Sizi bilmem, ama Hürriyet gazetesini düşününce benim aklıma hâlâ Ertuğrul Özkök gelir.
Bir yandan gazetenin logosunun altındaki "Türkiye Türklerindir" ibaresi, bir yandan Meclis'teki türban oylamasını izleyen "411 el kaosa kalktı" manşeti ve daha pek çok habislik de gelir elbet, ama tam 20 yıl, 1990'dan 2010'a kadar, yakın dönem Türkiye tarihinin en cafcaflı dönemlerinde gazetenin genel yayın yönetmenliğini yapan Özkök yine de benim aklımda ön plana çıkıyor.
Gazetenin ruhunu, dünya görüşünü, siyasî yaklaşımını belki de Aydın Doğan'dan daha keskin ve açık bir şekilde yansıtır Özkök.
Aydın Doğan basitçe bir iş adamıdır; para kazanmak için ne gerekiyorsa onu yapar, onu düşünür. Özkök de para kazanmaktan hiç geri durmamıştır elbet, ama ideolojik yanı her zaman daha önemli olmuştur. Gazetenin ne anlattığını, ne istediğini, ne düşündüğünü ve okuyucunun ne düşünmesini istediğini anlamak için reklam, ilan ve tek tük haber dolu sayfaları okumaya gerek olmadan Özkök'ün köşe yazısını okumak yetmiştir.
Medya ve egemenler
Gazete ve televizyon ilginç ürünlerdir. Bir yandan, tüm ürünler gibi kâr amacıyla üretilirler. Ama aynı zamanda medya özel bir üründür: Mevcut düzenin, mevcut egemenlerin dünyaya bakışını tüm topluma anlatan, en doğru, tek doğru olarak anlatan ideolojik mekanizmanın en temel unsurudur. Hürriyet gazetesi ve CNN Türk hem kâr eder hem toplumun görüşlerini etkiler, şekillendirir.
Aydın Doğan kâr eder, Özkök bu kârdan pay alır ve ideolojik işlev görür.
Burada bir komplo yoktur. Egemenler bir araya gelip medyanın nasıl iş göreceğini planlamaz. Doğal bir süreç işler. Medya işletmeleri büyük yatırımlar gerektirir, bunu zaten ancak büyük sermaye sahipleri yapabilir. Ve zaten patronların tanıdığı, bildiği, yaşam tarzını paylaştığı kişiler yayın yönetmeni olarak atanır.
Hâl böyleyken, medyanın özgür, bağımsız, tarafsız olması hemen hemen imkânsızdır. Şu veya bu siyasî partiye bağlı olmamak anlamında bir bağımsızlık olabilir. Ama kâh dolaylı kâh dolaysız olarak, kâh kör gözüm parmağına, kâh daha hassas bir şekilde, medya egemen sınıfın dünyasını yansıtır.
Kırmızı çizgiler
Aydın Doğan medyasının yansıttığı dünya hangisiydi?
Sinan Laçiner'in marksist.org'da yazdığı gibi, "Başta Kürt sorunu olmak üzere devletin 'kırmızı çizgi' saydığı tüm alanlarda sonuna kadar devletçi/orducu, bunun dışında da piyasacıydı. 'Türkiye Türklerin'di, soykırım yalandı, Yunan'a haddi bildirilmeliydi, ama bu arada kamu ihaleleri şahaneydi. Askerî müdahaleleri, katliamları, işgalleri ve savaşı açıkça; faili meçhulleri, yargısız infazları, işkenceyi, türlü hak ihlallerini de hakikati karartma yoluyla destekledi. Yakın bir tarihte gururla söylediği gibi 'hep devletinin yanında' idi."
Şimdi ne olacak? 'Hep devletin yanında' olmaya elbette devam edecek.
Roni Margulies
(Sosyalist İşçi)
Viva Espanya!
Uzun zamandır Ertuğrul Özkök'le dalga geçen bir yazı yazmamıştım. Hatta, ne yalan söyleyeyim, gazetelerin bütünü o kadar berbat bir hâle geldi ki, hayatım boyunca her fırsatta yerin dibine soktuğum Hürriyet'i zaman zaman okur oldum şimdi!
Hürriyet, normal ülkelerdeki büyük gazeteler gibi, egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda yayın yapıyor. Biz de ne yaptığını biliyoruz, ona göre okuyoruz. Biraz da gazetecilik yapmaya çalışıyor, muhabirleri var filan.
Diğer gazeteler artık haberlerle falan hiç ilgilenmiyor. Bir odada bazı adamlar oturuyor, hangi gazete olduğuna bağlı olarak, belli bir merkezden gelen talimatlar doğrultusunda palavralar yazılıyor
Bu nedenle, Özkök'ü ihmal etmişim.
Yanlış yapmışım.
Ne kadar habis bir görüşün temsilcisi olduğunu unutmuşum; geçen hafta hatırlattı.
Üstelik futbol hakkında bir yazı yazarak hatırlattı.
Doğaldır, Türkiye millî takımı Avrupa'da maç yapıyor, Özkök onu destekleyecek.
Tamam, desteklesin, bir şey demiyorum. "Haydi aslanlar!" desin, hatta kendine özgü cinsiyetçi ifadelerle Türk futbolcusunu göklere çıkarsın.
Ama hayır, desteklemek yetmiyor. Futbol maçları bile "millîlik" propagandası, derin devlet desteği ve Kürt düşmanlığı için vesile oluveriyor Özkök'ün zehirli kaleminde.
Önce, Fransız bir gazeteciden alıntı yapıyor:
“Biz oyuncularımızın birlikte milli marşımızı söylemelerini ve son yıllarda tehdit altında olan bayrağımızı onurlandırmalarını istiyoruz. Biz kimlikçi politikalardan nefret ediyoruz.”
Sonra, asıl söylemek istediğine geliyor:
"Biz de kimlik çatışmalarını yaşayan bir ülkeyiz.
Ne yazık ki parçalandık. Ne yazık ki birbirimize düşürüldük.
Ne yazık ki dışımızdan değil, içimizden vurulduk..."
Fakat, ne mutlu bize, "parçalanmamızın", "içimizden vurulmamızın" çaresi de var.
Fatih Terim'e hitaben, şöyle diyor Özkök:
"Yine de şanslıyız... Milli Takımımızın başında siz varsınız...
Biz bölündük ama Milli Takımımız milli kaldı...
Hocam... Çıkın... Göğsünüzü gere gere milli marşımızı söyleyin. Hiç olmazsa bugün bizi milli yapın "
Kim kurtaracak yani Türkiye'yi, hiç olmazsa bugün? Milliyetçi, Türkçü, faşistlerle ve derin devletle yakın ilişkileri olduğu iyi bilinen bir adam! Fatih Terim!
Mehmet Ağar'ı, yani 1990'ların 17.500 faili meçhul cinayetinin doğrudan sorumlusu olan kişiyi hapiste ziyarete giden ve yanında millî takım kaptanını da götüren bir adam.
Ve aynı Ağar'ı millî takım kampına "VIP Konuk" olarak davet eden bir adam.
Allah İspanyollardan razı olsun. Terim’in millî takımına üç gol attılar da, hiç olmazsa bugün millî yapılmaktan kurtulduk.
(22 Haziran 2016, Sosyalist İşçi, 569. sayıda yayınlanmıştır.)