Birileri Charlie Hebdo’da çıkan karikatürleri haklı çıkaracak şekilde (ya da çıkarmak üzere) kan döküyor. Bu ilginç, fakat bilindik bir tavır. Hani “soykırım deme sakın, yoksa atalarımızın yarım bıraktığı işi tamamlarız!” diye tehdit edenlerin ürettiği mantıkla aynı. Hedefe tam da öldürülecek/nefret edilebilecek kurbanlar koyabildiği ölçüde kendi varlığını da sürdürüyor.
Fransa’daki olay bizzat bu yola baş koymuş “İslamcılar” tarafından yapılmış ya da her daim hazır olan “İslamcı” taşeronlar kullanılarak tezgahlanmış bir “operasyon” olabilir. Her halükârda korkunç! Ancak hem küresel hem ulusal ölçeklerde korkunç türevleri var.
Bir hatırlatma: mesela bizde, memleketi Kürtlere, Ermenilere, dincilere, AKP’cilere bırakmamaya yemin etmiş sözde “vatanperver” Ergenekoncular, Hrant’ın mahkemesinde bozuk para atıyorlardı. Karşısına geçen herkese tepeden bakan, “sen!” diye hitap eden Türk mahkemesinin yargıçları, savcıları süt dökmüş kedi gibiydiler bu pervasız güçlerin karşısında. Çünkü onlardan çok daha güçlü olduğunu bildikleri çok derin bir yapılanma vardı karşılarında.
Sonra Hrant’ı öldürdüler; Zirve katliamını yaptılar. Fırat’ın ötesini ise tam bir cehenneme dönüştürdüler.
İşte şimdi onlar serbest kaldılar. Ve bugün Cizre’de cirit atan ve plakaları sökülmüş “akrep”lerde izlerini, sağda solda, sosyal medyada seslerini ve ürettikleri kültürü ve dili duymak hiç zor değil.
Ve ne yazık ki hepimizin, bütün belaların sebebi olarak görebileceğimiz düşmanlarımız var artık.
Ve ne yazık ki, böyle bir zamanda bütün toplum karşısında eşit mesafede durabilme ihtimali bile sağaltıcı olabilecek devlet-hükümet kanadından da mangalda kül bırakmayan öfke ve şimşekler yollanıyor “düşmanlara” karşı...
Farkında değiller yarattıkları canavarın... Ya da farkındalar ve belki de bizzat bunu istiyorlar... Kârlı bir savaş!
Ergenekoncuların en büyük başarısı, bu memlekette “adam vurulabilir” duygusunu güçlü bir şekilde beslemek oldu. Bu nedenle Samsun Emniyeti'nde Hrant’ı ensesinden vurmuş bir katilin eline bayrak verip kahramanlık pozları verdirdiler.
Ama herkesi katil yapmak zor; bu yüzden çok daha mükemmel bir sonucu elde ettiler; herkesi birbirinden “nefret edebilir” kıvama getirdiler.
Öte yandan, “İslamcı örgüt” etiketi arkasına saklanıp “terör” yapan bir takım insanlarla bir türlü nasıl ilişki kuracağını bilemeyen bir takım yazar-çizer takımı, Paris saldırısı karşısında da nadide mantık oyunları sergilediler. Hem “‘Olay’ı Müslümanlar yapmış olamaz; bu, gizli servislerin islamofobiyi beslemek üzere tezgahladıkları bir ‘komplo’” dediler... Hemen akabinde de Charlie Hebdo’nun –neredeyse- bu cezayı nasıl da hak ettiğini anlattılar!
“Bunlar Müslüman değil” diye anlatıp duruyorlar. Tabii ki o katiller her şeyden önce katil... Peki paralelcilerle, Gezicilerle uğraşmaktan hâlâ bıkmayıp, Türkiye’nin şehirlerini talan eden inşaat şirketlerine toz kondurmayanlar? Soma katliamında “bu kazalar işin fıtratında var; İngiltere’de de oldu” diye metin yazan danışmanlar? Müslüman kadınları kilisede çektirdiği fotoğraf yüzünden linç edenler? 700 bin liralık saat takan adam? “Bakara-makara” diye dalga geçen diğer adam?
Eğer “o da değil, bu da değil” ise neden bütün bu sahtelerle mesafe koyamıyor bu “dindar” ya da bir anda “AKP’ci”ye dönüşüveren, son mahsul aparatçik “beyaz Türk” yazar-çizer-konuşur cemaati?
Bu arada “solcu” cemaatte de eski defterler karıştırılmaya başlandı. 1969’un “Kanlı Pazar” olayları ve öncesindeki Necip Fazıl’ın, Mehmet Şevki Eygi’nin “ölüm çağrıları” yapan sözleri hatırlanmaya başlandı...
Gene bu arada... Yeni “güvenlik paketi”ne, “makul şüphe”ye, “kamu düzeni”ne paralel olarak, Ocak ortasında Güney Kore’den 1.9 milyon adet biber gazı kartuşu ve gaz bombası Türkiye Hükümeti’ne teslim edilecekmiş!
Gerçekten hem küresel hem de ulusal Ergenekonların başarısı karşısında saygı duymak lazım!
Ferhat Kentel
(BasNews)