İstanbul’da Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nin (DSİP) düzenlediği Marksizm 2016 toplantılarına katıldım. Türkiye’de politika, son bir yılda şaşırtıcı ölçüde bir geriye gidişin içinden geçiyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, baskın figür olmaya devam ediyor. İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) ilk kez 2003 yılında zafere taşımıştı.
AKP’nin toplumsal tabanı, Anadolu’nun küçük şehirlerinde yaşayan dindar kapitalistler ve ekonomi politikaları da katı bir şekilde neoliberal. Ancak Erdoğan, Kemal Atatürk 1923’te laik cumhuriyeti kurduğundan beri dışlanmış hisseden Müslüman çoğunluğun bu duygusundan faydalanmakta oldukça usta davrandı.
Erdoğan’ın laikçi düzene en büyük meydan okuyuşu, Kürt İşçi Partisi’yle (PKK) görüşmeleri de içeren “çözüm sürecini” başlatmasıydı. PKK, 1980’lerin ortasından beri, devlet tarafından 1920’lerden beri varlığı dahi reddedilen Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savunmak için silahlı bir mücadele yürütüyor.
Bu, Erdoğan’ı Türkiye’nin “derin devleti” ile karşı karşıya getirdi. Bunun çekirdeğinde, 1960, 1971, 1980 ve 1997’deki başarılı askeri darbelerle siyasette son sözü söyleme hakkı olduğunu iddia eden ordu var.
Hükümete karşı Ergenekon adıyla bilinen askeri komplo ortaya çıkarıldığında, onlarca general tutuklanmıştı. Ancak bugün, Erdoğan orduyu Kürtlere karşı yeni bir savaş için serbest bıraktı. Hükümetin rakamlarına göre, geçtiğimiz Haziran ayından beri Kürt bölgelerindeki savaşta 6 bin kişi öldü.
Bu U-dönüşü, kısmen Erdoğan’ın kendisini kurtarma motivasyonundan kaynaklanmış olabilir. Orduyla savaşında en önemli müttefiki, yargıda ve medyada güçlü bir etkisi olan İslamcı Fethullah Gülen hareketiydi.
Ancak 2013 yılında Gülenciler, Erdoğan ve oğlu tarafından yapılan yolsuzlukların tapelerini yayınladıklarında bu ortaklık son buldu.
Erdoğan, onlara vahşi bir şekilde karşılık verdi, gazetelerine el koydu. Şimdi Erdoğan, Ergenekon’un bir mit olduğunu iddia ediyor. Generalleri serbest bıraktı, şimdi onları soruşturan Gülenci savcılar ve hakimler kovuluyor, hatta hapse atılıyor.
İç patlama
Ancak bu ters dönüşteki esas faktör Suriye’deki savaş. Erdoğan, Arap dünyasında 2011 devrimleriyle yaşanan iç patlamanın, Türkiye’yi Ortadoğu’nun lideri yapacağına inanıyordu. Beşar Esad’ın devrilmesi yönündeki arayışları doğrultusunda, Suriye’deki iç savaşa müdahil oldu.
Esad buna çok kurnazca, güçlerini Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerinden çekerek yanıt verdi. Bu bölgeler, PKK’nin Suriye kanadının gerillaları tarafından ele geçirildi.
Rojava’daki cumhuriyetleri, IŞİD ve diğer İslamcı gruplara karşı savaşlarında hem Rusya’nın hem de ABD’nin önemli bir müttefiki hâline geldi.
PKK’nin Suriye’deki ilerleyişi, Türkiye’ye sıçraması durumunda, Erdoğan için ölümcül bir tehdit oluşturur. Bu yüzden barış sürecini imha etti.
PKK, Türkiye Kürdistanı’nda şehir isyanları başlatınca, ordu buna vahşice yanıt verdi. PKK savaşçıları, ABD hava desteğinin Türkiye sınırında sona erdiğini keşfettiler.
Medyanın karartılmasıyla birlikte, Erdoğan’ın orduda yeni bulduğu arkadaşları, kasabaların tümünü yok etmek için hava gücünü ve ağır silahları kullandı. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, en önemli Kürt şehri olan Diyarbakır’ın merkezini yeniden inşa edeceğini söylediğinde, yaşanan kıyıma ışık tutmuş oldu.
Anketlerdeki %50 görünen desteğiyle, Erdoğan hâlâ zirvede. Ancak Türkiye devletini ve tüm Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmayı isteyen adam geri çekilmeye zorlandı. Şimdi Kemalist öncüllerinin yolundan gidiyor, milliyetçilik davulunu çalıyor ve Kürtlerle savaşıyor.
Erdoğan Kürtleri parçalayamayacak. Ve başarısı kısmen, 2000’lerde İngiltere, İrlanda ve İspanya’dan aşina olduğumuz emlak balonunun itici gücünü oluşturduğu ekonomik büyümeden kaynaklanıyor.
Erdoğan, faiz oranlarının düşük kalması ve böylece balonun büyümeye devam etmesi konusunda mücadele etti.
İstanbul’un silueti, birçok diğer Türk şehrinde olduğu gibi, son yıllarda değişim geçirdi.
Ama 2007-2008’deki küresel ekonomik çöküşten biliyoruz ki bu balon patlayacak. Erdoğan’ın şansının tükeneceği zaman çok uzak olmayabilir.
Alex Callinicos