Hillary Clinton’ın Demokrat Parti’nin başkan adayı olduğu kesinleştiğinden beri, solu onun arkasına dizmek için her zamanki argümanlar kullanılmaya başlandı.
Bunlardan en önemlisi Demokrat adayın olumlu niteliklerine değil, onun Cumhuriyetçi rakibinin olumsuz niteliklerine odaklanıyor. Cumhuriyetçi adayın benzeri görülmemiş bir sağcılığı temsil ettiği teması oldukça eski bir argüman. 1964’te Barry Goldwater’ı, 1980’de Ronald Reagan’ı ve 2000’de George W. Bush’u durdurmak için Demokrat Parti adaylarına oy verilmesi gerektiğinin anlatıldığını hatırlıyorum.
Elbette bu söylediklerime çabuk bir cevap verilebilir ve Donald Trump’ın gerçekten de benzeri görülmemiş bir sağcılığı temsil ettiği söylenebilir. Trump’ın merkez sola Allah’ın bir lütfu olduğunu düşünenler bile olabilir. Özellikle budala bir Guardian köşe yazarı onu (ve kült lideri Charlie Manson’ı) geçtiğimiz gün Corbyn’e iftira atmak için kullandı. Gerçek olan ise Trump’ın başarısının, ABD’deki siyasal ortamın 1960’lardan bu yana istikrarlı bir şekilde sağa kaydığını gösteriyor olması. Ancak bu Clinton’a oy vermek için bir neden değil. O başlı başına bir siyasal aktör. Bu yüzden onu, eşi Bill Clinton’a benzetmek yanlış olur. Yine de Bill Clinton’ın 1993-2001 dönemindeki başkanlığında Hillary Clinton önemli bir figürdü.
Bill Clinton Demokratları sözde “Reagan Devrimi”ni kabul etmeleri yönünde eğiterek siyasal ortamı sağa kaydırmakta kritik bir rol oynadı. Bu durum, içeride neo-liberalizm, dışarıda ise ABD gücünün daha saldırgan bir şekilde ileri sürülmesi anlamına geliyordu. Bill Clinton yönetimi küresel olarak serbest pazar politikalarını savundu, refah devletini parçaladı ve askeri tehdidi bir diplomasi aracı haline getirdi. Hillary Clinton, Dışişleri Bakanı olduğu 2008-2013 yılları arasında bu yaklaşımı sürdürdü. Askeri hareket düzenlemeye Obama’dan daha hevesliydi. Üstelik Clinton’lar kendi politikalarının desteklediği servetten paylarını almayı da garantilediler. Kısa zaman önce Financial Times gazetesinde yayınlanan bir yazıya göre “Bay ve Bayan Clinton 2001 yılında, kendi iddialarına göre para sıkıntısı çekerek Beyaz Saray’dan ayrıldıktan sonra, çoğunlukla konuşmalar yaparak, kitap yazarak ve danışmanlık yaparak çeyrek milyar dolar kazandılar.
Yani Hillary Clinton, hem Trump’ın hem de Bernie Sanders’ın tarafından liderlik ettiği seçmen isyanlarının karşı çıktığı düzenin mükemmel bir sembolü. Elbette milyarder bir gayrimenkul komisyoncusu olan Trump da bu düzenin öyle ya da böyle bir parçası. Trump, Clintonların vakfına yaptığı bir bağış sayesinde onların kendisinin en son düğününe katılmasını sağladığını iddia ediyor; adı geçen herkesin ahlaki niteliklerini net bir şekilde gösteren bir etkileşim. Ama Trump’ın kendisini düzenin dışından gelen biri olarak tasvir etme çabası yalnızca demogoji değil. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ABD, bir ittifaklar ağı ve Amerikan askeri gücüyle desteklenen bir açık dünya ekonomisi kurarak küresel kapitalizme egemen oldu. Trump ise bu liberal imparatorluğu sorgulayarak bazı yoksul kesimler arasında –üniversite diploması olmayan beyaz erkekler arasında 39 puan önde gidiyor– destek kazandı.
Bu yüzden korumacı ekonomik politikaların uygulanmasını savunuyor. Yakın zaman önce, Baltık cumhuriyetlerinin NATO’ya karşı olan finansal “yükümlülüklerini” yerine getirmeleri şartıyla, bu devletleri bir Rus saldırısı karşısında koruyacağını söyledi. Bu uyarıda felç geçirircesine ağzından tükürükler saçan bir Economist üslubu var. Buna göre Trump “dünyanın bugüne kadar şahit olduğu en güçlü askeri ittifakı sarsmış”.
Bunun tam aksine, Hillary Clinton bu imparatorluğun sadık bir hizmetkârı. Bu da onu düzenin bu seçimdeki adayı yapıyor. Bu yüzden pek çok önde gelen Cumhuriyetçi figür ya sessiz kalıyor veya Hillary’yi desteklemeye başlıyor. Tüm bu veriler Trump’un nahoş bir ırkçı ve cinsiyetçi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. O aynı zamanda, göreve geldiğinde ABD emperyalizminin çıkarlarına göre hareket edeceği kuşku götürmeyen bir fırsatçı. Onun mağrur vaatleri ABD toplumunun sorunlarına bir çözüm sunmuyor.
Bu seçimi kim kazanırsa kazansın, sıradan Amerikalıların öfke ve düş kırıklığı artmaya devam edecek. Clinton ve Trump nüfusun büyük kesimleriyle arası giderek daha da açılan bir iktidar yapısının temsilcileri. Clinton Trump’a göre “ehvenişer” değil. Her ikisi de adaylıklarını meşrulaştırmak için diğerine ihtiyaç duyuyor.
Alex Callinicos
(Socialist Worker'dan Onur Devrim Üçbaş çevirdi)