Özellikle son bir haftadır iktidar tarafından tehlikeli bir kelime olarak tescillendi. İktidarın saldırgan savaşçılarının dışında geniş kesimler eşitliği, özgürlüğü ve barışı hâlâ tasavvur edebiliyor.
İktidar için de asıl tehlike bu zaten.
Her savaşta olduğu gibi bu savaştan da sadece yönetici sınıflar, devlet bürokrasileri ve ordular besleniyor. Toplumun önemli bir bölümünün savaştan kazanımı olmaz ve olmuyor da. Zaten savaşan muktedirler. Kimlerle?
Otuz senedir direnerek önce Kürt olduklarını kabul ettiren, sonra da yüzyıllardır yaşadıkları topraklarda içine doğdukları dillerinin özgürce konuşulduğu, yazıldığı, okunduğu, Türkiye’de konuşulan ikinci büyük bir dil olarak herkesin de öğrenebileceği şekilde yaygınlaşabildiği bir ortamda çocuklarını büyütmek isteyenlerle.
Gelir eşitsizliğinden ve adaletsizlikten doğan muzdaripliğe son verebilecek, yaşayanların ihtiyaçlarına göre şekillenecek yatırım, üretim, eğitim, din konularında inisiyatiflerinin olduğu politik talepler öne sürenlerle.
Ölüm kadrolarının ise gelecekle ilgili hiçbir tasavvuru yok. Sadece oradalar ve işleri yok etmek. Niçin? Vatan için... Vatanın ne olduğunu da öğreniyoruz; iktidarın Silopi, Cizre, Sur, Nusaybin hakkında tasarrufları sokaklar “temizlendikten” sonra kentsel dönüşüm gerçekleştirmek. Planlarını çok önceden hazırlamışlar zaten. Bina yığınları, kaldırımlar, betonlar; göz bebeklerinde TL, Dolar, Euro’nun yanıp söndüğü ihaleciler.
Dünyada 62 aile, dünyanın yarısının gelirine sahip. Türkiye de bu eşitsizlik listesinde Rusya’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Yani bir tarafta eşitsizliği daha da büyütecek bir azınlık, diğer tarafta da bu eşitsizliğin altında ezilecek biz çoğunlukta olanlar var.
Aşiti, barış talebi tamamen politik, sınıfsal bir talep. Sahiplenmeli ve mücadeleye devam etmeliyiz.
Sibel Erduman