15 Temmuz darbe kalkışması sonrası, içte ve dışta çok geniş bir kesim, başlıktaki Türkiye nereye gidiyor sorusuna yanıt arıyor. Bu yazının yazıldığı darbe kalkışmasının 15. gününde darbe girişiminin yönetenlerin kim olduğu belli değil. Fethullah Gülen Cemaati’nin yerli ve yabancı ortakları, işbirlikçileri kimler netleşmedi. Kısa süre içinde netleşmesi pek mümkün gözükmüyor. Her şey fazlasıyla flu.
Her geçen gün darbe kalkışmasına dair sorular, sorunlar ve kuşkular daha da artıyor. Anadolu Ajansı eliyle medyaya servis edilen ifadeler, bunlardaki çelişkiler ve belirsizlikler komuta kademesine dair soru işaretlerine yol açtı.
OHAL yasasına dayanarak YAŞ toplantısı beklenmeden ilk kez, darbe girişiminde yer alan 1684 asker ordudan ihraç edildi. Komuta kademesi görev başında. Ama darbeyi tezgâhlayan Yurtta Sulh Konseyi açıklanmadı. 15. günü geride bırakan meydanlardaki demokrasi nöbetinin daha ne zamana kadar devam edeceği beli değil. Bütün bunlar hala çeşitli pazarlıkların belirtisi olabilir mi?
Başlıktaki sorunun yaygınlık kazanmasının önemli nedenlerinden biri de, Batı ülkelerinin ve kamuoyunun darbe kalkışmasına takındıkları tutum oluşturuyor. Batılı devletler ve Batı kamuoyu, Gülen Cemaati ile darbe kalkışmasını ilişkilendirmek istemedikleri gibi, bütün olup biteni Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hedefiyle ve siyasal hırsıyla izah etmeye çalışıyorlar. Türkiye’de 15 Temmuz sonrası oluşan yaygın ve güçlü toplumsal duyarlılığı, tepkiyi görmemezlikten geliyorlar, kıymet vermiyorlar. Bu tutumlarıyla Cumhurbaşkanı’nın ve milliyetçilerin elini iç siyasette fazlasıyla güçlendirdiklerinin farkında değiller veya önemsemiyorlar.
ABD ve AB yetkililerinin, OHAL ile birlikte yaygınlaşan işkence, kötü muamele, gözaltı, açığa alma ve tutuklama gibi temel insan hakları konularında gösterdiği haklı, doğal tepki ve duyarlılığı, 15 Temmuz gecesi darbecilerin yaptıkları katliamlara karşı, yaşam hakkı konusunda göstermemiş olmaları izaha muhtaçtır. Türkiye’nin içine sürüklendiği kaosun derinliğinin farkında değiller.
Bu anlaşılması ve kabul edilmesi mümkün olmayan yaklaşımın değişmemesinin ne gibi sonuçlara yol açacağı ise Ak Parti’nin izleyeceği siyasetle kısa süre sonra daha net görülecek. Tahminlerin ötesinde kötü şeyler olma olasılığı oldukça yüksek. Türkiye bir tür “ara rejimin” keskin virajında.
Bu bakımdan Cumhurbaşkanı’nın 25 Temmuz 2016 Pazartesi günü Saray’da Ak Parti, CHP ve MHP lideriyle gerçekleştirdiği zirvede şekillendirilmeye başlanılan “yeni milli birlik” konsepti, fazlasıyla önem arz ediyor. Bu milli birlik zirvesinden HDP liderinin dışlanmasının Kürd siyasal hareketini hatta Kuzeyli Kürdleri, dışlama maksatlı bir tutum olup olmadığı ise bir süre sonra net ortaya çıktığında konseptin de kapsamı tam olarak belirmiş olacak.
Saray mutabakatında, bu sürecin OHAL’in ötesinde bir tür “ara rejim” dönemi olacağının emareleri belirdi. Bu “ara rejimin” nasıl bir şey olduğu, ne kadar süreceği çok net değil. Ama devletin reorganizasyon sürecinde HDP’yi tutma iradesinin ipuçları ortaya çıkmaya başladı.
HDP’yi mutabakat dışında tutmak, ara rejimin niteliğini gösteriyor ve devletin reorganizasyonu sırasında Kürd sorununun çözümüne kapıları kapatmaktır. Bu ise çatışmanın şiddetlenmesine davetiye çıkarmaktır. Kaos ve krizi derinleştirecek bu siyaset, Türkiye’nin Batı’dan kopuşuna giden yolun taşlarının döşenmesi ve büyük bir buhranın kapısının aralanmasıdır.
Ortadoğu’nun bugünkü haliyle, bu gidiş, Türkiye için olduğu kadar, Batı için de büyük bir tehdittir. NATO ülkesi Türkiye, Batı’yı kolay gözden çıkaramayabilir, ama içeride milliyetçi ve mukaddesatçı bir biçimde aşırı derece güçlenmiş Ak Parti’nin ne yapabileceğini de kestirmek çok zor. Bir de milli korkuya dönüşen Rojava kantonlarının, anayasal statü kazanma ve Güney’de gündeme gelen referandum olasılığı saray mutabakatçılarını her an her türlü çılgınlığa sürükleyebilir.
Hakan Tahmaz
(Bas Haber)