Bir yıldır bu topraklarda Kürd Meselesi’nde kızılca kıyamet kopuyor. Savaş nitelik değiştirdi. En büyük tehlike ve vahim olanı ise savaşın toplumun tarafından kanıksamaya başlanmasıdır. Dahası iktidar çevresi ve onun bu konudaki ortakları milliyetçi, ulusalcı milli ortakları savaşla yaşamaya alışılmasını öğütlüyorlar, sabah akşam ‘savaşa teslim olun’ çağrısı yapıyorlar.
Açık konuşmak gerek, bu savaşın ulusal veya uluslararası hukukta hiçbir karşılığı, meşruiyeti yok. Hukuki, siyasi, ahlaki, dini hiçbir değere bağlı bir savaş yürütülmüyor. ‘Her yol mübah’ anlayışıyla sürdürülen savaşın yarattığı sorunlar, tedavisi çok zor toplumsal yaralar açıyor.
40 yıldır süren Kürdlerle savaşın yeni döneminin nasıl ve ne zaman sona erebileceği öngörülemez bir hal aldı. Şimdi ciddi toplumsal travmalara yol açma potansiyeli taşıyan bir savaş sürdürülüyor. İnsanlar evlatlarının cenazeleriyle günlerce birlikte yaşamaya, uzuvlarını hafriyat alanlarında toplamaya mahkûm edildiler.
Ama esas olarak savaşa karşı direnç veya barış umutlarının gelişmesi, savaşa ilişkin kuralsızlığa son vermekle ve cevapsız soruların tüketilmesiyle mümkün olabilir ancak.
Bugünkü savaşın bilinmezlerinin oldukça fazla. Bunun birkaç nedenlerinden biri Türkiye’de süren Kürdlerle savaşı tetikleyen en önemli etmenlerden bir olan Suriye’nin geleceğinin ne olacağının belirsiz olmasıdır. Diğeri de Kürd Meselesi ile doğrudan bağlantılı küresel aktör/devlet sayısı çoğaldı ve sorunun karmaşık hal aldı. Batılı devletlerin tamamına yakını Kürd Meselesi’nin bir parçasılar. Bu devletler, Türkiye’nin yürüttüğü Kürdlerle savaşına tavır almıyor, aksine sessiz kalarak destek veriyorlar.
Savaşın hukuksuzluğunun hukuk haline gelmiş olması ise siyasi çözüm arayışlarını zorlaştırmakla kalmıyor, belirsizliğin derinleşmesini ve toplumsal umutsuzluğun yaygınlaşmasını besliyor. Savaş daha da kirli bir halde sürdürüldüğünde ise toplumsal umutsuzluk ve hukuksuzluk daha bir derinleşiyor. Karşılıklı bir birini etkiliyorlar.
40 yıl dağda süren savaşın niteliğini belirleyen ve akıllara kazınan 17 bin köyün boşaltılması, köy/ mezra yakmalar toplu katliamlar ve yargısız infazlar oldu. Eskiden, 90’larda köyler boşaltılarak yakıldı. İnsanlar sokaklarda infaz ediliyordu. Bu uygulamaların ortak bir gerekçesi, ‘PKK terör örgütüne yardım ve yatakçılık’ olurdu. Bu gün Kürd kentleri, sokakları ve evleri/işyerleri içinde insanlar olduğu biline, biline havaya uçuruluyor, askeri araçlarla imha ediliyor. “Yeni bir Doğu ve Güneydoğu yaratmak” için tarih en kanlı ve kirli savaşı/temizlik hareketi yapılıyor.
Hiçbir gerekçe ve bahane, devlete 21. Yüzyılda bu derece hukuksuz, acımasız ve vahşice haksız savaşı sürdürülmesini haklı kılmaz. Bu, ancak gerçek anlamda çaresizlik hissine kapılmakla ve acizlik içine düşmekle açıklanabilir.
Ankara’nın PKK’ye, Kürd siyasetine karşı kullandığı dil, yürüttüğü propaganda Kürdleri, daha da ötekileştiriyor. ‘Kardeşim' edebiyatının büyük yalandan ibaret olduğu açığa çıkıyor. Güvenlik güçlerinin operasyon bölgelerinde duvarlara yazdıkları yazılar, araçlardan yaptıkları anasonlar, çaldıkları marşlar, yandaş ve ana akım medyanın dili, manşetleri, haber başlıkları, ’Alevi/Yezid’ vurgu ve hatırlatmaların, ’dış güçlerin işbirlikçisi’ gibi söylem ve ithamlar bütün toplum nezdinde Kürdleri karşıtlığı büyütüyor, derinleştiriyor. Özellikle Ortadoğu’daki Arap-Kürd gerilimine eklemlenen Türk geriliminin boyutların nereye varacağını ve ne türden felaketlere yol açacağını kestirmek artık mümkün değildir. İktidar ve destekçileri cadı kazanı kaynatıyorlar.
Savaşa karşı uluslararası sessizlik ise, yeni dönemin bir başka özelliği olsa gerek. ABD ve AB ülkelerinin bir yıldır evlerin, işyerlerin, tarihi dokuların imha edilmesini ve ölü sayılarının yarıştırılmasını film izler gibi izlemeleri savaş cephesinin büyüklüğünü, barış cephesinin darlığını gözler önüne seriyor.
Kobani’deki kazanımları kalıcılaştırmak için Türkiye’de çözümün ertelenmesini göze alan Kürd siyasetinin, yenilmezlik duygusuyla geliştirdiği yanlış strateji ve taktikler, felakete kulaç sallamak olduğu açığa çıkmıştır. Bunun moral etkisiyle kuralsızlığın kural haline getiren eylemlerle çıkmaz yola kaldırım taşları döşeniyor. Cenevre Sözleşmesi’ne bağlı olduğunu söyleyenlerin Vezneciler, Midyat saldırıları yapmaları tutarsızlığın ve çaresizliğin bir ürünü olabilir.
40 yıl sonra bunların olması savaşı daha da kirletti ve belirsizleştirdi. Umudu tüketen, barışı inşa edemez, siyasal çözümü yaratamaz. Bugünkü halimiz bu olsa gerek.
Hakan Tahmaz
(Bas Haber)