"Beka sorunu" ifadesi Türkiye siyasetinin temel ifadelerinden biri hâline geldi epey zamandır.
"Beka" kelimesi, "kalıcılık, var olmayı sürdürmek, kesintiye uğramadan geleceğe doğru sürüp gitmek" anlamına geliyor. Yani bizzat Türkiye'nin varlığı, bir ülke veya devlet olarak sürüp gitmesi tehlike altında.
Siyasetin temel kavramlarından biri de "yabancılar, uluslararası komplolar, casuslar ve yerli hainler". Şimdilerde pek kullanılmaz oldu, ama eskiden bunlara kısaca "dış mihraklar" denirdi. Şimdi çok zaman "birileri" deniliyor.
Bu dış mihraklar ("birileri") Türkiye'nin kalıcılığını tehdit eden unsurlar. Tehdit etmek ne kelime, hayattaki tek amaçları memleketi bölmek, parçalamak, yok etmek. Bunlar da aslında beka sorununun birer parçası.
Bir örnek vermek gerekirse, Ekim ayı başlarında Amerika ile yaşanan vize sorunu sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın valilerle toplantısında yaptığı konuşma zengin ve çok yönlü incelemelere konu olabilir. Şöyle dedi Erdoğan:
"Bir süredir ülkemiz bu coğrafyadaki bin yıllık varlığı ve bekası açısından tarihinin en kritik süreçlerinden birini yaşamaktadır. İkinci bir kurtuluş savaşı verdiğimiz bir zaman diliminin tam ortasındayız. Türkiye, içeriden ve dışarıdan kuşatılmaya çalışılıyor. Ülkemiz, tıpkı pençeleri sökülmüş bir aslan gibi ehlileştirilmek, boyunduruk altına alınmak isteniyor."
Dikkat etmişsinizdir, söz konusu faaliyetlerin failleri belirsiz: "çalışılıyor", "isteniyor". Kim çalışıyor? Kim istiyor?
Cevap aynı konuşmada verilmiş: "Birileri".
"Sırbistan'da halkla kaynaşmamız birilerini rahatsız etmiştir."
"Birilerinin ileri garnizonu değiliz."
"Alan elden veren el durumuna gelmemiz birilerinin kâbusudur."
Tamam, anlaşıldı.
Türkiye'nin "bin yıllık varlığı ve bekası" nasıl kurtarılacak peki?
"Birilerine" meydan okuyarak, tavır koyarak. Yani şöyle:
"Biz bir kabile devleti değiliz."
"El pençe divan duran bir Türkiye yok."
"Kusura bakmasınlar, aldığımız kararın arkasındayız."
"Tüm piyonlarıyla bunlar üzerimize geliyorlar, gelecekler. Ama biz sağlam duralım."
"Mesele burada vatandır. Gerisi teferruattır."
Bin yıllık Türkiye'nin bekasını kim tehdit ediyor, nasıl ediyor, beka sorunumuz tam olarak nedir, biraz muğlak doğrusu. Birileri üzerimize geliyor, daha da gelecekler, ama kusura bakmasınlar, mesele vatandır. Ha, peki!
Söylem böyle olunca, AKP'li olmayanlar arasında yaygınlaşan kanı, Türkiye'nin değil Erdoğan ve AKP'nin bir beka sorunuyla karşı karşıya olduğu. Ve bu söylemin AKP tabanını seferber etmek için kullanıldığı. "İktidarın beka sorunu" (Ahmet İnsel), "Beka sorunu: Erdoğan'ın mı, Türkiye'nin mi?" (Levent Gültekin) gibi yazılar bunu anlatıyor.
Bunun kısmen doğru olduğu kuşkusuz. Ama mesele bundan ibaret değil.
Hükümet de geleneksel devlet aygıtı da, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak'ta Kürt hareketinin attığı adımları, devletleşme doğrultusunda kaydettiği mesafeyi Türkiye için bir beka sorunu olarak algılıyor. Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürtleri de güvenilmez ve/veya düşman olarak gördükleri için, Kürtler açısından başarı sayılabilecek her şeyi Türkiye'nin geleceği açısından bir tehdit olarak algılıyorlar. Bu, Türkiye devletinin 90 yıllık değişmez algısı.
Türkiye'nin iç ve dış politikasını 3-4 yıldır bu algı belirliyor ve beka sorunu olarak görülen bu soruna karşı alınan önlemler şekillendiriyor. Algı 90 yıllık, ama Suriye ve Irak'ta son birkaç yılın gelişmeleri (Rojava'nın ortaya çıkışı ve Kuzey Irak'ta bağımsızlık girişimleri) bu algıyı tayin edici hâle getirdi. Adeta bir millî seferberliğe yol açtı.
AKP'nin geleneksel devletle, derin devletle, Genelkurmay'la ittifakı, "yerli ve millî" vurgusu, AKP-MHP işbirliği, Avrasyacılık lafları, Kürt sorununda militarist politikalara geri dönüş hep bu temele oturuyor.
Roni Margulies
(Sosyalist İşçi)