“Uluslararası toplum” adı altında hareket eden kurumlar, dünyanın bir bölgesine ne zaman askeri olarak müdahale etmeye kalksalar, aynı tartışmalar hep yaşanır. “Emperyalizm artık demode bir kavram değil mi?” soruları ortaya atılır, söz konusu olan bölgede büyük bir insani krizin yaşandığı ve emperyalizm ne kadar kötü olsa da (her serferinde) bir kez onun durumu düzeltme ihtimaline şans verilmesi gerektiği söylenir.
Bu yorumlar yalnızca o insani krizin mağdurlarından gelse daha anlaşılabilir olur ve ona göre tartışılırdı; ama genellikle olaya tamamen uzaktan bakanlar da “insani krizin önlenmesi” amacıyla yola çıkıp BM’nin veya NATO’nun açık destekçileri hâline geldiler.
Bizim siyasi geleneğimiz bu konuda hiç aldanmadı ve bu fikirlere karşı hep mücadele etti.
Ne acı ki hiç de yanılmadık. Bugün Libya’yla ilgili bir haber okurken aklıma birkaç sene öncesi geldi.
2011’de Tunus ve Mısır’da devrimler olurken emperyalizmi hiç tartışmamıştık. Devrilen diktatörler zaten Batı’nın müttefikleriydi. İsyan dalgası Libya ve Suriye’ye sıçradığında ise durum değişti.
Bir yanda, Libya ve Suriye rejimini antiemperyalist ilan edip Kaddafi ve Esad’ı savunan stalinizm vardı. Bunlara göre, zaten Mısır ve Tunus’ta bile olay “emperyalizmin Ortadoğu’yu biçimlendirme planı” idi. “Kendi müttefiklerini devirerek Ortadoğu’yu biçimlendiren emperyalizm” iddiasının ciddiye alınacak bir yanı yoktu.
Ancak Arap Baharı’yla dayanışmak için birlikte eylemler inşa ettiğimiz yol arkadaşlarımızla da sık sık emperyalizmi tartışmak zorunda kalıyorduk. Libya’da NATO müdahalesinin Kaddafi’yi değil devrimi hedef aldığını söylüyorduk. Bir dostum, NATO’nun tarihinin ve kendisinin gerçekten berbat olduğuna katıldıktan sonra, Suriye’ye NATO müdahalesini savunarak şöyle demişti: “Ama müdahale Libya’da işe yaradı”.
O günlerde emperyalist müdahale sonucu Kaddafi devrilmiş, Batı’nın desteğiyle, devrimin tabanından gelen aktivistlerin ayıklanmasıyla Batı yanlısı bürokratların kaldığı bir Geçici Ulusal Konsey kurulmuştu. Aylar içinde ölümler ve çatışmalar arttı, ancak sonuçta NATO müdahalesinin “devrimi kurtardığı” iddia ediliyordu.
O günden bugüne Libya’da ortaya çıkan karmaşık siyasi durum ile ilgili kapsamlı bir analiz okuyanınız veya en azından bir fikri olanınız var mı?
Durum özetle şöyle:
Ülkede iki farklı siyasi ve askeri güç var. Geçici Ulusal Konsey’in yerine kurulan Ulusal Genel Kongre, 2014 seçimlerinden sonra bölündü. İki taraf da kendisini gerçek Ulusal Genel Kongre ilan ediyor. Ulusalcı solculara göre Libya’da Batı, İslamcıları kışkırtarak seküler Kaddafi’yi deviriyordu; ama şu an Batı’nın desteklediği hükümet, Türkiye ve Katar’ın desteklediği diğer hükümetle “İslami terörizme karşı savaş” adı altında çatışıyor. 2014 yazı boyunca süren çatışmaların sonunda, Batı’nın desteklediği Kongre, Trablus’u kaybederek Mısır sınırındaki küçük bir bölgeye taşındı. Batı destekli Kongre için savaşanların çoğu Kaddafi’nin ordusunun askerleri. Diktatörlük döneminden kalma Rus yapımı uçak ve helikopterlerle hava gücüne sahipler. Bunları tamir etmelerine ise Mısır’daki Sisi cuntası yardım etmiş. Kongre’yi bölen İslamcılara bağlı milisler de Kaddafi’den kalma Rus yapımı uçakları tamir ettiler ve şimdi onlar da hava saldırıları yapmaya başladılar. Bu arada 2014’ün Ekim ayında, Libya’da üçüncü bir güç olarak IŞİD sahneye çıktı ve liman şehri Derne’yi ele geçirdi. Son günlerde Mısırlı 21 Hristiyanı infaz ettiler ve bu yüzden Sisi cuntası da Libya’ya hava saldırısı düzenledi.
Yani Libya halkı şu an üç ayrı güç tarafından bombalanıyor. Kaddafi sonrası kurulan Batı destekli “devrim” hükümeti, “Hayır asıl devrim hükümeti biziz” diyen İslamcılar ve IŞİD’in faaliyetlerine karşı harekete geçen Mısır hava kuvvetleri.
Bütün bunların Arap Baharı’yla, Ortadoğu halklarını sokağa döken eşitlik, özgürlük ve onur talepleriyle ne ilgisi var? Bu tablonun ortaya çıkışında pek çok etkenin rolü olduğu söylenebilir, ancak NATO müdahalesinin devrim açısından faydalı olduğunu veya işe yaradığını söylemek için herhalde yalnızca çıldırmış olmak gerekir.
Farklı uluslararası ve bölgesel güçler, ABD’den Rusya’ya, İran’dan Suudi Arabistan’a, Katar’dan Türkiye’ye, farklı emperyalist güçler kendi aralarında saflaşarak Arap Baharı’na müdahil oldular. Bugün 2011’de devrimlerin yarattığı özgürlük ortamından değil bunlardan bahsediyorsak, gelinen noktayı belirleyen asıl faktörün bu blokların çıkar çatışmaları olduğu söylenebilir.
Diğer yandan, bizim cephemiz için de en önemli ders şu olsun: Esadlar, Sisiler, IŞİD’ler, El Kaide’ler ve bölgeyi sürekli bombalayan Batılı emperyalistlerin yarattığı tablo karşısında, Ortadoğu’da değişim için mücadele eden gerçek solu, bu solun siyasi örgütlerini inşa etmek çok acil bir görev. Yoksa devamlı bunların kanlı hesaplaşmalarını konuşup duracağız.
Ozan Tekin