Bugünlerde, çok cafcaflı, çok büyük laflar edenleri ve o lafların çok “ulvî”, çok “maddi” içeriklerini duydukça, en sıradan hallerimizin, total ve karmaşık ama bir o kadar insani ve zengin gündelik hayatlarımızın görünmez olup, ortalıktan çekilmelerini düşünmeden edemiyorum.
Mesela Hasankeyf’in sular altında bırakmaya karar veren “teknokrat” beyinlerin ya da Yırca’da binlerce zeytin ağacını kesen yaratıkların bir zeytin ağacının nasıl büyüdüğünden, ona gözü gibi bakan köylünün yazın ve kışın ne fedakarlıklar yaptığının, o ağaçtan zeytinler toplanırken, ne türküler yakıldığından, ne dertlerin paylaşıldığından, ne umutlar beslendiğinden neden haberleri yok?
Maden kazası da öyle olmadı mı?
Üretimi kutsallaştırıp, popülist politikalar için ucuz kömür üretilirken, o madenlerdeki insanlar hiç bir şekilde ciddiye alınmadı.
Çünkü cesetlerin çıkmasını bekleyen bakanın “gündelik hayatını” iki gün üst üste aynı gömleği giymesinde görme fırsatımız oldu. Ama bu gömlek ve onu giyenin, onunla aynı dilleri paylaşanların örttükleri başka gündelik hayatlarda çok daha fazla hikaye vardı. Mesela vardiyası için madene gitmek için evinden çıkan adam, karısı ve uyumuyorsa çocukları tarafından nasıl uğurlanıyordur mesela?
O madencinin çocuklarıyla madencilerin sırtından gökdelenler diken, “Türk ekonomisine istihdam yaratan” ve “ekonomimize büyük katkılar sağlayan” “müteşebbis Türk işvereninin” çocuklarının ortak tecrübeleri var mıdır? Mesela misket oynamak ya da sokak kenarındaki duvarın üstünde birlikte gazoz içmişlikleri, “Ali, Ayşe’yi mi yoksa Fatma’yı mı seviyo?” muhabbetlerinin vuku bulmuş olma ihtimali var mıdır acaba?
301 kişiyi öldüren maden “kazası” cinayetinden önce, Torba Yasa'da çıkan kanununun ardından, hiçbir önlem alınmadan arka arkaya üç su baskını yaşayan ve buna rağmen öğle yemeklerini madende yiyen işçilerin mönüsünde genellikle ne vardır mesela? İşçiler, karanlık dehlizlerdeki, damlayan suların yarattığı ıslaklık içinde yemek sırasında ne konuşurlar? Para ve geçim mi? Aşk, çocuk? Havalar da çok ısındı? Yoksa hiçbir şey konuşmayıp, hızlı hızlı yemeklerini bitirip işe koyulmak mıydı dertleri?
“Ulvî” ve “büyük” mesele şu yani: o maden cinayetinde Bakan Yıldız’ı "Türkiye seninle gurur duyuyor" sloganı eşliğinde alkışlamak... Yani orada canlarını kaybetmiş insanların acısından daha büyük bir “gurur”...
Ölen madencilerden Mehmet Tokat'ın eşi Zeynep Tokat’ın, "Neyle gurur duyuyorsunuz? Bizim acımız var. Canlarımız gitti. Ne demek gurur duyuyorsunuz?" demesi ise “küçük” mesele..
Neden mesela Berkin Elvan’ın hep “terörist” olduğunu ispat etmeye çalıştı en fazla mikrofon ve hoparlöre sahip devlet erbabı ve sahibinin sesleri? Bu makro düşkünü erbap neden mesela Berkin’in derslerini, hangi arkadaşlarını daha çok sevdiğini, annesinin hangi yemeğini daha çok sevdiğini, ailenin akşam yemeğini birlikte yiyip yemediklerini, sofrada nerede oturduğunu, cep telefonun olup olmadığını, watsap kullanıp kullanmadığını falan hiç merak etmediler?
Eğer bu sorular sorulsaydı ve bir iki tane cevap verilmiş olsaydı, acaba Berkin’in insan olduğunu mu hatırlayacaklardı? Ve bu durumda, daha sonrasında da sık sık tekrarlanan ve adına “temizlik” dedikleri operasyonlarda “terörist” değil de, “insan” öldürüldüğünü mü biz daha çok düşünecektik? Bu da operasyonlara gayri meşruluğun gölgesini mi düşürecekti?
Dolayısıyla bu kadar çok büyük işler yaptığını zanneden ve hep bunu öğreten başöğretmen bir devletin bombalarının, o devlete karşı savaşarak yeneceğini zannedenlerin silahlarının yankılanmaları altında aklını yitiren, aklını yitirmese bile geleceğini ve umudunu kaybeden, en asgarisinden iki çarpı ikinin kaç ettiğini hesaplamak ya da Fatih’in toplarının çapının kaç cm olduğunu ezberlemek için kulaklarını tıkamaya çalışan çocukların nasıl bir kıymeti harbiyesi olabilir ki?
Ferhat Kentel
Kaynak: Basnews