İçinde yaşadığımız dünyayı –çok kolay değil ama olabildiğince- soğukkanlı bir şekilde değerlendirmek zorundayız.
Mesela IŞİD’le ilgili olarak karşımızda şöyle bir manzara var:
İşgal ettiği topraklarda kıtır kıtır kafa kesen; esirleri sıraya dizip, enselerine kurşun sıkan; Ezidi kadınları satan, onlara tecavüz eden; işgal ettiği topraklarda, Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da, Beyrut’ta, Paris’te bombalarıyla çoluk, çocuk yüzlerce masum insanı paramparça eden vahşi bir örgüt.
Bütün bunları İslam adına yapıp, yaptıklarının da reklamını, halkla ilişkilerini ve promosyonunu yapıp, adeta dünyaya anti-İslam propagandası yapmak üzere üre(til)miş bir örgüt...
Yani lanetlemekten ve savaşmaktan başka pek seçeneğin olmadığı bir örgüt...
Peki bu örgüt nasıl doğdu?
Arkalarında muhtemelen pek zengin ve güçlü devletler de vardır... Veya yedikleri her halt, sundukları her performans başka bir takım devletlerin ya da güç odakların pek çok işine geliyordur. Ya da kim kurdurduysa kurdurmuş olsun; bugün onların kontrolünden de çıkmış olabilirler.
Ancak, militanlarının bütün bu vahşetlerine ve yaptıkları propagandanın kendileri hakkında yaratacağı menfi yargılara rağmen, IŞİD’in ortaya çıkması ve bugünlere gelmesinde, daha da önemlisi bu kadar çok insanı etrafında toplayabilmesinde, süratle bir sürü şehri direnişsiz teslim alabilmesinde, kendilerini havaya uçurmaya hevesli bir sürü insanı “inşa edebilmesi”nde “sosyolojik” sebepler olduğunu görmek zor olmasa gerek...
Elimizde ne yazık ki istatistiki bilgiler yok; ancak Amerika’nın Ortadoğu’ya yaptığı saldırıların, Irak’ı işgalinin, Felluce’ye yağdırdığı bombaların, Esad rejiminin katliamlarının dünün çocukları üzerinde yarattığı travmanın izini herhalde bugünkü örgütün can damarlarında sürebiliriz.
Ya da modern-kapitalist-sömürgeci-emperyalist devletlerin, ve bunların yarattığı bir dünyada istedikleri gibi at koşturan dev çokuluslu şirketlerin, petrol ve silah tüccarlarının Ortadoğu’da kurdukları ve besledikleri boğucu rejimlerin ve diktatörlerin de epey katkıları olduğunu da görebiliriz.
Ya da Avrupa’nın göbeğinde, mesela Fransa’nın biblo gibi şehirlerinin çeperlerine, varoşlarına atılmış ve yeteri kadar “sivilize” olamadıkları için hep aşağılanmış Arap gençlerinin öfke ve nefretinin nasıl “İslamcı” görünüm altında inanılmaz bir güçlü kimlik bulduğunun da izlerini yakalayabiliriz.
Dolayısıyla beğenelim beğenmeyelim; IŞİD’i IŞİD yapan toplumsal, kültürel, psikolojik gibi dinamiklerle anlamlandırabileceğimiz bir süreç var.
Bu örgüt, Ortadoğu’nun ruh hâlinden insan devşiriyor.
Çoğunlukla gayet basit, sığ ve birkaç cümleye sığan; aşağılanma karşısında kendisine silah ve cephane sağlayan bir dil ve “büyük kurtuluş – cennet” vaadi ile bir kitleyi savaşa sürebiliyor. Yani gene beğenelim beğenmeyelim; bizim cenahların (solcular, İslamcılar, demokratlar dahil olmak üzere) hiç yakıştırmayacakları ölçüde, bu kitleler bir bakıma, Ortadoğu halklarının bir kesimi için “direniş”i temsil ediyor.
Lümpenlerden devşirilen, lümpence, psikopatça bir “direniş”... ama birileri için “direniş” işte...
İşte bu psikopat “direnişe” karşı ne yapmak lazım?
Yeniden Felluce tipi bombalamalar mı? Peki silahla yenmenin bugün burada getireceği başarı duygusunun yarın oradaki karşılığının, tercümesinin ne olabileceğini üç aşağı beş yukarı sezebiliyoruzdur herhalde değil mi?
Naçizane bana göre bunun karşılığı, daha da radikal, en radikalleşmiş halklar ve savaşçılar üretmek demek.
Ve bitmez tükenmez döngüyü yeniden üretmek demek... Her tarafta şiddet, terör gibi oluk oluk kan içermese de nefret dolu, ikiye bölünmüş bir dünyayı yeniden üretmek demek...
Oysa bundan sonuna kadar kaçınmak lazım. Sykes-Picot’lar, petrol zengini görmemişler, petrole gözünü dikmiş emperyalist devletler ve şirketler; onların diktatörleri ve hastalanmış toplumların ürettiği kandan gözü dönmüş bir takım yaratıklarının birlikte yarattığı ikileme sıkışmamak zorundayız.
Bu ikilem çok karmaşık olan, bu yüzden çok hassas ve ince analizler yapmamız gereken bir dünyayı ölümcül bir basitliğe indirmek demek çünkü...
Bu yüzden, IŞİD’çi teröristlerin yaptıkları “direnişin” -istedikleri kadar İslam’dan, Kuran’dan işlerine gelen alıntıları yapsınlar- İslam’la örtüştürülmesine yani bu işten İslamofobyanın beslenmesine karşı mücadele etmek gerekiyor.
Öte yandan, unutmamak gerekiyor ki, bugün IŞİD olarak önümüzde duran örgüt, düne kadar Arap Baharı olarak tanıdığımız ve Ortadoğu’yu gerçekten adil ve demokrat yapabilecek hareketleri de kötürüm bıraktı.
Ancak her şeye rağmen, dünyanın doğusunda ve batısında İslamofobya ve “İslamcı” görünümlü şiddet ikilemi dışında ortak dillere sahip insanlar hâlâ var ve doğuya ve batıya adalet ve özgürlük bu insanlar vasıtasıyla gelecek...
Ferhat Kentel
(Basnews)