Ortadoğu’da hiçbir şeyin, eskisi gibi olma ihtimali kalmadı. Arap Baharı’ndan sonra, Suriye savaşı milat oldu. Beş yıl önceki Ortadoğu’dan geriye ne kalacak artık merak konusu.
ABD Başkanı Trump’ın, selefi Obama politikalarını altüst etmesi, Ortadoğu’da taşlarının yerli yerine oturtulmasını daha da zorlaştırdı. Savaş, çatışma ve normalleşme sürecini uzattı.
ABD’nin İran politikasının ilk hamlelerinden biri, Katar’ı hedef tahtasına oturtmak oldu. Türkiye’nin Ortadoğu’daki en güçlü müttefiki Katar’a uygulanmaya başlanan yaptırımların Türkiye’yi bölgede sarsacağına hiç bir kuşku yok. Bunun farkında olan Ankara, yeni krizin aşılması/yönlendirilmesi için hızla rol almaya çalışıyor. Türkiye, açıktan Katar’ın yanında saf tuttu. Bunun sonuçları hiç de iyi olmayacağa benziyor. Türkiye, Mısır’dan sonra Katar’da da büyük darbe yedi. Daha büyüklerinin sırada olduğunu söylemek için müneccim olmaya gerek yok.
Ortadoğu’da Arap Baharı’ndan sonra baş gösteren krizler ve sorunlar, ikili, devletler arasında sorun olmaktan çoktan çıktı. Çok yönlü, çok boyutlu ve çok aktörlü krizlere dönüştü. Son Körfez krizi de böyle. Her ülke vizyonunu ve pozisyonunu sorunun değişik boyut ve aktörüne göre belirliyor. Katar krizi, sadece Katar krizi değil, aynı zamanda hatta daha çok İran krizi; Körfez ülkelerinin ortak doğalgaz havzasına sahip olmalarının ürettiği ortak krizi.
Rotası çöken Türkiye
ABD Başkanı Trump, George W. Bush’un 11 Eylül saldırısından sonra uygulamaya koyduğu “ya bizdensin ya onlardan” politikasını hortlatmaya çalışıyor. Türkiye, bölgede ABD ve Rusya ikilisinin arasında salınıp durarak, eski pozisyonunu koruma vizyonuyla davranıyor.
Katar’ın ablukaya alınmasıyla beliren yeni Körfez krizinde de görüldü ki, Türkiye Suriye’de yaşananlardan hiçbir ders çıkarmamış. Bu duruma yol açan Yeni Osmanlıcılık yaklaşımında ısrar etmesi bölgede yalnızlaşması sonucunu doğuracak. Her yeni krizde, Türkiye’nin bölgesel etkisi daha bir zayıflıyor.
Dün Türkiye’nin bu vizyonuyla bölgedeki karmaşa ve çatışmalar içerisinden yara beresiz çıkma ihtimalinin çok düşük olduğunu gösteren bir başka gelişme daha yaşandı.
Kürd kartı
Türkiye’nin itirazlarına rağmen Kürdistan Bölge Yönetimi, 25 Eylül tarihinde bağımsızlık referandum kararını açıkladı. Türkiye, KDP ile iyi ilişkilerine dayanarak böylesine bir karar beklemiyordu.
Türkiye, uzun süredir Kürd partiler arasındaki sorunları ve petrol kozunu kullanarak KDP’yi bu konuda frenlemeye çalıştı.
Gorran ve Komela dışındaki Kürd partileri ortak bir biçimde bu kararı almış olması, Türkiye’nin aklını başına toplaması için önemli bir işarettir.
Toplantıda alınan kararlar Türkiye’nin KDP üzerinden, Kürd siyasal alanı dizayn etme arzusunun imkansızlığını gösteriyor. Hatta alınan kararların güçlü bir biçimde hayata geçilmesi, Ankara’nın Erbil ile arasının daha da açılmasına yol açabilir. Müttefikliğin sonu olabilir.
Türkiye’nin referandumun en azından şimdilik “bağımsız devlet ilan etme” amacıyla yapılmak istenmediğini, iç siyaset ihtiyacının bir dayatması olduğunu bilerek itiraz etmesi, PYD’nin ABD ve Rusya ile ilişkilerinin her geçen gün güçlenmesini görerek, PYD politikasında değişiklik yapmamasından farklı bir şey değil.
Türkiye, ABD’nin bölgedeki müttefiki KDP ile ilişkilerini Katar krizi sonrasında, eski gibi yürütme ihtimalinin zayıflığını görmek zorunda.
Bu nedenle tüm Kürd siyasal aktörlerle ilişkilerine taktiksel değil stratejik yaklaşmak zorunda. İç siyasette Kürd karşıtlığı şimdilik sonuç veriyor olabilir. Ama içerde bedeli ağır olan bu politikanın dışarıda, bir işe yaramadığı ortada. Bölge dinamikleri Türkiye’nin elindeki Kürd kartını sürekli yanlış kullanmasına artık tahammül edemez noktada. Türkiye, kaybedenler kulübünde olmayı hak etmiyor.
Hakan Tahmaz
(IMP News)