Barış Vakfı, İstanbul’da sınırlı sayıda davetlinin katıldığı iki ayrı toplantı düzenledi. Toplantının konusu, Cuma Çiçek ve Vahap Coşkun’un hazırladığı “Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci: Başarısızlığı Anlamak ve Yeni Bir Yol Bulmak” başlıklı rapordu. 10 gün arayla yapılan toplantıların ilkine hükümete ikincisine ise muhalefete yakın olarak tanınan isimlerle çağrılıydı.
Her iki toplantıya katılan ve neredeyse hiçbir konuda ortaklaşmayan insanlar, ortak bir soruyu açığa çıkardılar ve etrafında tartıştılar. Hükümetin, Kürd siyasetine karşı yürüttüğü ağır ve hukuksal zemini uluslararası normlardan uzak güvenlik eksenli politikalarına kamuoyunun yüksek düzeyde destek, onay vermesi, rıza göstermesi tartışıldı. Herkes kendince yanıt üretti. Ama yanıtlar birbirinden yüz seksen derece farklı oldu.
Hükümetin etkili gazetecilerinden birinin ağzından çıkan “tarafları masaya dönmeye zorlayacak etkin güce/güçlere ihtiyaç var. PKK’ye kim söz geçirebilir bilmiyorum; ancak hükümet kamuoyu baskısıyla ile mevcut politikasını terk eder. Bu yüksek kamuoyu desteği sürdüğü sürece, hükümetin mevcut politikalarını terk etmesini beklemek gerçekçi değil” sözleri ne derece gerçeği yansıttığı tartışmalı.
Soruyu daha açık soralım: asker, polis, özel güvenlik güçleri eliyle gerçekleştirilen politikalara kamuoyunun yüksek desteğinin nedeni, toplumun çözümün yolunun savaştan geçtiğine inanması mı, yoksa bastırılmış, sindirilmiş ve tahakküm altına alınmış toplumun milliyetçi kaygıları mı?
Hükümete yakın olanlar, bu soruya bir başarı öyküsü anlatarak yanıt verdi. Muhalifler ise baskı ve hukuksuzlukla izah ettiler. 40 yıldır uygulanan ve sonuç alınması imkansız politikalarda / savaşta ısrarın nedeni nedir sorusunun bir tek yanıtı yok, olamaz. Taraflar savaşta uzmanlaştılar. Bütün siyasal ve sosyal veriler PKK’nin yeni dönemde gerilla ve savaşçı bulmasının olanaklarının artığını, çeşitlendiğini ve güçlendiğini gösteriyor. Devlet ise teknolojik ve lojistik üstünlük ile savaş sürdürüyor. Bunlardan biri de paralı, sözleşmeli askerlik olduğu asker cenazelerinden ve ilanlardan anlaşılıyor. Artık savaş cephesinde paralı (sözleşmeli) askerler de yer alıyor. En fazla zayiat bu kesim veriyor.
1990’lı yıllarda savaşta ölen askerlerin tamamına yakını erlerden oluşuyordu. Son aylarda ölenlerin ezici çoğunluğunu ise tezkere bırakmış uzman çavuşlar oluşturuyor.
Eskiden savaş bölgesine, askere gitmek için askerlik şubelerinin önünde uzun kuyruklar olurdu. Şimdi ise Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ‘Sözleşmeli Er Temini’ için radyo ve televizyonlara kamu spotu biçiminde ilan veriyor. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın web sitesinde bu ilan sürekli duruyor.
Basınla paylaşılan 45 saniyelik kamu spotunda “Onurunla Çalış, Hayaline Ulaş” sloganı ile işsizliğe vurgu yapılmış. Savaşın nasıl yoksulları vurduğu burada da anlatılıyor. Sözleşmeli erlerin tamamının savaş bölgesine gönderilmediği kesin. Ama ölenlerin büyük kısmının tezkere bırakanlar veya sözleşmeliler olması da savaşın fazlasıyla açık bir biçimde ticarileştirildiğini ve modernize edildiğini gösteriyor. Bunlar Çözüm Süreci’nin başında ters istikamette gelişen toplumsal duyarlılığın, şimdilerde 90’lardaki gibi toplumda militarizmin ve savaş kültürünün daha da kökleşerek gelişmesi eğilimine girildiğinin işaretleri. Bugün her ikisi de çıkmaz yolda olan PKK’de devlette 90’lardakine benzer bir savaş iradesi olmaması bir şanstır. Son dönemde savaşta ölen askerlerin kaçının sözleşmeli veya tezkere bırakanlar olduğuna dair bir veriye sahip değiliz. Böyle bir araştırma var mı o da bilinmiyor. Ancak yeni dönem savaşını anlamak için PKK’nin silahlı gücünü nereden ve nasıl tahkim ettiği ne derece önemli ise bunun da açığa çıkarılması en az onun kadar hayatidir.
Yanıtı aranan toplum savaşı destekliyor mu, neden destekliyor gibi sorulara doğru cevaplar üretmek 30 yıllık savaşın başarısızlığını anlamayı ve barış için yeni bir yol bulmayı sağlayacaktır. Barış yolu bu sorulara sahici yanıt vermekten geçiyor.
Hakan Tahmaz
(Bas Haber)