlukla yanlış anlaşılıyor. Kamu otoritesine direnmenin saygın bir davranış olduğunu teslim etmek yeterli değildir. Onurlarının ve haklı hakikat anlayışlarının saldırı altında olduğunu hisseden insanların protestosu, gerçekleştirildiği ortamın ötesine geçen bir anlam taşır ve vurgulamak gerekir ki olayların sonucundan bağımsız olarak önemlidir.
Cezayirlilerin aklında (ister askerî ister diplomatik yollarla yürütülsün) bu mücadelenin doğasına dair hiçbir şüphe yok. Bu bir bağımsızlık mücadelesi. Peki Fransızlar neyin savaşını veriyor? Bu, yabancı bir ülkeye karşı girişilen bir savaş değil. Fransız toprakları tehdit altında değil, hiçbir zaman da olmadı. Dahası, devletin Fransız olarak tanımlamakta ısrar ettiği insanlara karşı girişilmiş bir savaş bu – her ne kadar söz konusu insanlar tam da bu tanımlamaya karşı mücadele ediyor olsa da. Bunu bir fetih savaşı, ırkçılık tarafından tırmandırılmış emperyalist bir savaş olarak tanımlamak da yetmez. Bu tanım bütün savaşlar için geçerlidir ve belirsizliği gidermez.
İşin aslı, devlet, temel bir tecavüz teşkil eden bir kararla, bir 'polis operasyonu' olduğunu kendisinin de itiraf ettiği şeyi tatbik etmek adına bütün genç erkek yurttaşları, ezilmiş ve nihayet bağımsız bir halk olarak tanınmak istediği için en temel insanlık onuru uğruna isyan eden bir halka karşı seferber etti.
Ne bir fetih, ne bir ‘millî müdafaa”, ne de bir iç savaş olan Cezayir Savaşı, gitgide sadece ordunun ve kolonyal imparatorlukların her yerdeki çöküşünün farkında olan sivil iktidarın bile haklılığını teslim etmeye hazır gözüktüğü bir başkaldırının karşısında hiçbir şekilde geri adım atmaya yanaşmayan zümrenin çıkarlarına hizmet eden bir operasyona dönüştü."
Ve Manifesto şöyle biter:
"Aşağıda imzası bulunan bizler... Konumumuz ve imkânlarımız uyarınca, bu kadar ciddi meseleler karşısında kendi kararlarını kendileri vermek zorunda olan insanlara akıl vermek için değil, ama bu insanları yargılayanların kelimelerin ve değerlerin muğlaklığına kanmamalarını talep etmek için, müdahil olmak gibi bir sorumluluğumuz olduğuna inanıyor ve dolayısıyla aşağıdaki açıklamayı yapıyoruz:
- Cezayir halkına karşı silah kullanmayı reddetmeyi saygıyla karşılıyor ve bu reddi haklı buluyoruz.
- Fransız halkı adına ezilen Cezayirlilere yardım ve koruma sağlamayı görev bilen Fransız yurttaşlarımızın tutumuna saygı duyuyor ve bu tutumu haklı buluyoruz.
- Kolonyal sistemin yıkımına kesin bir şekilde katkıda bulunan Cezayir halkının davası tüm özgür insanların davasıdır."
Sayın Cumhurbaşkanı'nın haklı sözlerini tekrar edeyim:
"Geçen bir tanesine söyledim telefonda: Siz Cezayir'de 5 milyon insanı katletmediniz mi? Önce bunun hesabını verin."
Sonra da sorayım, merak ediyorum çünkü:
Cezayir Savaşı günlerinde Fransa devletinin yaptıkları mı haklı ve meşruydu, yoksa 121 imzacının mı?
Roni Margulies
(Sosyalist İşçi)