350 hareketi atmosferdeki sera gazlarının güvenli seviye olarak milyonda 350 parçacığa inmesi gerektiğini savunan, ABD merkezli olan ama tüm dünyaya yayılmış yine dünya genelinde eş zamanlı büyük iklim eylemlerinin örgütlenmesinde rol alan bir kampanya.
Bu hareketin kurucularından Bill McKiben son yazılarından birisinde kendisine çok sayıda insanın iklim değişikliğini durdurmak için “Ben ne yapabilirim?” sorusunu sorduğunu ve yıllar içinde bu soruya verdiği cevabın neden değiştiğini anlatmış.
Evet bir çok insan olumsuz bir gidişat olduğunu görüyor, bunu değiştirmek istediğini, eyleme geçmek istediğini beyan ediyor. İnsanların bunu diyebilmesini sağlayan ise daha iklim değişikliğinin somut etkilerini bugünkü kadar hissetmediğimiz dönemlerde yani iklim değişikliğinin de bizzat bir aktör olarak sahnede yer almadığı zamanlarda inatla, ısrarla örgütlenen iklim hareketidir.
İklim hareketimizin büyük çabası sayesinde dünyadaki tüm diğer açlık, yoksulluk, savaş, cinsiyetçilik gibi sorunları arasında başlı başına iklim değişikliğinin de yer almasını sağladık.
İklim hızla değişiyor
Bill McKiben yazısında ben ne yapabilirim sorusuna bugün verdiğim cevap otuz yıl öncesinde verdiğim cevabın neredeyse tam aksi yönde diyor. Otuz yıl önce insanların kendi hayatlarında yapacakları değişiklikler, çatısını güneş panelleriyle kaplama, bisiklete binme, yerel gıdalar tüketme gibi değişikliklerin kayda değer bir değişime yol açabileceği, bu değişimlerin etkili olabileceği bir zamanımızın olduğunu düşünüyordum ama artık bunun iklim değişikliğini çözeceği düşüncesiyle kendimi aldatmıyorum diyor.
Bill McKiben’ın yanıtlarını neyin değiştirdiğine geçmeden önce bireysel alışkanlıklarımızı değiştirme üzerine burada bir parantez açmak gerekiyor. Yaptığımız bu değişiklikler asla önemsiz değil. Ama yapılan bu değişikliklerin iklim değişikliğini durdurmak için ihtiyacımız olan karbon azaltım seviyelerine 1) Matematiksel olarak bizi ulaştırmayacağını 2) İklim değişikliğinin hızının buna imkan tanımadığını bilmemiz gerekiyor. İklim değişikliğinin beklenenden, öngörülenden daha hızlı gerçekleşmesini dikkate almamız gerekiyor ki Bill McKiben’ın da cevaplarını değiştiren en önemli etken bu. Biliminsanlarının açıklamalarında en fazla duyduğumuz ifade “tahmin edilenden daha hızlı.” Her alanda bunu işitiyoruz, buzullar daha hızlı eriyor, okyanuslar daha hızlı asitleniyor, sıcaklık rekorları daha hızlı kırılıyor. 2016 yılı, 2014 yılının kırdığı rekoru kıran 2015 yılının kırdığı rekoru kırıp geçti. Irak’ta Basra’da, sıcaklık geçen yaz 54 derece oldu. Bu tarihte kaydedilmiş en sıcak derece, insanın sıcaklık direncinin de tam sınırı. Somali’de yaşanan kuraklığa ilişkin dört gün önce çıkan bir haberde şu bilgi vardı “700 kampın kurulu olduğu Baidoa’da 1 milyon 200 bin insan kalıyor” bu insanlar kuraklık nedeniyle tüm yaşamsal imkanlarını, tarım hayvancılık yitirmiş iklim mültecileri ve kamplarda çok kötü koşullarda kalıyorlar. Haberde kuraklığın en fazla çocukları etkilediği, güneşten çocuklarda yanık vakaları oluştuğu, hastanelerin ise ihtiyacı karşılayamadığı yer alıyordu.
Ekolojik kriz, ekonomik kriz çakışması
Bu böyle devam ederse karşı karşıya kalacağımız sorunların büyüklüğünü dahi tahmin edemeyiz. Ayrıca bu gelişmeler küresel kapitalizmin krizde olduğu, savaş politikalarının, ırkçılığın, göçmen karşıtlığının, militarizmin yükselişte, emperyalistler arası çelişkilerin yoğunlaştığı bir dünyada gerçekleşiyor. Ekonomik ve ekolojik krizin çakıştığı bir dönemden bahsediyoruz. Bu iki krizin çakışması yıkımın boyutlarını her açıdan artırıyor. Basit bir örnek açıklayıcı olacaktır: İklim krizinin oluşmasında gelişmiş Batı ekonomilerinin tarihsel sorumluluğu var. Küresel güneyin yoksulları tarihsel olarak iklim krizinin yaratılmasında daha az sorumlular ama aynı zamanda iklim değişikliğinden daha fazla etkilenir durumdalar. Neoliberal politikalar sayesinde bu ülkelerde kamusal hizmet olanakları da yok denilecek kadar zayıf. Bu gerçekliğe uygun olarak “iklim borcu” kavramı içinde iklim adaleti talep eden kampanyalar yapmıştık. İklim krizine adapte olmak, iklim krizinin yaratacağı olumsuz koşullara karşı bir ölçüde bu toplumların direncini artırmak, zararları telafi etmek için bir “hasar ve kayıp mekanizması” yaratılması, yani gelişmiş batının yoksul güneye kaynak aktarmasını talep etmiştik. İklim zirvelerinde bu sözler verilse bile gelişmiş ülkeler vaat ettikleri bu paraları ekonomik krizi de bahane ederek ödemediler. Bu yardımlar gerçekleşmiş olsaydı Somali’de kamp koşulları daha iyi, daha fazla hastane olabilirdi.
Fosil yakıtların kullanımı ve arazi yapısındaki radikal değişiklikler nedeniyle atmosferdeki sera gazlarının birikmesi ve bunun sonucu gezegenin sıcaklığının artması içinde yaşadığımız iklim değişikliğinin bilimsel açıklaması. Bu gelişmeyi durdurmak için çözüm olanaklarımız yok mu?Fosil yakıtların yerine ikame edebileceğimiz güneş ve rüzgar gibi enerji türlerimiz var. Ormanları, sulak alanları koruyabiliriz. İklim değişikliği ile kaybedeceklerimizi düşündüğümüzde 30 yıldır atılabilecek sayısız adım vardı. Ama geçtiğimiz 30 yılda karbon seviyelerinin sabit tutulmasından vaz geçtik, onca verilen söze rağmen bu seviyelerin hızla yükselişine tanık oluyoruz. Bu duruma neyin sebep olduğunu bilmemiz ve onu ortadan kaldırmamız gerekiyor.
Sosyalistlerin bu soruya yanıtı çok net: Bu krizin sorumlusu kâra ve rekabete dayalı, sürekli büyümek zorunda olan kapitalist sistem.
Nuran Yüce
(Sosyalist İşçi)