Can Irmak Özinanır

Can Irmak Özinanır son yazıları

Can Irmak Özinanır tüm yazıları

16.01.2015 - 12:21

Muktedirlerin ifade özgürlüğü, bizim ifade özgürlüğümüz

Charlie Hebdo katliamının ardından Fransa’da yapılan “ulusal birlik” yürüyüşünde Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun dünyanın diğer özgürlük düşmanı liderleriyle birlikte ifade özgürlüğünü savunmasının hemen ardından yaldızları döküldü. Cumhuriyet gazetesinin Charlie Hebdo’nun özel sayısından bir seçki yayınlayacağını duyurmasının ardından önce matbaasını polis bastı ve gazetenin içeriğini denetledi, sonrasında ise internetten “Bu milletin daha çok Madımak tutuşturacak odunu var” diye Cumhuriyet’e saldırı çağrısı yapan caniler ve linç girişimlerinin mütemmim cüzü ülkücüler gazete önüne giderek tehditler içeren sloganlar attılar. Başbakan Davutoğlu’nun bütün bu sansür ve cinayet çağrıları üzerine yaptığı açıklama ifade özgürlüğüne bakışını açıkça ifade eder bir hâldeydi:

Eğer tahrik, hakaret söz konusuysa ortada çıkabilecek her hangi bir güvenlik sorununu kontrol altına almak için önlem alınır. Kimse de bunu baskı olarak nitelendirmemelidir. Neredeyse gelin bize saldırın gibi bir hakaret karikatürü basacaksınız ister istemez bir girişimi engellemek için güvenlik güçleri tedbir alır.”

Tahrik iması yaparak açıkça ifade özgürlüğüne karşı duran, sansürü savunan ve daha beteri bir gazeteye dönük saldırılarda safını açıkça “tahrik olan” saldırgandan yana seçen bu açıklama hükümetin ifade özgürlüğünden ve nefret söyleminden bahsederken bahsettikleri ile sosyalistlerin, ezilenlerin bahsettikleri arasında ciddi bir farka işaret ediyor. Daha genel anlamda Paris’te ifade özgürlüğü düşmanlarının, savaş baronlarının bir kortejin en önünde kol kola yürümeleri ise muktedirlerin ifade özgürlüğü dedikleri şeyle, ezilenlerin ifade özgürlüğünün farkını daha güçlü bir şekilde vurgulamayı gerektiriyor.

“Tatava yapma, kına geç” ile “Her şeyi bırak, islamofobiye bak” arasında

Bianet’te  Burcu Arıkan¹, katliamın ardından islamofobi tehdidine dikkat çekenlerin susturulmaya çalışılmasını çok başarılı bir şekilde “tatava yapma, kına geç” tavrı diye adlandırıyordu. Arıkan’ın dikkat çektiği gibi hem sosyal medyada, hem birebir tartışmalarda Müslümanların homojen bir kitle olarak görülmesinin yanlışlığına ve Avrupa’da yükselen islamofobinin göçmen karşıtlığına, ırkçılığa güç vereceğine işaret edenler ağır ithamlarla karşılaştı. Katliamdan hızla “işte İslam budur” sonucunu çıkarıp alakalı alakasız her Müslüman’ı özür dilemeye davet edenlerden, Avrupa’da bütün Müslümanları öldürün etiketiyle paylaşılan iletilere kadar bir korkutucu rüzgar esti, esiyor. Avrupa’da camilerden sokaklara Müslümanlara dönük saldırılar arttı. Tüm bu rüzgâr içinde Almanya’daki Müslüman karşıtı gösterilerin en yoğun yaşandığı şehir olan Dresden’de 20 yaşındaki Müslüman mülteci Halit İdris Bahray bıçaklanarak öldürüldü.

Aslında baskın olan dil 11 Eylül sonrasının diliydi. Huntington’un Medeniyetler Çatışması’ndan, George W. Bush’un “ya bizdensiniz, ya onlardan” demesine uzanan dil, dünyanın en alçak ve en zengin medya patronlarından Rupert Murdoch’un tüm Müslümanların bu saldırıdan sorumlu tutulması gerektiğini söylerken kullandığı dilin aynısıydı.

Ancak “Medeniyetler Çatışması” tezi tek yönlü değil elbette. Bu yazının ana konusu dün yaşanan saldırılarda iyice açığa çıkan bir diğer görünüm. Birinci tavır “tatava yapma bas geç” kampanyasına benzetilirse ikinci tavırda Türkiye’deki barış sürecinde hükümeti eleştirmeyi yanlış bulan ve barış sürecinin selameti için her tür haksızlık karşısında susmayı savunan başka bir kampanyaya “her şeyi bırak, barışa bak” kampanyasına benzetilebilir.  

“Tatava yapma, kına geç” ile “Her şeyi bırak islamofobiye bak” tavırları birbirlerinin aynadaki yansımasıdır, her ikisi de asıl olarak muktedirlerin dili içinden konuşmaktadır.

Bir iktidar stratejisi olarak laik-dindar kutuplaşması  

Mevcut hükümet islamofobi kavramını her türlü durumda kullanmaktan çok hoşlanıyor. Charlie Hebdo katliamı gerçekleştiği ilk andan bu yana sanki nefret söylemiyle arasında büyük mesafeler olan ve ifade özgürlüğünü savunan bir muhalefet partisiymiş gibi nefret söylemi ve islamofobiye dikkat çekiyor. Ancak bu, bir ayrımcılık türü olarak islamofobiye işaret etmeye benzemiyor.  Ülkedeki tüm inanç gruplarına ve halklara dönük ayrımcılık yapanlar ayrımcılıktan bahsedemezler. Hükümetin kendisine dönük her muhalefete karşı “islamofobi” kartını öne sürüşü basitçe samimiyetsizlikten ibaret de değil, toplumu laik-dindar şeklinde kutuplaştırmaya dayalı bir iktidar stratejisinin parçası. Üstelik sadece bu ülkedeki Hristiyanları, Alevileri, Yahudileri, ateistleri dışlamaya dönük de değil aynı zamanda ülkedeki tüm dindar Sünni Müslümanları kendi uygulamalarının doğal destekçisi gibi göstermeye dayanan bir strateji.  Cumhuriyet gazetesine yapılan polis baskını da, internet sitelerinin kapatılması da aynı stratejinin farklı veçheleri.

Hükümet herkese islamofobiye, sadece islamofobiye karşı durmasını öğütlüyor. Peki, başka ayrımcılıklar?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kısa bir süre önce telaffuz ettiği “Affedersiniz Ermeni”, “Bunlar solcu, bunlar ateist, bunlar terörist”, “çocuklarımız dindar değil de tinerci mi olsunlar” laflarının islamofobiden farkı var mıdır? Veya yine Erdoğan’ın İSEDAK toplantısında “İnanın bizi sevmiyorlar. Buna ne kadar tahammül edeceğiz” demesi medeniyetler çatışması tezlerinin aynısı değil midir?  

Veya Başbakan Davutoğlu’nun Alevilerin en temel haklarını bile kabul etmemesine rağmen Alevilere Aleviliğin ne olduğunu anlattıktan sonra “Alisiz Alevilere karşı durun” demesi, ruhban okullarının bile açılmasına izin vermediği gayrimüslimlerin dini liderleriyle buluşmasında “islamofobiye karşı durursanız bütün ayrımcılıklara karşı durmuş olursunuz” demesi ayrımcılığın dik alası değil midir?  

Hükümet destekçisi Akit isimli gazete bu ülkenin en derin ayrımcılıklarından olan Hristiyan düşmanlığını, Alevi düşmanlığını, ateist düşmanlığını körükleyip insanları hedef gösterirken hiçbir şey demeyip, Charlie Hebdo seçkisinden dolayı başka gazetelerin matbaalarını bastırmak bu düşmanlıkların yanında durmak değil midir?

Hükümetin, Cumhuriyet gazetesine yaptırdığı polis baskını açıkça basın ve ifade özgürlüğüne bir saldırıdır. Cumhuriyet gazetesinin fikirleriyle hiç uyuşmamamız bu gerçeği değiştirmez.  Üstelik “tahrik” imasıyla hükümet basına dönük her tür saldırıya çanak tutmaktadır. Muktedirlerin “tahrik”ten daha önce de bahsettiler: 6-7 Eylül’de, Tan gazetesi baskınında, Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da, Hrant Dink cinayetinde…

AKP, muhalefetteki basit bir güç değil devletin her katmanında kendi anlayışını uygulayan ve dayatan iktidar partisidir. Hükümet ayrımcılığı bizden öğrenecek değildir, ayrımcının daniskasıdır.

Tutarlı özgürlük savunucuları olmalıyız

Peki, hükümetin tavrı ifade özgürlüğü, ayrımcılık türleri ve bu ayrımcılık türleri arasından islamofobi hakkında tartışmamız gerektiği gerçeğini ortadan kaldırıyor mu? Dahası bazı argümanlarda karşılaştığımız gibi Türkiye gibi çoğunluğu Müslüman bir ülkede islamofobi tartışması geçersiz mi?  

Eşit ve özgür bir dünya için mücadele açısından bu sorunun yanıtı hayır olmalı. Küresel çapta asıl tartışma medeniyetler çatışması tezleri ile enternasyonal dayanışma arasındadır. Dünyadaki işçilerin ve ezilenlerin mücadelesi ulusal sınırlarla ayrılamaz. Avrupa’da yükselen islamofobinin muhatabı tüm ezilenlerdir, sonuçları hepimizi etkiler. Türkiye’de de laik-dindar kutuplaşmasını aşabilmenin yolu işçi sınıfının ve ezilenlerin her tür ayrımcılığa karşı mücadele etmeleri, tutarlı özgürlük savunucuları olabilmeleridir.  Ne tartışmamızın ne de özgürlüğümüzün sınırlarını muktedirlerin belirlemesine izin verebiliriz. İfade özgürlüğü muktedir tarafından değil muktedire karşı savunulur.

Can Irmak Özinanır

[email protected]

1. Burcu Arıkan, Bir Kısım “Sol”un Charlie Hebdo ile İmtihanı http://www.bianet.org/bianet/siyaset/161511-bir-kisim-sol-un-charlie-hebdo-ile-imtihani


Bültene kayıt ol