Avrupa Birliği bir patronlar kulübüdür. Dünyanın en büyük ekonomik bloku, üyesi olan 28 ülkenin egemen sınıfları adına bölgeyi yönetmeye çalışıyor.
Ve AB uzun süredir büyük bir krizde. Ekonomik kriz ve Ortadoğu’daki savaş, bu birliğin “demokrasi” veya “özgürlükler” adına taşıdığı sahte iddiaların birer birer çökmesine neden oldu.
Bugün Fransa’da, Belçika’da, Yunanistan’da grevler var. AB işçilerin düşmanı.
İki yılda binlerce Suriyeli mülteci, AB’nin ırkçı politikaları yüzünden Ege ve Akdeniz’de can verdi. AB, mültecilerin düşmanı.
İngiltere’deki AB referandumunun sonucu, AB’yi iyice büyük bir tehlikenin içine itti.
Avrupa’nın en büyük askeri gücü ve en büyük ikinci ekonomik gücü, halkının tercihi doğrultusunda AB’den kopma kararı aldı.
Şimdi İtalya, İspanya gibi diğer ülkelerde, kriz nedeniyle ekonominin küçüldüğü, krize çare olarak sosyal devlete ve işçilerin haklarına saldırının uygulandığı bir dizi yerde AB tartışmaya açıldı ve yeni referandumlar gündeme gelebilir.
Bu, gerçekten de tarihi bir kırılma noktası.
İngiltere’de sol, referandum üzerinden bölündü. Bazı sendikalar ve sol örgütler, “Lexit” adını verdikleri, AB’den kopuşu enternasyonalist ve sol değerler üzerinden savunan bir kampanya yürüttülar.
İşçi Partisi, sendikaların önemlice bir bölümü ve radikal solun bir kısmı ise AB’de kalmayı savundu. Bu kesimin temel iddiası şuydu: AB’den kopma kampanyasını yürütenler ırkçı UKIP ve Muhafazakâr Parti’nin sağ kanadı, dolayısıyla referandumdan “ayrılma” sonucu çıkarsa sağ güçlenecek.
Referandumdan %52 ile ayrılma sonucunun ardından olup bitenler, bu analizin bütünüyle yanlış çıktığını gösteriyor.
Başbakan David Cameron referandumun hemen ardından istifa etti, onun yerine geleceği iddia edilen daha sağcı Boris Johnson liderlik yarışından çekildi. Toryler, kendi gazetelerinden The Daily Mail’in manşetinde “alevler içinde bir parti” olarak tanımlanıyorlar.
Labour'ın sağ kanadı Corbyn'i indirmek için harekete geçti, Londra başta olmak üzere ülkenin her yerinde buna karşı on binlerce kişi sokaklara çıktı, 60 bin yeni üye Labour'a katıldı, parti içi "darbe" püskürtüldü.
UKIP'in tek milletvekili seçim kampanyasındaki göçmen karşıtlığını abartılı bulduğunu deklare ederek Farage'ı eleştirdi ve partiden atılması gündemde.
Ülkede erken seçimlere gidilmesi büyük bir olasılık ve anketlerde Muhafazakârlar’ın oy kaybettiği, Labour’ın yükselişe geçtiği, ırkçı UKIP’in ise ya yerinde saydığı ya da oy kaybettiği gözüküyor.
Ve tartışmalar hepimiz için önemli dersler içeriyor. “AB’de kalma” yanlısı solcular, %52’yi Türkiye’deki seçim analizlerinden aşina olduğumuz şekilde “cahil” ilan ediyorlar. Referandumun tekrarlanması talebini dile getiriyorlar. Teorileri hayatı açıklayamayınca hayatı teorilerine uydurmaya çalışıp referandum sonrası artan ırkçı saldırıları raporluyorlar.
Referandum sırasında iki tarafın da kampanyasını yürüten ana güçlerin göçmen karşıtı argümanları benimsediği açık. “Ayrılma” yanlılarının içinde ırkçıların olduğu, bunların bazılarının şimdi kendilerini daha güçlü hissettikleri de.
Ancak zaten İngiltere’de göçmen düşmanlığa karşı mücadelenin başını, örneğin daha önce “sınır kontrolleri”ne destek için muglar bastıran Labour’ın sağ kanadı değil, “Lexit” kampanyasını yürütenler çekiyor. Seçimden sonra birçok şehirde mültecilerle dayanışmak için sokağa döküldüler. Bu sayede şu ana kadar İngiltere halkının üçte biri mültecilere maddi olarak yardımda bulunmuş, en son ankete göre İngiltere’nin %84’ü “ayrılma” oyu verenlerin %77’si mülecilerin kalması gerektiğini düşünüyor. 16 Temmuz’da hem kemer sıkmaya hem de ırkçılığa karşı büyük bir gösteri örgütleniyor.
AB’de kalınmasını savunan sol örgütler ise hafta sonunda çok talihsiz bir yürüyüşte yer aldılar. Facebook üzerinden bireysel bir çabayla örgütlendiği söylenen, Londra’da yapılan AB yanlısı gösteride “AB’yi seviyoruz” pankartları taşındı, Liberal Demokratlar’ın egemenliğindeki kürsüden Corbyn’e istifa çağrıları yapıldı.
Ancak İngiltere’de hafta sonunda başka tür eylemler ve gösteriler de oldu. Corbyn’i İşçi Partisi’nin sağ kanadına karşı savunan yürüyüşlerde ise emek örgütlerinin ve solun sloganları hakimdi. Üstelik bu gösteriler, örneğin “AB’den ayrılma” yönündeki oyların çok kuvvetli olduğu kentlerde de yapıldı.
İngiliz egemen sınıfı büyük bir krizde. Üç büyük parti, Muhafazakârlar, İşçi Partisi ve Liberal Demokratlar “AB’de kalma”yı merkezi hat olarak savunmasına rağmen, Yeşiller’den İskoç Ulusal Partisi’ne, Galler’in Plaid Cymru’sundan İrlanda’nın Sinn Fein’ına diğer irili ufaklı tüm partiler bunun yanında olmasına rağmen halk sisteme ve Avrupa’nın elitlerine öfkesini kustu.
Bu insanları basitçe “ırkçı” veya “cahil” ilan etmek, Beyaz Saray’dan IMF’ye Avrupa kapitalizminin “birliğini” destekleyen tüm güçlere eklemlenmeye yol açıyor. Enternasyonalist temellerde çıkışı savunmak ise bu öfkeye ve İngiltere’nin sıradan insanlarına hitap eden bir pozisyon ile solu avantajlı kılıyor.
Üstelik bütün bu tartışma, Syriza’nın %61’lik “OXI” oyuna rağmen AB ile uzlaşmaya vardığı, AB’nin değiştirilebileceği yönündeki sol reformist tezin çöktüğü bir bağlamda yaşanıyor.
AB reforme edilemez. Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası gibi temel kurumları seçilmemiş bürokratların denetiminde. Avrupa Parlamentosu’nun güçleri ise sınırlı ve çoğu zaman ihmal ediliyor.
Bu birlik, işçilerin ve ezilenlerin çıkarlarını korumuyor. AB ülkelerinde bunlara dair ne varsa, hepsi mücadeleyle kazanıldı.
Mücadelede doğru taraf, Fransa ve Belçika’nın grevci işçileri, İngiltere’de ise on yıllardır görülen en büyük krize yol açan sıradan insanlar.
Sol, her yerde, bu mücadelelerin bir parçası olduğu ölçüde, diğer ülkelerdeki sınıf kardeşleriyle dayanışma gösterebildiği sürece güçlü.
Ozan Tekin