Ozan Tekin

Ozan Tekin son yazıları

Ozan Tekin tüm yazıları

14.02.2018 - 20:32

1968: Bu dünyayı batırmaya ramak kala

1968’de dünyanın çeşitli yerlerinde patlak veren direniş, mücadele ve ayaklanmaların anlamının egemen sınıf tarafından doğru kavrandığını söylemek mümkün. Hepsi o günlerden nefret ediyorlar. Nicolas Sarkozy, bundan 10 yıl önce, ‘68’in 40. yılındaki seçim kampanyasında, onun verdiği “zararların” kökünü kurutacağını söylüyordu. Ondan bir süre önce, Irak işgalinin baş yardakçısı Tony Blair, İngiltere toplumdaki tüm “hastalıklar” için 1960’ları sorumlu tutmuştu. Daha yakın geçmişe gelelim. 2016’nın Mayıs’ında, Fransa’da işçi grevleri ülkenin ev sahipliği yapacağı Avrupa Futbol Şampiyonası’nın gerçekleşmesini riskli hâline getirdiğinde, ülkenin başkanı Hollande endişeli olanları sakinleştirmek için “1968 Mayıs’ında değiliz” demişti.

Sarkozy, Blair, Hollande… Hepsi tarihin çöplüğüne gittiler. Peki bu azılı sınıf düşmanlarımız 1968’i bu kadar iyi kavramışken, 50. yılında, bizim taraf için de aynısını söylemek mümkün mü?

Tam olarak değil. Bu durumu değiştirmeli, sıradan insanların tarih sahnesine böyle görkemli bir şekilde çıktığı bu muhteşem yılı, onu takip eden 10 yılı aşkın sürelik mücadele dönemiyle birlikte, hak ettiği şekilde yâd etmeliyiz.

Milyarlarca dolar paralarıyla, milyonlarca silahlı adamlarıyla, siyasetçileri, okulları ve medyasıyla egemen sınıfı yenmek kolay bir şey değil. Olağan veya kötü dönemlerde, biz sıradan insanlar kendimizi izole ve güçsüz hissederiz. Şu günün Türkiye’sine bir bakın: dünün en kararlı aktivistleri dahi bugün herhangi bir şeyi değiştirmenin, bu uğurda mücadele etmenin anlamsız olduğunu düşünüyorlar.

Ekim Devrimi’nin önderlerinden Lenin, “Hiçbir şeyin olmadığı on yıllar vardır. Ve on yılları içine sığdıran haftalar” demişti. Alman Devrimi’nin macerasını böyle tarif etmek mümkün. Rusya Devrimi proletarya için ilk zaferi getirmişken, Almanya’da 1918’den 1923’e işçi sınıfı üç kez iktidarı almanın eşiğine geldi. Tüm Avrupa’nın grevler ve fabrika işgalleriyle sarsıldığı bugünlerde, Almanya’da kazanabilsek, belki de kapitalizmi dünya üzerinden silecektik. Olmadı, ancak mücadele de bitmedi.

1968 ve onu takip eden yılların haftalarında da on yıllar süreceği sanılan gelişmeler meydana geldi. Dünyanın her yerinde işçiler ve ezilenler mücadeleye atılıyor, bu süreçte kendi gücünün farkına varıyor, onların ayaklanma ve zaferleri başka yerlerdeki direnişleri tetikliyordu.

Batılı kapitalistlerin başı belada

1968, iki kanlı savaşın ardından dünyanın en büyük gücü hâline gelen ABD’nin Vietnam’da karşılaştığı muazzam direnişle başladı. İşgale karşı ülkenin her yerinde ayaklanmalar vardı. Bir ABD generali, küçük bir kasabayı geri almak için onu tamamen yok etmek zorunda kaldıklarını itiraf ediyordu. Saygon’daki ABD büyükelçiliği işgal edildi. Vietnam’daki gelişmeler, ABD içinde de savaş karşıtlarının güçlenmesine yol açtı.

ABD’nin tek sorunu Vietnam’da yaşadıkları değildi. Martin Luther King’in uğradığı suikastin ardından siyahlar ayaklandı. Genç siyahlar devlet kurumlarını hedef alıyor, sivil haklar hareketinin barışçıl stratejisinden uzaklaşarak Kara Panterler’in devrimci fikirlerine yakınlaşıyorlardı.

ABD ile birlikte davranan Batı Bloku’nun diğer partnerleri için de durum farklı değildi. İngiltere’de Vietnam savaşına karşı 100 bin kişilik devasa bir gösteri gerçekleşti. Almanya’da öğrenci hareketinin liderlerinden Rudi Dutschke’ye yönelik suikast girişiminin ardından, on binlerce öğrenci kızıl bayraklarla sokaklara döküldü ve onu hedef gösteren sağcı gazeteleri kapatmak istedi. İngiltere, İrlanda’da sömürgeciliğe karşı başlayan büyük isyan ve on yıllar sürecek silahlı mücadeleyle karşı karşıya kaldı.

Avrupa’nın güneyi, Akdeniz kıyıları da alev alev yanıyordu. Portekiz, İspanya ve Yunanistan’da, faşist diktatörlükler ve cunta rejimleri, 1968’i izleyen süreçte kitlesel ayaklanmalar ve devrimlerle yenilgiye uğratıldı. İtalya’da fabrika işgalleri ve grevler nedeniyle 1969’un güz ayları “Sıcak Sonbahar” olarak anılıyor. Fransa’da ise öğrenci eylemlerine işçilerin katılmasıyla Mayıs ayında 10 milyon kişi o zamana kadar tarihte görülmüş en büyük genel grevi gerçekleştirdi. İlk başlarda göstericileri “iç savaş” ile tehdit eden De Gaulle, 29 Mayıs’ta hükümetin hiçbir mensubuna haber vermeden, Almanya’daki birliklerle “protestoculara olası bir askeri müdahaleyi” tartışmak üzere ülkeden kaçtı.

Stalinizm sarsılıyor

Üçüncü dünyada emperyalizme direniş ve ulusal isyanlar, Batılı kapitalist ülkelerde grevler ve kitlesel ayaklanmalar varken; “sosyalist” olduğunu iddia edilen blokta da işler yolunda değildi.

Çekoslovakya’daki rejim tehdit altındaydı. Prag Baharı olarak bilinen süreci engellemek için Rus tankları ve 200 bin askeri ülkeyi işgal etmek zorunda kaldı.

Polonya’da üniversiteler işgal edilmişti ve öğrenciler sokaklarda polisle mücadele ediyorlardı. Belgrad’da öğrenciler ülkenin son 20 yılda gördüğü en büyük siyasi krizi yaratırken, sokaklarda “Kahrolsun kızıl burjuvalar!” diyorlardı.

1968’de Meksika’da Olimpiyatlar gerçekleştiriliyordu. On binlerce öğrencinin gerçekleştirdiği protesto gösterisine polis ateş açtı ve yüzlerce kişi öldü. Basının olayları aktarması engellendi. Ancak özgürlük ruhu her yanı sarmıştı. Olimpiyatlar’da atletizm dalında yarışan ve ilk üçe giren atletler Tommie Smith ve John Carlos, ödüllerini aldıkları sırada podyumda yumruklarını siyahların hakları için havaya kaldırarak tarihi bir protestoya imza attılar.

1968’in gerçek ruhu

Uluslararası medya 1968’den bahsettiğinde, en iyi ihtimalle onu toplumun ahlaki normlarına itiraz eden gençlerin hareketi olarak gösteriyor. Uyuşturucu, rock’n roll ve cinselliğin özgürleşmesi. LGBTİ bireylerin ve kadınların 1968’le birlikte yaşadığı özgürleşmeyi elbette ki sahipleniyoruz. Bugün liberal kapitalizmin “demokratik” değerleri hep mücadelelerle elde edilmiştir. İngiltere’de kadınların kürtaj veya boşanma hakları 1967-1968 sürecinde elde edilmişti.

Ancak 1968 yalnızca bunlarla sınırlı değildi. İşçilerin grev ve fabrika işgalleriyle kaderlerini ellerine almaya çalıştıkları, dünyanın her yerinde ezilenlerin ayağa kalktığı ve birleşerek mücadele ettiği muazzam bir potansiyelden bahsediyoruz.

1968 artık, Arap devrimleri sebebiyle, Chris Harman’ın kitabına verdiği isimdeki gibi Son Büyük Yangın değil. Ancak bizim neslimizin yangınlarına doğru yaklaşmak için, onu hak ettiği şekilde ele almak elzem; her yerde hareketleri geri çeken stalinist ve reformist liderliklerle hesaplaşmak da buna dahil. Tabii önce, “Açlıktan ölmeme garantisini can sıkıntısından ölme garantisiyle satın aldığımız bu dünya batsın” diyenleri onurlandırarak.

Ozan Tekin

[email protected]


Bültene kayıt ol