Hep kullandığımız kelimelerin bazen zaman içinde anlamı kayar. Daha düne kadar belli bir anlam ifade eden bir kelime başka bir anlamda kullanılmaya başlar.
Örneğin, darbeci Albay M.D., ifadesinde “Erdoğan’ın TV’den halkı sokağa çağırmasının ardından sıkıntı oluştu” demiş.
“Sıkıntı” artık günümüzde her türlü olumsuzluk anlamında kullanılmaya başladı. Yağmurlu havada ayakkabının su alması da sıkıntı, darbe yapmaya çalışıp becerememek de.
Terör kelimesi de böyle. Sözlüklerde “yıldırı”, “yıldırma” diyor gerçi, ama aşağı yukarı “silahlı eylem” anlamına geliyor artık.
Oysa “terör” korku demek. Zaten İngilizce (terror) veya Fransızca (terreur) sözlükler de öyle anlatıyor: “yoğun, keskin, ezici korku.”
Kelimeyi birazdan kullanacağım da, onun için vurguluyorum.
İki hafta önce bir Alman dergisi benimle söyleşi yaptı.
Sorulardan biri şöyleydi: “Baskı, devasa boyutlara ulaştı: 40.000 kişi cezaevine atıldı, 150.000 memur işini kaybetti. Türkiye’ye ‘terör rejimi’ diyenler var. Sizce Türkiye faşist bir devlet olma yolunda mı?”
“Faşizm” lafını bir kenara bırakalım dedim. Beğenmediğimiz her şey, baskıcı olan her şey faşizm değildir. Faşist bir devletin sınırları içinde sendikalar, grevler, gösteriler olmaz, ulusal bir azınlığın kendi partisi, mecliste milletvekilleri olmaz, geçelim, dedim.
Ama “terör rejimi” ifadesiyle çok fazla sorunum yok doğrusu.
Yok, çünkü Temmuz ayından beri Türkiye’de bir korku rejiminin hüküm sürdüğü gün gibi aşikâr.
Kürt halkının haklarını savunmak ve/veya sosyalist olmak bu topraklarda her zaman az veya çok korkutucu bir şey olmuştur. Kişi korkabilir veya korkmayabilir, ama devletin kişiye korkutucu bir şeyler yapma ihtimali her zaman olmuştur. Biz de buna aşağı yukarı alışmışızdır.
Ama bugün farklı.
Bugün, korku çok daha yaygın. Kürtlerle de, solculukla da alakası olmayan insanlar da korku içinde.
Herkes biliyor ki, Aslı Erdoğan’dan Ali Bulaç’a, Ahmet Altan’dan Ahmet Türk’e ve adını bile bilmediğimiz binlerce memura kadar pek çok kişi tümüyle suçsuz. Ne silaha külaha bulaşmışlar, ne darbeye, ne de herhangi başka bir yasadışılığa. Ama yine de hapisteler, işsizler.
Devlet toplumun bir kesimine haksızca eziyet ettiğinde, toplumun geri kalanı buna göz yumabilir. “Aman susayım, bana dokunmasın” diye düşünebilir.
Devlet toplumun tümüne korku saldığında, haksızca, hukuksuzca herkese eziyet ettiğinde, eninde sonunda korku duvarı aşılır. Susmanın faydası yoktur, kaçacak yer kalmamıştır çünkü.
Korkunun krallığı uzun olmaz.
Roni Margulies
(Sosyalist İşçi)