AK Parti, toplumun 12 Eylül Askeri Darbesi mamulü anayasa yerine demokratik ve sivil yeni anayasa beklentisini, 2007 Cumhurbaşkanı seçimleri krizi ile satın aldı. Dokuz yıldır bu beklentiyi hep diri, canlı tuttu.
Kendinden önceki hükümetler gibi, AK Parti’de 12 Eylül anayasasında siyasal konjonktürün gerektirdiği ve partisinin ihtiyaç duyduğu değişikliklerle yetindi. Bu değişliklerin hiç biri toplumsal beklentileri esasında karşılayan kapsamda ve yanıt verir nitelikte olmadı. 12 Eylül 2010 referandumunda yapılan anayasa değişiklikleri dahi radikal demokratik bir içerikten ve farklı sosyal, siyasal toplumsal kesimlerin ihtiyaçları karşılamaktan oldukça uzaktı. Bugün daha net bir biçimde görüldü ki, 12 Eylül anayasa referandumuyla yapılan değişiklik hükümetin, önündeki engelleri temizleme operasyonu biçiminde tecelli etmiştir.
Yeni anayasa hazırlık serüveni
Bütün bu süreçlerde anayasa değişikliği ihtiyaç olarak açığa çıkmasına yol açan toplumsal ve siyasal dinamik ve ihtiyaçlar ötelenerek palyatif değişikliklerle, güncel çıkarlar gözetilerektoplum oyalandı.
Yeni anayasa ihtiyacın siyasal ve toplumsal dinamikleri AB ile müzakere sürecinin gerektirdiği reformlar ve 1923 model cumhuriyetin mağduru, dışlanmışı, mazlumu Kürdlerin ve İslami kesimin cumhuriyetle barışmasını sağlayacak reformların yapılmasıdır. Bu konulardaki taleplerin karşılanmasıydı.
Bu beklentiyi karşılamak amacıyla Türkiye’yi 12 Eylül darbe anayasasından kurtarmak için TBMM Başkanı Cemil Çiçek başkanlığında Meclis’te grubu bulunan AK Parti, CHP, MHP ve DBP’den eşit sayıda üyenin katılımıyla oluşturulan 12 kişilik TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu 19 Ekim 2011tarihinde çalışmaya başladı.
Türkiye tarihinde ilk kez sivil toplum örgütlerinin ve farklı toplumsal kesimlerin geniş katılımıyla yürütülen çalışma 707 gün sonra sonuçlandırılamadan 4 Aralık 2013 Çarşamba günü fiilen sona erdi.
Bu çalışmanın dokümanlarına ve her dört partinin anayasa önerisine buradan ulaşmak mümkün.
Rota değişikliği
Çalışmanın sonuçlandırılamamasında AK Parti’nin getirdiği başkanlık istemi önerisinin yol açtığı rivayetinin ne derece gerçeği yansıttığı bugün daha iyi anlaşılıyor. CHP ve MHP, bu çalışma sırasında komisyonda dahi başkanlık sistemi önerisini tartışmaya yanaşmamıştı. HDP öncesinin Kürd partisi olan BDP ise güçlendirilmiş parlamenter sistemde başkanlık sistemine açık bir öneri sunmuştu. Daha da ilerisi dört parti arasında birbirine yakın ve ortak en fazla anayasa önerisine AK Parti ve BDP sahipti. Bunlar sadece siyasal konularda değildi, sosyal konularda da birçok benzer önerileri var.
Tek başına bu öneriler bile Türkiye’nin ve iktidarın siyasal savruluşunun boyutunu ve derinliğini gözler önüne sermeye yetecek nitelikte. Ve tabi ki “seni başka yaptırmayacağız” siyaseti de bir başka trajedi olduğunu gösteriyor.
Yeni anayasa arzusu ve çabası içinde olanlar açısından bu iki partinin benzer önerileri demokratik bir anayasanın aksını oluşturur nitelikteydi. Bu öneriler MHP ve CHP için ise Türkiye’nin bölünmesine yol açacak içerikte önerilerdi.
Bugün ise Türk birliğini sağlamlaştıracak bir değişikliğe gidilmek isteniyor. Ne oldu da bugün bambaşka bir düzlem ve yönde gelişmelerle karşı karşıyayız. Merkezi yönetim ve idari yapıyı değiştirme ve yerelleştirme iddiasıyla yola çıkan AK Parti, neden daha merkeziyetçi ve kamusal gücü tek elde toplanmasını sağlayacak, adı kağıt üzerinde cumhurbaşkanlığı olan “milli başkanlık” sistemiyle “yeni Türkiye” inşa etmeye çalışıyor. Osmanlı’nın mirasına sahip çıkanlar, Osmanlı’nın ademi merkeziyetçiliğinden “milli başkanlığa” nasıl ulaştılar.
Kırılma noktası
Hiç kuşkusuz bunların Çözüm Süreci’nin bitirilmesi ve savaşın yeniden başlaması çok fazla bir şeyi izah etmiyor. Bölgesel ve küresel gelişmeler bu değişimde önemli bir rol oynadığı çok açık. Gezi direnişi, Suriye’de/Kobanê’de yaşanan gelişmeler, 6-7 Kobanê kalkışması AK Parti’yi yeni tür “millileşmeye” kaydırdı. Bu kayma hali savaşın başlamasının ve Çözüm Sürecin bitirilmesini getirdi.
AB ile müzakerenin gereği ve 2007 Cumhurbaşkanı krizi nedeniyle reformlara yönelen iktidar, bu gelişmeler karşısında ters yöne gitmeyi kendi ikbali için daha hayırlı bir yol olduğuna karar vermiş gözüküyor. Bu zeminde MHP ile ortaklaşması daha fazla mümkün hale geldi. Her iki partinin ideolojik hamurlarındaki Türklüğe dayalı ortak paydalar ortaklığının amentüsünü oluşturuyor.
7 Haziran seçimlerinden sonra gerçekleşmesi istenen AK Parti ve MHP ittifakı geçte olsa 15 Temmuz darbe teşebbüsünün yarattığı kaotik ortamı fırsata dönüştürülmesiyle Cumhurbaşkanın arzuladığı bir çerçevede gerçekleşiyor.
Bu ittifak, kendi tabirleriyle son virajı nasıl alırsa alınsın artık Türkiye yeni bir yola sokuldu. Bu yol, AB ile müzakere sürecinde yapılan reformlarla, iyileştirmelerle girilmek istenen yolun tam aksi istikamettedir. Bu yoldan dönülmesi oldukça zor olacak ve zaman alacak.
Zorlaştıran temel nedenlerden birisi de mevcut “millici blok” karşısında olanların parçalı duruşları, iç tutarsızlıkları ve alternatif öneriye sahip olmamalarıdır. CHP’nin çoğu zaman bu millicilerle aynı kulvarda siyaset üretmesi ve ana akım Kürd siyasetinin, demokratik alanda kendi yanlışları nedeniyle de etkisizleşmesi gibi faktörler seçmeni hayırhah tercihte bulunmasına yol açacağını gösteriyor. 1 Kasım seçimlerinde tam böyle olmadı mı?
Sonuç yerine
Bir süredir Türkiye’nin siyasal gidişatın toplumda yarattığı kaygıyı ve korkuyu yenecek olan “eski, yeni” statükoculuktan sıyrılmak, kendi sözüne ve sesine tapma noktasını aşmaktır. Muktedir olandan merhamet dileyerek bu gidişi durdurmanın imkansızlığını bilenler, her türden toplumsal taleplerin paydaşlarının ortaya çıkmasını sağlamaya elverişli siyaset izlemeliler.
Yeni milli kurtuluş savaşı verildiğini iddia edenlerin “milli birlik cephesinin” veya “Yenikapı ruhunun” çeperinde dolaşmanın ve AK Parti’yi alternatifsiz kılmanın sonuçlarıyla yüz yüzeyi. Bu süreç tersine AK Parti’ye oy verenlerin siyasal tutumunun değişimine yol açacak siyasal ve toplumsalzeminler inşa edilerek çevrilir. Felaket gidişatı frenleyecek fırsat ve güç yaratılabilir. Kürd barışının önünü açılır.
Hakan Tahmaz
(imp-news.com)