Trump-Erdoğan görüşmesiyle Türkiye’deki kutuplaşmanın ne derece keskin ve kalıcı olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
İki liderin 3 dakika süren basın açıklamaları sonrasında, dış politika uzmanı akademisyenler, köşe yazarları, siyasetçiler, “başarı veya başarısızlık” olarak ele aldılar. Halbuki, sonuç görüşmenin bir iki gün öncesinden belliydi. Her iki taraf içinde sürpriz yoktu.
Türkiye, ortak açıklamada özellikle PYD konusundaki pozisyonunu bir kez daha ifade etti. Dört aydır beklenen görüşme 20 dakika sürdü diye kimse kendini kandırmamalı. Görüşme, 2 saatlik yemekli toplantıyla ve öncesindeki hazırlıklar toplantısıyla birlikte değerlendirilmezse yanlış sonuçlara ulaşılır.
Bu açıdan, ortak açıklamada yeni bir şey hem yok, hem var. Her iki ülkede yaşanan kritik ve tartışmalı seçimler sonrasında iki ülke ilişkilerinde bir şey değişmediğini deklare etmiş oldu. Bu, hem ABD’nin hem de Türkiye’nin iç ve dış kamuoyu açısından ihtiyaç duyduğu bir şeydi. Görüşmenin içeriğinden bağımsız olarak nasıl bir atmosferde, sıcaklıkta geçeceği de merak konusuydu. Kısa süre önce Merkel, Trump görüşmesi ve Türkiye’nin dış ilişkilerde yaşadığı irtifa kaybı hatırlandığında bunun önemi daha iyi görülecektir. Ancak bu kadar değil.
Türkiye’nin medya kanalıyla pompaladığı yaklaşım ve beklentiler iç kamuoyunu konsolide etmek için yapılan algı yönetimiydi. Bu sınırlılıkta değerlendirmenin Ak Parti iktidarıyla baş edememenin veya çılgınlığa vardırdığı dış politikaya kızgınlığın yarattığı rahatsızlığı hafifletmekten öte bir anlamı olmaz. Bu görüşmelerde tutuklu gazetecilerin, Kürd siyasetçilerin, Türkiye AB ilişkilerinin, demokrasi gibi değerlerle ilgili hiçbir konunun sözü dahi edilmemesi bir şeyler anlatıyor olsa gerek. Haksızlık etmeyelim bir tek İzmir’de tutuklu bulunan Amerikalı rahip Andrew Brunson’ın salıverilmesi talebi dillendirilmiş.
Uzun süredir Türkiye’nin ABD, AB ile ilişkileri başka bir düzlemde seyrediyor; değişiklik oldu. Ak Parti, artık eski gibi, Batı’nın ortak değerleri olarak tanımlanan uluslararası normların bir parçası veya ortağı olma arzusu içinde değil. 2000’li yılların başına kadar, Türkiye’nin yüzü Batı’ya dönüktü. İkili ilişkilerde ülkelerin çıkarlarının yanı sıra bu değerler de belli ölçülerde önem arz ediyordu. Bunun itici gücü AB ile müzakere süreciydi. Ancak bugün ilişkiler ekonomi ve güvenlik eksenli “al ver” düzeyinde.
PYD-YPG/Kürdler konularında Erdoğan’ın ABD’den hiçbir şey elde edemediğinden söz etmek büyük yanılgıdır. Medya önünde PYD-YPG konularında sarf edilen sözlerin ve mesajların, ABD’de de istenen düzeyde karşılık bulmayacağını biliyordu. Ancak, ABD’nin Türkiye’nin güvenlikçi Kürd politikasına, desteğini tahminlerin çok ötesinde olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.
Nitekim Erdoğan’ın görüşme sonrasında PYD’ye karşı “angajman kurallarının” gereğini yaparız açıklaması ve ABD Dışişleri yetkilisi Jonathan Cohen, “Savaş ortamının getirdiği şartlardan dolayı YPG ile bir ilişkimiz söz konusudur. Çünkü Suriye’deki Demokratik Suriye Güçleri (DSG), Rakka’nın kurtarılmasında önemli bir role sahip. YPG’yle ilişkimiz geçici ve taktikseldi” açıklamaları görüşmenin özeti gibi oldu.
ABD, Rakka operasyonunda PYD-YPG/Kürdlerle birlikte olurken, Türkiye’nin PKK’nin karşı mücadelede güçlü desteğini Sincar ve Kandil operasyonlarında somutlaştıracağı anlaşılıyor. Bu güvenlikçi Kürd politikalarına ve Türkiye’nin güvenlik tehdidi algısına onaydır. Hatta Rakka operasyonun PYD ile birlikte yapmasının PKK’yi zayıflatacak bir unsur olarak gören devlet bürokrasisi için bu sineye çekilebilir bir gelişme olarak görülüyor olabilir.
Türkiye’nin silah talebinin karşılanması konusundaki tutum ve savunma sanayinin güçlendirilmesi daha çok bombardıman ve daha uzun askeri harekât döneminin ilanıdır. Kürdlerin geleceğine ilişkin hiçbir şeyin konuşulmamış olması, muhtemel dahilinde olmadığına göre, bunun hiç dillendirilmemesi ABD’nin, Ankara’nın Suriye ve Irak merkezli Kürd korkusunu telafi eden bir politika izleme olasılığını güçlendiriyor. PYD öncülüğünde oluşacak özerk yapılar ve büyük olasılıkla Güney’in bağımsızlık isteği konusunda hem fikir olduklarına dair emareleri unutmamalıyız.
Kürd Meselesi’nde orta vadede yaşanacak bazı şeylere şaşmamak gerek. Mesela, Türkiye’nin sorununun PYD/YPG, PKK olmadığı daha net açığa çıkabilir. Ankara, önümüzdeki günlerde KDP’nin bağımsızlık referandumuna daha açık karşı tutum alabilir.
Bunlar Ankara’nın beklentilerinin ve tercihlerinin belli ölçülerde ABD tarafından paylaşıldığının göstergesi olarak gerçekleşebilir. Erdoğan’ın, Ankara’ya döndükten sonra sarf ettiği “Suriye konusunda dönüp dolaşıp bize gelecekler” sözlerini de bir kenara yazmak gerek.
ABD, IŞİD’e karşı mücadelede Kürdlerle birlikte; Kürdlerin kendi kendilerini yönetme girişimlerine karşı, güvenlikçi siyasette ise statükocu bölge devletleriyle birlikte olması kuvvetle muhtemel.
Hakan Tahmaz
(IMP News)