Modern iktidar, rıza da üreten bir disiplin, hiyerarşi, normalleşme ve bilgi demektir. İktidar lafla yürümez; ancak pratikler içinde, performansla ürer. İktidarın alanına dair söylemleri paylaşarak ve tekrar ederek ürer...
Bunlar sadece “Batılı” bir takım yazarların ürettiği fikirler değildir. Hz. Ömer’in de “inandığın gibi yaşayamazsan, yaşadığına inanırsın” dediğinde olduğu gibi, kafanın içinde sahip olan farklı fikirler aslında hiçbir şeydir; ne yapıyorsanız, aslında osunuzdur.
Hep birlikte genel olana, genel olarak öğretilmiş olana inanılır. Herkes aynı performansları tekrarladığı için, herkesin aynı şeye inanması çok zor olmaz. Ancak “herkes”in inanması “hakikat” demek değildir; bu sadece “söylem”dir; iktidarı kuran bilgidir ya da inşa edilen, inandıran bilgi...
Dolayısıyla eğer adalet için, özgürlük için savaşmaya, en azından bir-iki laf etmeye niyetleniyorsanız, tam da bu ortalamayı kuran iktidar söylemiyle mesafe almanın, o söylem vasıtasıyla kurulan “gerçekliği” sorunsallaştırmanın yollarını bulmanız gerekir.
Bu laflar da Batılı bir takım yazarlardan çıkmış gibi görünse bile, sadece Batı yarım küreye ait değildir. Foucault’dan yüzyıllarca önce inmiş bir kitabın Enam suresinin 116. ayeti, tam da bundan bahseder; çoğunluk garantili bir yer değildir. “çoğunluklar ancak zanna uyarlar ve onlar sadece yalan uydururlar.”
Çünkü inandırma teknolojilerini ele geçirenler toplumu da bu teknolojiler vasıtasıyla fethederler.
Eğer sadece ortalıkta dolaşan inandırma teknolojilerine muhatap olursanız, Güneydoğu’da Sur’da, Cizre’de ne olduğunu bilemezsiniz.
Bugün Türkiye’de olduğu gibi...
Kamuoyunu oluşturan medya organlarının üfledikleri sahibinin sesine bakıldığında, bir iki ufak tefek TV kanalı, reklamları kesilmiş gazete ve internet sitesi dışında tüm ses “tek ses”tir. Bu ses dönüp dönüp kendini anlatır. Saçmalar ama gene de kendini doğrulayacak başka bozacılar vardır; ona “saçmalıyorsun” diyecek olanların sesleri çok cılızdır ve bu yüzden sorun çıkmaz.
Güneydoğu inim inim inler; paramparça olur; bu merkezi tek ses efendilerinin ruhları bile kıpırdamaz. İnanma ve inandırma teknolojilerinin kahır ekseriyeti için orası sadece “temizlenecek” bir bölgedir.
Oradan bu tarafa doğru sadece tek bir sesi, “1984’ün sesini” doğrulama ihtimali olan sesi çıkarırlar; o olmadığı zaman da yaratırlar.
Bu yüzden, “tek ses”in çeşitli versiyonlarında, başka mağdurlar duyulmadığı gibi, Güneydoğu’da da on yıllardır kafası ezilen Kürdlerin ne yaşadığını hiçbir zaman bilemediler; sadece gücün dilini yeniden ürettiler.
Cizre’deki o bodrum katındaki insanları gözlerinin önüne getiremediler bile... Tankla, topla teröre karşı verdikleri savaşta, o küçük-yıkık dökük evlerde ne yaşandığını da hiç bilemediler.
Zaten geçmişte de hiç bir zaman bilemediler.
O evlerde ders çalışmaya çalışan çocukların, para kazanmaya çalışan, çocuklarını beslemeye çalışan anaların, babaların ruh hallerini de bilemediler. O insanların on sene, yirmi sene önce köylerinden zorla göçertilirken neler yaşadıkları konusunda da akıllarına bir şey getirmediler.
Ancak, karşılarına aldıkları bir başka şiddetli aktör ile devletin yumruklu, paletli ve postallı sesiyle “vatan-millet” nutuklarını atabildiler.
İnsanı yaşatmayı hiçbir zaman ciddiye almamış bir devletin inşa ettiği tek sesin nutuklarını...
Gene de ilginç bir durum var: bu topluma dönük duran 1984 hoparlörlerinin en az yüzde 90’ına sahip olmalarına rağmen, bu totaliter tek sesin, toplumun ancak yarısını ikna edebilmiş olması bile aslında söylemin ne kadar zayıf ve altının boş olduğunu gösteriyor. Yani kendini ancak zorla kabul ettirebilen, modern bile olamamış bir iktidar söz konusu...
Mesela, Sur ilçesinde sokaktaki bir adam “tek ses”i çatlatıyor ve buraya kadar geliyor: "Sabahtan beri kaç kanala konuştuk, gidip başka şeyler anlatıyorlar. Asker şöyle yardım etmiş... Hepsi yalan!"
Ferhat Kentel
(Basnews)