Türkiye çok yönlü ve boyutlu bir kriz yaşıyor. Krizi iç dinamikleriyle çözme becerisi ve takati olduğunu söyleyebilmek oldukça zor. Dış dinamiklerin itelemesiyle aşılması ise hayli zaman alacağa benziyor.
16 Haziran referandumuyla, yönetim modelinde karmaşık değişikliklere gidildi. Cumhurbaşkanı yönetimi olarak tanımlan modelin gereği olarak devlet kurumları reorganize edilmeye çalışılacak. Devlet memurları yasası, seçim ve siyasi partiler yasası, Meclis yönetmenliği başta olmak üzere birçok yasa, yeniden düzenlenecek. Bütün bunları milletvekillerin üyeliğini yasadışı ve keyfi bir biçimde düşüren ve tutuklanmalarının önünü açarak seçmen iradesine müdahale eden, temsilde adalet ilkesinin zedelenmesine neden olan Meclis gerçekleştirecek. Üstelik tüm bunlar, YSK’nın aldığı kararlarla referandum sonuçlarını ve güvenirliğini şaibeli hale getirdiği siyasal ortamda yapılacak!
OHAL koşullarında KHK’larla on binlerce insanın bir kalemde işinden, mesleğinden edilmesi, kapı önüne konulan yurttaş statüsü verilmesi, holdinglere ve iş yerlerine el konulması krizin hembaşka bir yönünü hem de çapını gözler önüne seriyor.
Bölgede Kürdlerin varoluşlarında ciddi değişikliklerinve gelişmelerin yaşanmasına paralel olarak, Türk devletinin kurucu felsefesinin kökten değişime zorlandığı, üniter devlet yapısının değişmesinin zorunlu hale geldiği bir eşikteyiz. Bu konuda zamanında karar vermekten ve gelişmeleri yönetmektenaciz yönetim ve devlet yapısı sınırlarına dayandı, korkularının girdabıyla karşı karşıya. Bu durum ülkeyi bölgesel bir maceraya girmeye açık hale getirdi. Son dönemde çok sık Irak’ın Kuveyt çılgınlığının anımsatılması boşuna değil. Bu bile Türkiye’yi bekleyen tehlikenin büyüklüğünü göstermeye yetiyor.
Kürdlerin eski halde yaşamasının imkansızlaştığı bir süreçte, Türk devleti merkezi yönetimi anlayışını ve yapısını koruyamamanın kriziyle, yeniyi şekillendirememenin krizini birlikte yaşıyor. İktidar partisi, Devlet Bahçeli gibi Türk milliyetçileriyle ittifakla ve MHP’lileşen söylem ve dille “milliyetçi muhafazakâr muteber vatandaş” projesiyle krizi öteleme arayışlarına 16 Nisan referandumunda beklenen karşılığı bulmadı. Aksine bu arayış milliyetçi duyguları derinleştirerek krizi kronikleştirdi.
Kronikleşen kriz, doğal olarak siyasi partileri sarıp sarmaladı. Parlamentoda yer alan iktidar partisi dışındaki partiler, sorunlara çözüm üretemeyerek kendi krizlerini yaratılar. Referandum sonuçları MHP’nin ne derece derin krizle yüz yüze olduğunu gösterdi. Devlet Bahçeli’nin, Sarayın koruması altında ve yamacında krizi aşma siyaseti fiyasko ile sonuçlandı.
CHP’nin en küçük rüzgâr esintisine bile ne kadar korunaksız olduğu, referandum gecesinden başlayan gelişmelerle bir kez daha su yüzüne çıktı. Her fırsatta cumhuriyetin kurucusu olmakla övünen ve yetinen ana muhalefet partisinin, Türkiye’nin sorunlarının çözümünün önünde büyük bir tıkaç görevi gördüğü gün gibi ortada. CHPde dayanma gücünün sınırına doğru hızla ilerliyor. CHP’nin, kurucu misyonunun sonuna gelindiği kavramaması ve görememesi siyasetini güncelleştirmesi engelliyor. CHP, referandum sonrası olaylarda olduğu gibi kendi seçmen kitlesini dahi yönetemez, önünde yürüyemez bir haldedir. Bu hal sürdürülebilir değildir. Değişime direnen değiştirilir.
Ana akım Kürd siyasetinde, çok merkezlilik ve seçilmişlerin tasfiyesi, silahlı var oluşun belirleyiciliğinde ve küresel aktörlerinin açtığı alanla sınırlı etki gücü olması, Kürd sorununun uluslararası boyutunun bir sonucu olarak şekilleniyor. Bu durum, Türkiye siyasetinin çarpıklığının ve kendine özgü dinamikleri yaratamamış olmasının dışavurumudur.
Merkez sağ ve sol siyasetinin dağıldığı ve çöktüğü uzun dönem içindemuhafazakâr kimlikle onların yerini dolduran, işlevini yerine getiren iktidar partisi de, sınırlarına doğru hızla ilerliyor. İktidar partisi mensuplarının referandumda kriz yönetme konusunda çokta maharetli olmadıkları açığa çıktı. Türk usulü yönetim modeli önerisiyle siyasi ihtiraslarına, hırslarına yenik düşmenin ağır bedelini 80 milyona ödetirken, devlet kurumlarının içlerinin boşaltılmasına ve toplumda sosyal çürümeye yol açıldı. Bu, KHK’larla ülke idare etmenin gemiyi batırma riski taşıdığının dahi farkında olamama halinde net bir şekilde görülüyor. Ülke yönetilemez bir durumla karşı karşıya. Ama seçmenin yarısı bu duruma rıza göstermeye devam ediyor.
Bu krizin aşılmasına önayak olacak bir siyasal yapılanmanın yokluğunda, krizden çıkış büyük bir olasılıkla Türkiye’nin uluslararasını alanda küme düşmesi sonucunu doğuracaktır. AB ile ilişkilerin geldiği nokta, ABD ile ilişkilerin aldığı hal bunun emareleridir. Krizini aşamayan Türkiye, orta vadede kaybedenler tarafında yer alacak. Kürd korkusuyla oluşturulan, “Kürdler kazanmasın da kim kazanırsa kazansın” siyaseti, Türkiye’ye kaybettirecek.
Bu büyük bir enkazın oluşması demektir. Bunu önlemek için iki şeyin hızla yapılması gerekiyor. Birincisi Kürdlerin devletin reorganizasyon sürecinden dışlama politikası terk edilmesiyle ve Kürd realitesinin gereğinin yerine getirilmesiyle, egemenliğin paylaşılması. Diğeri ise çoğulcu bir sivil toplum örgütlenmesine imkân tanımaktır. Sivil toplumun tek tipleştirilmesine son vermektir. Bunu, reform yapma beceri, kabiliyet ve cesaretine sahip siyasal özne başarabilir. İktidar partisi, 2010 yılında sonra hızla bu özellikleri yitirdi.
Hakan Tahmaz
(IMP News)